“Bir gün karşınıza size tıpa tıp benzeyen birisi çıksa ne hissedersiniz? Size fiziksel olarak kusursuz bir biçimde benzeyen ama karakter olarak tam zıttınız; nefret ettiğiniz, tahammül edemediğiniz özellikleri olan fakat tam da bu özellikleri nedeniyle sizin hedeflerinize sizden çok daha kolay ulaşabilen; dolayısıyla içten içe de yerinde olmak isteyebileceğiniz birisi. Hem alter-egonuz, hem düşmanınız.”
Ödüllü uzun metrajları Tepenin Ardı (2012), Abluka (2015), Kız Kardeşler (2019) ve Kurak Günler’le (2022) Türk Sinemasında saygın ve önemli bir yer edinen, 2020’de yayına giren Alef ile dizi sektöründe de başarı gösteren 1974 doğumlu yönetmen; senarist, yapımcı, akademisyen Emin Alper, Dostoyevski’nin aynı adlı novellasından sahneye uyarladığı ve yönettiği ilk oyunu ‘Öteki’ ile çok sağlam bir tiyatrocu olduğunu da kanıtlıyor.
Alper, Dostoyevski'nin bireyin dünyasını bilinç açısından içten dışa, kurarak, özdeşliğini arayan, yarılmış/parçalanmış, hatta çift benlikli karakterinin tuhaf, ürkütücü, anlamsız ve tehlikeli dünyasına günümüzden baktığında, ana hatları, bilinçli ve bilinçaltı katmanlarıyla yazarına sadık kalırken, öyküyü çağcıl zamanın absürt yapısını öne çıkaran, kapkara ve karanlık bir komedi olarak anlatmayı yeğlemiş. Bu tonlama olsun, olayların beyaz yakalıların iş dünyasına aktarılması olsun, kanımca metne daha inandırıcı, daha sert, derinlikli bir boyut katmış.
Sinemacı Emin Alper, kariyeri boyunca çok sağlam bir metni, etkileyici bir görsellik ve müthiş çalışılmış oyunculuklarla destekleyen işler yapmıştır. Bu sanatsal bakış açısı tiyatro anlayışına da birebir yansıyor. Tüm zamanların en büyük yazarlarından Dostoyevski’nin kısa romanına getirdiği çağcıl yorum çok parlak. Deniz Göktürk Kobanbay’ın sahne, Ahmet Sesigürgil’in ışık, Okan Kaya’nın ses tasarımlarının ve AI artisti Deniz Savaş Ertan’ın desteğiyle, projeksiyon, film ve gerçek aksesuarlardan oluşan hem inandırıcı hem de öykünün fantastik boyutuna selam çakan müthiş derinlikli bir mekân yaratılmış. Başkişilerinin görüntülerinin koyu füme aynalara devamlı yansıması dualite/ikilik duygusunu çok etkileyici biçimde yansıtıyor.
Derya Karadaş ve Gökhan Yıkılkan kilit yan karakterleri büyük başarıyla canlandırıyorlar. Erdem Şenocak’la Cem Yiğit Üzümoğlu’nun ikili performansı müthiş. Boyları, fiziksel görünümleri, hatta Erdem 1979, Cem 1984 doğumlu olduklarına göre kuşakları bile farklı olmasına karşın, peruk ve giysilerinin tıpatıp aynı oluşunun ve ustalıklı ışık kullanımının desteğiyle, ama her şeyden önce, oyunculuklarının ve beden dillerinin olağanüstü uyumuyla çok inandırıcı ikizlere dönüşüyorlar. Şenocak, ‘esas’ diyebileceğimiz karakterin giderek çığırından çıkan duygusal karmaşasını derinlemesine ve etkileyici bir inandırıcılıkla yansıtıyor. Önceleri karşımıza bu karakterin hem ikinci kişiliği hem karşıtı bir ‘öteki’ olarak çıkan Üzümoğlu, oyun ilerledikçe iki kişiliği minik nüanslarla ayrıştırarak ‘esas’ ve ‘öteki’ arasında gidip geliyor. Benzersiz final sekansında Emin Alper, ‘esas’ ile ‘öteki’yi, gerçekle gerçeküstünü, birbirine yediriyor ve oyunu kaos ile karmaşanın doruğunda sonlandırıyor.
‘Öteki’ edebi bir metnin teatral karşılığını yaratmanın başarılı bir örneği. Sahneleme ve oyunculuklar, içerik ve görsellik açısından çok etkileyici ve heyecan verici.
Yılın en iyilerinden. 31 Ocak, 1, 2 Şubat Zorlu PSM, 16, 17 Şubat CKM, 29 Şubat, 1 Mart Maximum Uniq ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde
‘Aile Yalanları’
Zorlu PSM’nin yeni yapımı ‘Aile Yalanları’nı, Nermin Yıldırım Bavula Sığmayan adlı öykü kitabındaki aynı adlı novelladan uyarlamış, yapımcılığını Zorlu PSM, TOY İstanbul ve Melisa Sözen üstlenmiş, Hakan Emre Ünal yönetmiş.
‘Aile Yalanları’, yalnız yaşayan, kendi yolunu bulmaya çalışırken ailesiyle sorunlarını tam olarak halledememiş Belgin (Melisa Sözen), herkes mutlu olsun istedikçe kendi dâhil kimseyi mutlu etmeyi beceremeyen annesi Müzeyyen (Ülkü Duru) ve ömrünün sonbaharında yeni bir gençlik arayan babası Kamuran (Müfit Kayacan) arasında geçen, söylenenleriyle ve söylenemeyenleriyle, buruk ama neşeli bir aile hikâyesi.
Bir gece annesinden beklenmedik bir telefon alan Belgin, apar topar yanlarına gittiğinde, doğruların yalanları, yalanların yeni doğruları var ettiği, üç kişilik trajikomik bir aile bilmecesinin içine düşer.
Hakan Emre Ünal, ‘Dirmit’in ardından oyun olarak yazılmamış bir metni yeniden ustalıkla sahnelerken, kişisel yorumuna metni sahneye kendisi uyarlayan Yıldırım’ın dil ve üslubunu da başarıyla yediriyor.
Yasin Gültepe’nin küçük değişikliklerle farklı mekânları var edebilen yalın, renkli dekor ve ışık tasarımı, üç oyuncusunun becerisine dayanan sahnelemeyi etkileyici biçimde tamamlıyor.
Parlak oyuncu yönetiminde Ünal, her karakterin hem olayları yaşadığı hem de hikâye anlatıcısı olarak neredeyse interaktif biçemde duygu ve düşüncelerini izleyiciyle paylaştığı, zorlu ama çok etkileyici bir ikili yöntem uyguluyor. Böylece, olaylardan çok, kişi ve davranışların dantel gibi incelikle işlendiği oyunda yaşananları, üç kişinin de perspektifinden anlatarak, her birinin aynı olayı bambaşka şekillerde algılayıp yaşadığını duyumsatıyor.
Ekibin, ikili yorum tarzını büyük rahatlıkla ve inandırıcılıkla iç içe geçiren oyunculuğu dört dörtlük. Deneyimli oyuncu Müfit Kayacan, ustalıklı beden diliyle on yaş büyük Kamuran’ı başarıyla canlandırıyor. Her ikisi de çok sayıda hak edilmiş ödül sahibi, 2014’ten beri sahnelerde görmeyi özlediğimiz Melisa Sözen’le Ülkü Duru, Belgin’le Müzeyyen olarak harikalar yaratıyorlar.
Keyifli ve düşündürücü bir oyun. Kaçırmayın derim. 24, 25 Ocak 20.30, 28, 29 Şubat 19.00 ile 21.00 ve sezon boyunca Zorlu PSM’de.
‘Kral Ölüyor’
KRAL: Sonsuza dek sürmeyecektiyse niye doğmuşum o zaman? Lanet olsun anama babama. Ne saçma bir fikir bu! Ne biçim bir şaka bu! Dünyaya beş dakika önce geldim. Evleneli henüz üç dakika oldu.
MARGUERITE: 283 yıl.
KRAL: Tahta çıkalı 2,5 dakika oldu.
MARGUERITE: 277 yıl, 3 ay.
KRAL: Şöyle bir oh diyecek vaktim olmadı. Hayatı tanıyacak vaktim olmadı.
Eugène Ionesco’nun varoluşun trajikomik gerçekliğini trajikomik dil ve biçimle işleyerek, can çekişen Kral 1. Bérenger üzerinden, yaşamın en absürt oluşumuyla, her birimizin reddettiği, görmezden geldiği, hazırlıksız yakalandığı; ama hep var olan o kaçınılmaz sonla hınzırca dalga geçen oyunu ‘Le roi se meurt / Kral Ölüyor’ bu sezon da BeReZe’de.
Absürt tiyatronun babası, ölüm geldiğinde yaşama hiç doyamayışımızı, kralın inkârdan isyana, oradan da kabullenmeye geçişini çok kısa bir zamana sığdırarak yansıtır.
Semih Fırıncıoğlu bu fantastik metni, minimal ama işlevsel bir dekorda, yoğun, alışılmadık bir hareket trafiğiyle yönetiyor. Erkan Uyanıksoy, sonunun geldiğini kabullenmeyen kralın korkularını, şaşkınlıktan kızgınlığa geçişini, çok inandırıcı, ciddi ve müthiş komik bir tonlamayla yansıtıyor. Elif Temuçin, Bérenger’ye yolculuğunun sonuna dek eşlik eden, mantık, gerçekçilik ve sağduyunun sembolü, soğuk ilk eşi Kraliçe Marguerit’e etkileyici bir yorum getiriyor. Marguerit’in tek desteği, bilim adamı kişiliğiyle mantığın yanında olan hekim, cellat, astrolog rolünde Özgür Doğa Görür çok başarılı. Hatice Cansu Karagöz, gözdesi olduğu kral kadar çocuksu, ölüm karşısında isyankâr ikinci kraliçe Marie olarak inandırıcı. Ordu ve krallığın gücünü simgeleyen muhafızla, halkı simgeleyen hizmetçi, aşçı, hastabakıcı Juliette’i canlandıran Can Çelik ve Özge Ünal da çok iyiler.
62 yıl sonra bile yeni yazılmışçasına güncelliğini koruyan olağanüstü bir metne başarılı ve etkileyici bir yorum getiren, izlenmesi şart bir çalışma. 30 Ocak ve sezon boyunca Tiyatro BeReZe’de.