Azınlıkların, kadim İstanbul´un, yeme-içme kültürünün izini süren romanlarıyla çağdaş Türk edebiyatına damga vuran sevgili Mario Levi´yi geçtiğimiz hafta ebediyete yolcu ettik. Toplum olarak sadece üretken bir kalem adamını, başarılı bir düşün ustasını, mükemmel bir öğretmeni değil, nazik, mütevazı ve iyi bir insanı da kaybetmiş olduk.
Mario Levi’yi şahsen tanırdım. Annem ve kayınvalidem annesiyle arkadaştılar. Aynı semtte yaşadığımız için annesiyle sık sık sokakta karşılaşırdık. Beni durdurur, ayaküstü çok sevdiği oğlunun kitaplarından, faaliyetlerinden gururla bahseder ve “Şalom’a yazarsınız değil mi” diye de eklerdi.
Mario ile çeşitli vesilelerle, ki bunlar gazetedeki görevim dolayısıyla hiç te az sayılmazdı, karşılaştığımız ortamlarda sohbet eder, Şalom’dan, romanlarından ya da televizyon için yaptığı kültür ve edebiyat programlarından söz ederdik. Şalom’u çok önemserdi. İçten, insancıl ve alçak gönüllü bir kişiydi. Yemek pişirmeye özellikle de yanında büyüdüğü babaannesinden öğrendiği Sefarad mutfağına en az edebiyata olduğu kadar meraklıydı.
Kitaplarıyla ilgili yaptığım söyleşiler arasında ‘Lunapark Kapandı’ beni en çok etkileyeni olmuştur. Yeldeğirmeni’ndeki dededen kalma evine; antika bir çalışma masası ve kitaplarla bezenmiş, lebiderya Haydarpaşa Garı manzaralı çalışma odasına saatlerce konuk olmuş ve harika bir röportaj gerçekleştirmiştik. Mario sorularıma sabırla cevap vermiş, insana huzur veren sakin sesi, ağzından tane tane çıkan ve her biri adeta bir vecize niteliği taşıyan cümleleriyle beni mest etmişti.
Bu topraklardan bir Mario Levi geçti hiç unutmayacağımız, eserlerini okumaktan ve okutmaktan vazgeçmeyeceğimiz… Hatırası karşında saygıyla eğiliyorum.