Bu yazımda geniş kitlelerce bilinen, 70’li yılların müziği olmasına rağmen özellikle bazı parçaları klasikleşmiş, rock tarihinin önemli albümlerinden birini kaleme almayı seçtim. Hala ara ara dinledikçe yaratıcılığına, çeşitliliğine ve güçlü yorumuna hayret edip hayran kaldığım ünlü Queen grubunu zirveye çıkaran “A Night at the Opera” albümünden bahsediyorum. Doğrusunu isterseniz önceden değindiğim ‘Progressive Rock’ tutkum nedeniyle, bir yandan Queen’in müziğini daha basit bulup aynı kefeye koyamazken, diğer yandan Freddie Mercury’nin eşsiz güçlü sesine, Brian May’in üst düzey gitarına, müziklerindeki saf dinamizme ve konserlerindeki abartılı teatral şovlara duyarsız kalmak mümkün değildi. Ancak, Queen denince ‘A Night at the Opera’ albümünü bir başyapıt olarak diğerlerinden ayırıyorum. Zira, bu denli yüksek bir seviye ve yaratıcılığa ulaşmak doğal olarak sanatçılara her zaman nasip olmaz. Nitekim naçizane fikrim, Queen grubu bundan sonra bu istisnai zirveye sadece bir kez daha ulaşabildi, o da dramatik elveda zamanı geldiğinde! Son derece etkileyici bu ikinci zirveyi kaleme almak belki ileride farklı bir yazının konusu olur deyip, şimdi ‘Operada bir Gece’ye odaklanalım.
Queen ilk iki albümünde pek başarılı olamamıştı. Üçüncü albümleri ‘Killer Queen’ onların bir nebze uluslararası ün kazanmasını sağladı. Ancak finansal durumları sıkıntılıydı. Plak şirketi Trident Studios ve yöneticisi Norman Sheffield ile yaptıkları anlaşma o denli kötüydü ki, bu albümlerden hiç kazanç elde edememişlerdi. Mercury o kızgınlıkla daha sonra albümün ilk bestesi olacak ‘Death on Two Legs’i besteledi; parçanın sözleri Sheffield’e hitaben bir nefret mektubu şeklindeydi. Sözler öylesine hiddetliydi ki, Brian May bu parçayı söylerken utanıyordu. Marjinal kişiliğiyle bilinen Mercury bu parçanın kaydını Sheffield’e götürüp ironik bir şekilde yorumunu almak istedi. Tahmin edileceği üzere, tartışma mahkemede sonuçlandı ve Queen yeni müzik direktörleri John Reid ile yollarına devam ederek bu özel albümü hazırlamaya koyuldu.
Her üyenin bestesi
Albümün adı Marx Kardeşlerin oynadığı 1935 yapımı aynı adlı komedi filminden geliyor. Albümdeki parçalar balad, 1940’ların müzikhol müzikleri, hard rock ve progressive rock gibi farklı müzik türlerini içeriyor. Grubun tüm üyelerinin albümde besteleri var. Parçaların yeni bir ‘sound’ içermesi adına hep birlikte yeteneklerini sergilediler ve albümün ortaya çıkarılmasında önemli katkılarda bulundular, yani sadece bir veya iki lider müzisyenin yarattığı bir müzik olmadı. Alışılmışın dışında değişik müzik aletleri kullanarak ve yenilikçi bir şekilde yapılan üst üste ses kayıtları ve efektlerle, yedi farklı stüdyoda gerçekleştirilen kayıtlarla, o dönemin en yüksek maliyetli albümü oldu.
Malum, bol ödüllü ‘Bohemian Rhapsody’ albümün en çok tutulan ve Queen grubunun imza parçası oldu. Nitekim, Freddie Mercury’nin kısmi otobiyografisi olan 2018 yapımı bol ödüllü film de aynı adı taşıyordu. Bu filmde kendi bestesi olan ‘Bohemian Rhapsody’nin oluşum aşaması geniş bir şekilde anlatıldı. Başındaki “a capella” tarzı koro seslendirmesiyle, balad ve hard rock arasında gezinmesiyle, bu tür müzik için alışılmadık bir yenilik olan Mercury’nin liderliğinde tiz ve pes sesli tonların uyum içinde örtüştüğü operayı andıran bölümüyle ve şaşırtıcı değişkenliğiyle artık klasikleşmiş mükemmel bir parça olduğu tartışılmaz.
Albümde severek dinlediğim daha birçok şarkı var. Bu denli ünlü olmamalarına rağmen, mükemmelliklerinin ‘Bohemian Rhapsody’ ile benzer şekilde üst seviyede olduğunu düşündüğüm iki parçadan özellikle söz etmek istiyorum.
İlki, ‘I’m in Love with my Car’ aslında standart bir rock parçası, pek yenilikçi sayılmaz. Davulcu Roger Taylor’un bu bestesini seslendiren beklendiği gibi Mercury değil, Taylor’ın kendisi; Mercury arka vokallere katılıyor. May’in güçlü gitarıyla etkileyici bir rock parçası ortaya çıkıyor. Arabasına aşık genç bir adamın bu uğurda kız arkadaşından oluşunu veya vazgeçişini anlatıyor. Filmde kısaca aktarıldığı üzere, yeni bir müzik peşinde olan Mercury bu parçayı küçümsüyor ama yine de Taylor’a desteğini veriyor. Taylor bu parçanın üzerinde uzun süre çalışıyor, başarılı olacağına inanıyor. Hatta öyle ki, albümle ilgili single çıkarılacağı zaman A yüzünde yer alacak olan Bohemian Rhapsody’nin arka B yüzünde kendi parçasının olmasında çok ısrar ediyor. Nihayet son çare olarak arkadaşlarına isteğini kabul ettirmek üzere kendini bir dolaba kapatıyor, bunun üzerine grup arkadaşları kahkahalar içinde isteğini kabul ederek onu dolaptan çıkmaya ikna ediyorlar.
Bence en can alıcı parça ise Brian May bestesi 8:20 dakikalık destansı ‘The Prophet’s Song’. May, rüyasında gördüğü büyük bir sel felaketinden ilham alarak parçayı bestelemiş. Sokaklarda yürüyen birçok insan bu esnada ümitsizce birbirlerinin elini tutmaya, birbirlerine değer verdiklerini göstermeye çalışıyormuş. Kişiler arasındaki iletişimin çok yetersiz olduğu sonucunu çıkaran May, konuyu çarpıcı bir şekilde parçanın sözlerine yansıtmış. Sanatçı, sadece güç ve bencillik içeren, sevgi ve empati eksikliği içindeki davranışların toplumlarda çoğunluğu oluşturmaya devam etmesi halinde, insanlığın felaketlere ve kıyametin sonuçlarına katlanması gerekeceğine inanıyor. Bu hususta insanlığı uyarıyor. Kötümser bir şekilde olumsuz olaylara, ölüme değinen şarkı sözleri, finalde yine de iyimserliği ele alıp insanlık için sevginin kurtarıcı gücüne olan inancına ve olumlu dileğine yer veriyor.
“God give you the grace to purge this place,
And peace all around may be your fortune.
Oh-oh, children of the land,
Love is still the answer, take my hand!”
“Tanrı sizlere bu mekânı (dünyayı) arındırmayı lütfetsin,
Ve barış her yerde sizlerin hazinesi olsun.
Dünyanın çocukları,
Sevgi hala her şeyin cevabıdır, tutun elimi!”
Rüzgar sesi, akustik gitar ve bir Japon telli enstrümanı olan ‘Koto’nun sakin tınılarıyla başlayan şarkı, Mercury’nin olağanüstü seslendirmesi, diğerlerinin arka planda vokale eşlik etmeleri, güçlü tempo ve benzer ancak sürekli kendini yenileyen melodi ile sürüyor. Sonrasında, yine operayı andıran Mercury’nin önderliğinde farklı fazlarda üst üste giydirilen seslerin atışması ve arkasından May’in hard-rock ile progressive arasında gezen enfes gitarı ile Mercury’nin vokalinin uyumu gerçekten eşsiz. “Bu çılgın adama lütfen kulak verin” diyerek sözleri son bulan yüksek tempolu parça, başladığı gibi gitar ve kotonun sakin ve hüzünlü notalarıyla tamamlanıyor.
Ne dersiniz, çılgın adam ve grubu Queen’in yaklaşık 48 yıl önce insanlığa verdiği bu mesaj hala geçerli mi?
Bunca yıl sonra bu albümden üç-beş parçayı iyi bir stereo kulaklıkla ses seviyesini biraz yükselterek dinlediğimde, beni hala heyecanlı bir yolculuğa çıkardığını söylemeliyim. Ekli seçkinin sizlerde de benzer bir etki yapması dileğiyle!
QUEEN / A Night at the Opera
Spotify: Sami Asa / MY_13_Salom_240124_Operada Bir Gece
https://open.spotify.com/playlist/5ilZ9vqBdm61qVW3RlcEWK
KAYNAKÇA