Gidememek…

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Toplum
7 Şubat 2024 Çarşamba

İstanbul’un en güçlü kalemiydi o… Ve en sağlam sevdalısı… Neredeyse babası… Bu şehir, bütün öyküleriyle ondan sorulabilirdi. Dünü ve bugünü; en renkli, en tanıdık ve en farklı şekillerde bize oktan yeşil mürekkebiyle yazılmış satırlardı… İstanbul, yetim kaldı.

Sevgili Mario Levi’yi kaybettik…

Kaybolur mu böyle değerli insanlar? Yoksa kaybolmamaları için Tanrı onlara başkalarına lütfetmediği yetenekler verir ve onları sonsuza kadar yaşatır mı? Ben, ikincisine inanmayı seçiyorum.

Mario Bey’i tanıdığımda ‘En Güzel Aşk Hikayemiz’ yeniden basılmış ve raflardaki yerini henüz almıştı. Yazdığım kitapla ilgili güzel düşüncelerini paylaşmak için Bensiyon Pinto’nun ofisine gelmişti. Derin bakışları; sıcak ve samimi sesi, sahiciliği ve sağlam karakteriyle bizi çok etkilemiş ve mutlu etmişti. Kendisini okulda ağırlayıp ağırlayamayacağımızı sorduğumda, ne demek, benim için şereftir deyip gelmiş; öğrencilere doğup büyüdükleri, yaşadıkları bu efsanevi şehrin sokaklarını adeta ellerinden tutarak gezdirmişti…

Ona, ‘Bir Şehre Gidememek’ kitabına verdiği bu adın son sözcüğünün çok etkileyici ve düşündürücü olduğunu söylediğimde bana, “Bu şehir kadar değil, belki de bu sebeple bazen gidemez insan gitmek istediği yere” demişti. Bu cümlelerden sonra bir kitap daha yazılabilir, dediğimde uzun uzun gülmüştük. Aslında ciddiydim. Kalemi güçlü yazarlar, yüreklerinin derinliklerinde sakladıkları ayrıntıların ancak bir kısmını satırlara dökerler bana göre… Kalanların üstünde düşünüp konuşmaya başladıklarında en az yazdıkları kadar sağlam yeni cümleler kurarlar kendi kendilerine…

Mario Levi de böyle bir kalemdi. Televizyonda Ahmet Ümit ve İskender Pala ile yaptıkları ‘Önce Söz Vardı’ programının ilk bölümünde, dünyanın var oluşundan beri insanoğlunun üstünde durmayı en çok sevdiği konunun aşk olduğunu konuştuklarını hatırlıyorum. Aşk’ın tanımını yapmayı seçen bu üç usta, sözü Mevlana ve Şems hikayesine getirince Levi, “Aşk güzel şey ama bunun bir de ayrılık faslı var, o geldiğinde büyük bir acı yaşanıyor, nedir bu acının sebebi? Sevgiliyi bir daha görmemek mi, göremeyecek olmak mı? Sadece bu değildi mesele hatta sevgilinin bir başka sevgiliye gidebilmesi ihtimali bile değildi. Senin o sevgilide ölmen… Ayrılıkla ölüm… Birbirini besleyen duygular, belki de en çok bunun için üzülürüz. Beni artık, hayatından çıkardı. Ama aşk dediğin hiçbir zaman bitmez. Ayrılık olsa bile bitmez, sadece şekil değiştirir” demişti. Meksika’da bir meydanda hâlâ, okuma yazma bilmeyen insanların aşk mektubu yazdırdıkları arzuhalciler olduğunu, sırf bunu görmek için bile oraya gidilebileceğini söylemişti. Hayata ve edebiyata böylesine sağlam bir bağla, gerçek bir farkındalıkla bağlıydı… Edebiyatın asıl konusu insandır, o da edebiyata asıl yakışan insandı bana göre. Bir röportajında, “Yazmak hayatın kendisi. Sahiciliğin daha çok farkına vardığım ya da varmaya çalıştığım yer. Ölüme direndiğim yer. Ya da doğru bir ölümü hak edebileceğime inandığım yer” demiş…

Bu dört cümlelik yorum paragrafı, onun hayatla ölüm arasında kurduğu köprü… Yazmak, onun ölüme direndiği yer olmuş.

Ben böyle bir ana düşünceye varıyorum bu tümdengelim ifadede:

Yazmak hayatın kendisiyse yazmış olanlar, asla ölmezler…

Sevgili Mario Levi’nin yazdıkları hep var olacak, o zaman o da yazdıklarıyla hayatın içinde olmaya devam edecek…

Bir şehre gidememek olmadı onunki, bir şehirden gidememek oldu…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün