Mario Levi ile aramızda 15 yaş farkı vardı. Ancak Fransızca konuşulan bir evde büyümek, Fransız okullarda Fransız edebiyatı tahsili yapmak, kısaca “Frankofon olmak” gibi müşterek bir yönümüz vardı. Sohbetlerimizde, Mario bir yazarın yaratıcılığın arkasında yatan araştırmanın, bilgi depolamanın öneminden, bir iletişim eğitmeni olarak aldığı keyiften bahsederdi. İlgi alanım olan sinemayı sohbetlere katmayı hiç ihmal etmezdi. Mario’nun insana huzur veren sesiyle yaptığı paylaşımları, içten, sıcak sohbetlerini unutmayacağım. Mario nazik, düşünceli, zarif ve naif biriydi. Her zaman olumluydu, sesini yükselttiğini hiç hatırlamıyorum. Terbiyeliydi, paylaşımcıydı, çalışkandı. Her sohbetimde renkli kişiliğinden izler bulurdum.
Şalom’un 60. yıldönümü kutlaması kapsamında, gazetenin 60 yıllık tarihini içeren bir kitap projesi vardı. Altı yazar onar yıllık dilimleri araştırarak, yaşadıklarını, anılarını yazacaktı. 80’li yılları üstlenmeye talip oldum. Zira 1984, Şalom’un Avram Leyon’dan Yahudi Cemaatine geçtiği yıldı. 1966’dan itibaren Avram Leyon’un gazetesinde sinema yazıları yazmıştım. 80’li yılların hayatta olan Şalom yazarlarıyla randevulaştım. Aralarında Mario Levi de vardı. Yaptığımız söyleşide Şalom’un ikinci döneminde kültür sayfasında yer almanın keyfini anlatmıştı. Mario ilk gazetecilik deneyimlerinden olan, uzun sürmeyen Şalom serüvenini ve ayrılma sebebini açık yüreklilikle anlatmıştı. Tabii of the record anlattıkları kitaba girmedi, bende kaldı.
Mario’nun Fransız bestekar ve şarkıcılarından oluşan çok zengin bir koleksiyonu vardı. Şalom’dan ayrıldıktan sonra kariyerinin ilk kitabı ‘Jacques Brel: Bir Yalnız Adam’ı yazmıştı. Bu yüksek tahsilini yaptığı İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünün bitirme tezinin romanlaştırılmış haliydi. İkinci kitabı, otobiyografik özellikler taşıyan ‘Bir Şehre Gidememek’ ile 1990’un Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandı. Bu romanda Mario “Her Yahudi gibi ben de ‘vatansız’dım, ‘güvenilmez’dim, ‘yabancı’ydım” demişti. Mario üniversitedeki hocası Haldun Taner adına verilen ödülü kazanmadaki memnuniyetini hep dile getirirdi. 13 yıl aradan sonra, İstanbul’da yaşayan bir Yahudi ailenin hikayesini anlatan ‘Bir İstanbul Masalı’ ile Yunus Nadi Roman Ödülünü kazandı.
Asya yakasına geçmekten hoşlanmadığı için, Moda’da oturan Mario ile son yıllarda ancak etkinliklerde karşılaştık. TV’deki programlarını izlemekten, Oksijen’deki yazılarını okumaktan keyif alırdım. Kendini bir İstanbul aşığı olarak tanımlayan Mario, bir Fransız gazetecisine “Benim en derin vatanım Türkçe’dir” diyen ve kitapları 25 dile çevrilen, edebiyatımızın emekçilerinden biriydi. İstanbul’u en güzel anlatan yazar olarak, Mario tıpkı Jak Deleon’un yaptığı gibi kitaplarında her zaman İstanbul tutkusuna yer verirdi. Ders verdiği üniversitenin hastanesinin yoğun bakımında son günlerini geçiren Mario, uzun süredir mücadele ettiği hastalığa yenik düştü. Oysa ki Mario’nun yazılacak pek çok romanı, verilecek dersleri vardı. Bir yıldır üstünde çalıştığı Ladino dilindeki romanı bitiremeden aramızdan ayrıldı. Gerçek ve üretken bir entelektüeli kaybettik; ancak anılarımızda ve edebiyatımızda yaşamaya devam edecek.