Alberto Modiano
İstanbul’dan bir yazar geldi geçti. O yazar hiçbir zaman ölümü konu etmedi yapıtlarında ama ölmüş insanları romanlarında ve hikayelerinde konu ederken, onları yüceleştirdi ve edebiyat dili ile ölümsüzlüğe götürdü. Bu kişi şüphesiz Mario Levi idi.
Her yazar, kimi zaman toplumuna somut bazen de soyut gibi görünse de Mario, yapıtları ve yaşama şekli ile başta dilimizi yani Türkçemizi, sonra insanları ve küçük mutluluklardan zevk almasını bilen bir kişilikti. Birkaç kuşaktır İstanbul’un kültürüyle yoğrulmuş bir aileden gelen biriydi. Dolayısıyla bugün sayıları her geçen gün azalan gerçek bir İstanbul beyefendisi idi. Belli ki sadece okuldan almış olduğu o üstün eğitimle kalmamış aynı zamanda aile ve büyüklerinden gelmiş çok özel bir saygınlığa sahipti.
Mario Levi’nin yaşamı hep edebiyatla geçti. Sevdi ve sevildi. Çok okuyan ve araştıran biriydi. Edebiyatın birçok gizli kalmış püf noktalarını araştırır, öğrendikçe paylaşır ve insanların da bilgi dağarcıklarının da genişlemesine lider olurdu. Düzenlediği yazı atölyelerinde, birçoğumuzun yaratıcı yazabilme heyecanlarına destek olurken, bazılarının yazar olmasını ya da en azından bu yolculukta amatör heyecanlarına öğretici bir kılavuz oluyordu. Öğretmeyi sevgi ve sabırla ve birlikte keşfetme, yaratma heyecanıyla yaşıyordu, yaşatıyordu.
Türk Edebiyatında yazdığı romanlarda en çok ülkenin azınlık kültürünü anlattı. Özellikle romanlarının birçok karakteri Yahudi kültüründendi. O karakterler şimdilerde çok geride kalmış bir dönemin yemekleri, şarkıları, eğlenceleri, iş hayatları ve yaşanmış birçok gizli aşkları ile bir kent kültürünün naif insanlarıydı. Bunca karakteri yaratmış ve yazmış bir kişilik aynı kültürde harmanlanmış ve yaşamış Mario’dan başkası olamaz. Ve yazdıkça güzel Türkçemizi çok güzel kullanan bir yazardı. Dilimize sahip çıkmayı öğretti.
2004’te Mario’nun yazı atölyesine katılmıştım. Bu serüvenin zor ve engin denizlerinde boğulurcasına boğuşmak üzere bir yarış olduğunu çok çabuk anlamıştım. Tam pes edip, havlu atacakken, Mario beni serüvenin içine almıştı. Paylaşımcılık ve birliktelik budur, lügatinde vazgeçmek yoktu.
Mario’nun yazı dilini seven de var, sevmeyen de. Ama sonuçta onun kitapları arasında dolaşırken, bir aynada ya da romanlarına konu olmuş bir fotoğrafın karesinde kendinizi bulabilirsiniz. Zira edebiyatında özellikle son dönem yapıtlarında fotoğrafı da bir anlatım dili olarak seçmişti. İyi bir edebiyat kişiliği olabilmek için yaşamın birçok dilini kavramak, yaşamak ve zevkini almanın yollarını anlattı. Bunu kimi zaman romanlarına yansıtırken, kimi zamanda edebiyat heyecanını yaşayanlar için kılavuz oldu. Kısaca Mario yaşama sanatını bilen ve öğreten bir sevgi insanı idi.
66 yıllık ömründe duygularına hep engin çiçek tarlalarında çoğalan kelimelerle anlattı. Her cümlesi sevildi. O da çok sevildi ve cenazesinde sevenleri Acıbadem Mezarlığından sokaklara taştı.
Mario’nun ardından dilinden dökülen güzel sevgisi kaldı. O dil hep yaşayacak.