Şeytanın zaferi için gerekli olan tek şey iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır!” Edmund Burke
Yozlaşma “Özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle zamanla yitirmek, soysuzlaşmak, özünden uzaklaşmak, bozulmak, dejenere olmak, anlamlarına gelmektedir.” Bu kelimeyi neden mi seçtim? Çünkü içinde bulunduğumuz zaman için en uygun kelime bu. Şu anda tüm dünyada her alanda bir yozlaşma süreci yaşanmakta. Bu yozlaşmanın kitlesel boyutta görünür hale geldiği en önemli alanlardan bazıları politika ve toplumların psikolojileri! Geçtiğimiz haftalarda Roma’da, 7 Ocak 1978’de öldürülen üç neo-faşist genç için anma töreni gerçekleşti. Bu anma töreni sırasında yüzlerce kişilik bir grubun toplu halde faşist selamı verdiği görüntülerin yol açtığı tartışma parlamentoya taşındı. Tepkilere neden olan görüntülerle ilgili milletvekillerine bilgi veren İçişleri Bakanı Matteo Piantedosi, ise sadece beş kişi hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu açıkladı. Muhalefetteki Demokratik Parti’nin (PD) lideri Elly Schlein, İtalya parlamentosunda yaptığı konuşmada yaşananlara tepkisini “Bu görüntüler kabul edilemez. 2024’ten değil, faşist rejimin hüküm sürdüğü 1924’ten çıkmış gibi” diyerek İtalya’nın içinde bulunduğu yozlaşmayı dile getirdi. Yozlaşmanın yaşandığı ve zamanda geriye gidildiği duygusu uyandıran diğer bir Avrupa ülkesi ise Almanya. Almanya son bir haftadır Gazeteciler Kollektifi Correctiv’in ortaya çıkardığı ırkçı gizli toplantı haberiyle çalkalanıyor. Correctiv’in sayfasında “Almanya’ya karşı gizli plan” olarak duyurduğu haberin detayları ise tüyler ürpertici. 25 Kasım 2023 tarihinde Potsdam'daki Landhaus Adlon’da elit sağın etkili isimleri, AfD liderliği, CDU'nun sağ kanadı ve "Değerler Birliği", Alexander von Bismarck gibi soylular ve Alman ‘orta sınıfının’ mali açıdan güçlü temsilcileri gizli bir toplantıda buluştu. Gün ışığına çıkan detaylar o günden bu yana ülke çapında öfke ve gösterilere yol açtı. Toplantıda yapılan planlamaya göre gelecekte AfD liderliğinde sağcı bir hükümetin iktidara gelmesi durumunda geniş ölçekte etnik-ırkçı standartlara göre homojen (ari) bir Almanya yaratmak amacıyla tersine göç (reimigration) planı ortaya konuyor. Kulağa II. Dünya Savaşı öncesi Nazi Almanya’sı gibi geliyor öyle değil mi? Bu planın ana hedefi ise, göçmen kökeni olan milyonlarca insanı ve aynı zamanda "Ari Alman olmadığını" düşündükleri herkesi sınır dışı etmektir. Alman vatandaşı olsalar bile! Üstelik toplantının yapıldığı Landhaus Adlon Oteli’nin bulunduğu Lehnitz Gölü yakınlarında benzer amaçlar taşıyan dehşet verici başka bir toplantı daha yapılmıştı; Wannsee Konferansı!
Wannsee Konferansı 20 Ocak 1942 tarihinde Berlin’de Lehntiz Gölü kenarında Nazi Alman rejiminin üst düzey yetkilileri tarafından yapılan bir konferanstı. Bu konferansta SS, NSDAP'den ve çeşitli bakanlıklardan 15 üst düzey temsilci Yahudilerin sürülmesi ve katledilmesinde nasıl işbirliği yapılabileceğini görüştükleri gizli bir toplantı gerçekleştirmişlerdi. Toplantı esnasında sınır dışı edilmesi gereken göçmen sayısını 20,2 milyon olarak belirlemişlerdi. Planda Yahudilerin imha edilmesi, yol yapım projelerinde iş için uygun olanların çalıştırılması, hayatta kalanların ise projelerin tamamlanmasından sonra öldürülmesi görüşülmüştü. Bu plan kapsamında Alman işgali altındaki Avrupa'da Yahudilerin çoğu yok edildi ya da toplama kamplarına gönderildi. Aynı zamanda burada alınan kararların bir sonucu olarak Nazilerin Sovyet savaş esirlerine karşı işledikleri suçlar kapsamında esir olarak ele geçirilen Sovyet Yahudilerinin yüzde 94'ü infaz edildi. 1942 ve 2023’te yapılan toplantıların yapıldığı yerin ortak olmasının yanı sıra dikkat çeken başka bir benzerlik daha var: 1942’de Yahudileri sınır dışı etmenin planını yapanların başında ‘Führer’ olarak bilinen Avusturyalı Adolf Hitler vardı. Şimdiki neo-Nazilerin ‘akıl hocası’ ise yine Avusturyalı bir kişi Avusturyalı Kimlik Hareketi’nin (IB) Lideri Martin Sellner.
Üzücü olansa bu yozlaşma sadece İtalya veya Almanya ile sınırlı değil! Dünya geneline yayılan Korona’dan daha tehlikeli bir pandemi ile karşı karşıyayız. Dünya insanlığı dahil oldukları veya doğdukları din, kültür, ırk, etnik kimliği diğerinden üstün, ayrı, farklı ve özel gördüğü, sol beyinle düşündüğü ve bundan ötürü ötekini öldürme, sürme, yok etme hakkını kendinde gördüğü yıkıcı bir hastalık ile karşı karşıya. Bu salgın bireysel düzeyde kendini ortaya koyarken kitlesel bir şekilde dünya haklarını etkisi altın almaya başlamış durumda. Üstelik bunu maske, mesafe ve hijyen ile durdurmak mümkün değil. Bu hastalığın tek ilacı saf bilgi, farkındalık, vicdan ve empati. Kitlesel hastalığın çözümü ise bu dört niteliğe sahip aydınlanmış bireylerin içinde bulundukları toplumun dini, siyasi, ekonomik kurumlarında gerekli Reform’u ve Rönesans’ı gerçekleştirmek üzere cesaretle harekete geçmeleridir. Aksi halde önümüzdeki yıllarda kendisini renk, dil, din, ırk etnik kimlikten dolayı seçilmiş veya üstün görenlerin yarattığı yıkım sonucunda dünyada yaşanacak yer kalmazken dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu bu yeryüzünden silinecek! Ki birileri aslında bunun gerçekleşmesini bekliyor bile olabilir!
İçinde bulunduğu karanlığa rağmen saf bilgi, farkındalık, empati ve vicdanla hareke geçenler her daim olmuştur. Bu değerlere sahip en iyi örneklerden biri 1970’ten beri Almanya'da savaşa karşı çıkan en büyük kahramanlardan biri olarak görülen Sophie Scholl. Sophia Magdalena Scholl, 9 Mayıs 1921’de dünyaya gelen Alman öğrenci ve Nazi karşıtı siyasi eylemcidir. Hayatı Marc Rothemund tarafından yönetilen, Son Günler (Sophie Scholl – Die letzten Tage) filminde sahneye taşınan kahramanımız, Alman direniş hareketinin bir parçası olan Nazi karşıtı şiddet içermeyen öğrenci direniş grubu Beyaz Gül'ün 21 yaşındaki üyesiydi. Münih Üniversitesinde, savaş karşıtı broşürler dağıtırken yakalandıkları için Sophie, ağabeyi Hans Scholl ile vatana ihanetten yargılandı ve suçlu bulundu. Sophie Scholl, 22 Şubat 1943'te idam edildi. İnandığı değerler uğruna mücadele eden Sophie'nin son sözleri şöyle olmuştur:
“Birisi bir başlangıç yapmak zorundaydı… Dünya’da nasıl adalet bekleyebiliriz, davalarını hakkıyla savunmaya çalışan bu kadar az kişi varken? Ne kadar güzel, güneşli bir gün ve ben gitmek zorundayım. Ama benim ölümüm niye sorun olsun ki, eğer insanlar bizim sayemizde uyanırlarsa ve harekete geçerlerse?”
Peki, sen de gerçeklere uyanıp harekete geçmeye hazır mısın?