27 Ocak vesilesi ile Ortadoğu'ya bir bakış

Uluslararası Adalet Divanında görülen ve İsrail´in, Gazze´de soykırım gerçekleştirdiği iddiasını taşıyan davada ara karar geçtiğimiz cuma günü açıklandı. 26 Ocak tarihi, ironi olsa gerek, Holokost Kurbanlarını Anma Günü olarak ilan edilmiş tarihten bir gün öncesine isabet etti. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu´nun 1 Kasım 2005 tarihinde, aralarında Türkiye´nin de bulunduğu 194 devletin ortak imzası ile aldığı karar uyarınca, Sovyet Ordusunun Auschwitz Ölüm Kampını ele geçirdiği tarih olan 27 Ocak günü böylesi bir anma için uygun görülmüş.

Marsel RUSSO Perspektif
31 Ocak 2024 Çarşamba

Esas itibariyle karar, toplumlarda ve bireylerde ırkçılığa karşı farkındalığı arttırmak amacını taşıyor. Hedef, özellikle okul eğitim programlarına ilave edilecek içeriklerle, geçtiğimiz yüzyılda yaşanmış benzersiz felaketin bir kez daha tekrarlanmasını engelleyecek ortamı yaratmak, insanlar arasındaki farklılıkların barışı dinamitleyecek bir unsur teşkil etmediğini gelecek nesillere anlatmak. Holokost inkarcılığı şeklinde yayılmaya çalışılan maksatlı yanlış bilgilendirilmenin önüne geçmek…

7 Ekim’de Hamas’ın güney İsrail’deki kentlere yaptığı baskınların, Holokost’tan bu yana, bir günde en çok Yahudi’nin öldürüldüğü vahşi bir katliama dönüşmesi, 2024’deki anma gününü daha anlamlı kıldı. Hamas, bir kısmını serbest bırakmış olmasına rağmen, akıbetleri belli olmayan yüzden fazla rehineyi elinde alıkoymaya devam ediyor. Bunun sonucu, 7 Ekim’in hemen ertesinde başlayan savaş durumu, üzerinden geçen neredeyse dört aya rağmen halen devam ediyor.

İsrail’in Gazze’de başlattığı askeri harekatın akisleri ise dalga dalga geliyor. Son olarak Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanına taşıdığı davanın konusu, İsrail’in bölgede soykırım yaptığı iddiası. Bu anlamda, savaşın soykırım olarak tanınması, İsrail’in saldırılarını derhal durdurması talebi, gelecekte daha sık gündeme gelmesi beklenen bir süreci tetiklemiş bulunuyor.

Güney Afrika, uzun süredir İran üzerinden Hamas ile ilişkilerini güçlendirmiş bir ülke. İslam alemi dışından bir ülkenin böylesi bir girişime ön ayak olmasının dünya kamuoyu önünde daha olumlu bir etki yapacağı hesaplanmış olacak ki, görev Güney Afrika’ya verilmiş. Apertheid rejimine karşı haklı bir başarı kazanmış böyle bir oyuncunun, “Apertheid ile suçlanan” İsrail’e karşı atacağı böylesi bir adımın, daha janjanlı bir efekt yaratacak olması da işin bonusu olarak düşünülmüş adeta… Johannesburg Belediye Başkanlığına adaylığını koyan bir siyasetçinin sosyal medyaya yansıyan bir elinde silah tutan fotoğrafının üstüne “Biz Hamas için varız, Hamas bizim için var. Birlikte Filistin’iz ve Filistin serbest kalacak. Ruhumuzla, kanımızla El Aksa’yı fethedeceğiz!” yazması durumu bir nebze de olsa açıklıyor.

Sav ise tamamen Hamas’a bağlı Gazze kurumlarının verdikleri sayılara dayanmakta ve bunların doğruluğunu sorgulamaktan uzak. İsrail bir gündeki kayıplarını üç ay sonra ancak derleyip toparlama seviyesine gelirken, Gazze’deki yetkililerin ölü sayısını hangi esasa göre öyle çabuk ilan ettiklerini sorgulamak, dünyanın yarısından fazlasının aklına bile gelmeyen ince bir husus.

Sivil halkın arasına – ya da arkasına – sığınarak onları İsrail ateşine hedef olarak sunmak, halkı yönetmek gibi bir amaç için yola çıkan hiçbir siyasi oluşumun tutacağı yol olamaz. Eli silah tutanların sivillerden ayırt edilemediği, okullarda, hastanelerde, camilerde konuşlanan mevzilerden İsrail’e her gün yüzlerce roket gönderildiği, şehir savaşının en acımasızın yaşandığı Gazze’de, “suçlu olarak” topu her defasında İsrail’in sahasına indirmek, sallanan parmağın muhatabının her defasında İsrail olması ne kadar adil?

Örneğin Mısır’ın – bir zamanlar kendi vatandaşı olan – bu insanlara neden sırtını döndüğü, Sisi yönetimi ile Müslüman Kardeşler temelli Hamas arasındaki köşe kapmaca oyunun her daim ebesi olan Gazze halkından refahın neden esirgendiğini anlayan beri gelsin. Eğer İsrail Gazze’de iddia edildiği gibi bir soykırım yapıyorsa, Mısır neden duruyor? Ya kapılarını açar ve yüzbinlerce kişi içeri girer ya da İsrail ile değişik bir tonda konuşur.

Sisi’nin Antik Mısır’a sahip çıkan kültür politikası ile Arap kimliği arasına sıkışmış yönetiminin kendi topraklarında, on yıllardır Arap ülkeleri tarafından göz ardı edilmiş Filistinlileri görmek isteyeceğini düşünmek hayalperestlik olur. Hamas, 2007’deki seçimlerde yönetime geldiğinden bu yana, devletler topluluğundan ve uluslararası kuruluşlardan almış olduğu yardımı silaha, rokete ve dünyanın değme metro hatlarına taş çıkartacak tünellere yatırmış olması ise işin hazin başka bir yönü.

Hamas kendi halkını düşünüyor mu? Savaştaki kayıplarını ilan ettiğinde asker – sivil ayırımı yapıyor mu? Ölenlerin kaçta kaçı asker? Bunlar ne dünyanın ne de İsrail’i sanık sandalyesini oturtmanın gururunu yaşadığı heyetinin her halinden belli olan Güney Afrika’nın bilgisi dahilinde değil. Ölen çocukların yaşları hakkında bilgi yok! Hamas 19 yaş altını çocuk sayıyor. Peki bu çocukların kaçta kaçı aktif savaşın içinde? İddialar 13 yaşından itibaren çocukların – veya ergenlerin – eline silah tutuşturulduğu yönünde. Okullarda verilen yüksek dozdaki Yahudi karşıtı eğitim de işin cabası.

Son olarak Birleşmiş Milletleri bağlı UNWRA’nın bazı çalışanlarının 7 Ekim baskınına katıldıkları tespit edildi. Hastanelerdeki sağlık personelinden okullardaki öğretmenlere Hamas’a verilen destek, İsrail’in bölgede ele geçirdiği kanıtlarla bir bir ortaya çıkıyor. Elbette ki bunların münferit katılımlar olduğu, asla Birleşmiş Milletleri ve kuruluşlarını bağlamayacağı şeklinde bir savunmaya başvurulacaktır. Benzer yorumlar basına ve sosyal medyaya düştü bile. Gelin görün ki olaylar ortada. Her gün Gazze ile ilgili yeni bir kanıt çıkıyor gün yüzüne.

Savaş en son çare olmalıdır ve koşullar öyle gelişmiştir ki, İsrail bu en son çareye başvurmak zorunda kalmıştır. İnsanların ölmeleri, yaşamların geri dönmeyecek şekilde yitip gitmesi çok acı! Akilane düşünen kimsenin bundan hoşnut olabileceği beklenemez. Elbette ki durumu istismar edenler olacaktır. Hamas’ın varlığı ve tutturduğu yol İsrail’de karşılığını bulmakta, bazı çevrelerin barışa katkı sunmayacak yorumları, söylemleri bölgenin makul geleceği ile ilgili endişeleri arttırmaktadır.

Buna rağmen, kimse Hamas ile İsrail’in arasında hayata geçirebilecek bir diplomatik teşebbüsten söz edemiyor. Barbarca saldırıdan, saldırıda uygulanan cinsel şiddetten, bunları kayda alma sapkınlığını gösteren bir anlayıştan medet uman, benzer katliamların devamının olacağını ilan eden bir siyasi irade ile diplomatik yolla bir sonuca gitmek ne kadar olasıdır?

Uzun süredir İsrail’i haritadan silmekle tehdit eden İran bölgedeki en başarılı ve istikrarlı siyaseti yürüten ülke durumunda şu anda. Bir yanda Lübnan – Suriye – Irak üzerinden oluşturduğu Şii ekseni ile Ortadoğu’yu pratik olarak kontrol ediyor, öte yandan Yemen’deki yandaşları üzerinden Süveyş yoluna hakim oluyor, dünya ticaretinin üzerine ipotek koyuyor. Bırakın ABD’yi ve İsrail’i, Körfez ülkelerini dahi yoran, endişelendiren bir durum bu!

Ve ne yazık ki Filistin halkı üzerinden gerçekleştirilen ve onun bağımsızlığına yaramayacak olaylar dizini ile karşı karşıya bölge. Filistin’in refahına giden yolun yalnız İsrail’den geçmediğinin bir kanıtı gibi duruyor bu gerçek karşımızda.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün