Hep bir ablası olsun istediğini söylerdi Mario Levi ve 1990’da nerdeyse tanışır tanışmaz, bana bu rolü yakıştırmıştı.
Zaman içinde onunla Fransız ekolünden gelme, Jacques Brel’in şarkılarıyla operayı sevme, anne babadan ziyade anneannede yaşamayı ve tabii yazı yazmayı en büyük mutluluk sayma gibi pek çok ortak noktamız olduğunu keşfettik. Otuz küsur yıl boyunca iş ve özel yaşamlarımızın çeşitli evrelerinde görüştük, konuştuk, güldük, birbirimize çeşitli konularda danıştık, WhatsApp’tan okunacak eser adları, denenecek yemek tarifleri yolladık ve bazı etkinliklere birlikte katıldık… 1992 yılında Şalom Gazetesinde bir süreliğine çıkarttığım Fransızca ekine o güne dek yazmış olduğu eserler konulu, 1999 tarihinde de Virgül dergisi için ise kült kitabı diyeceğiniz ‘İstanbul bir Masaldı’ başlıklı romanıyla ilgili birer röportaj gerçekleştirmiştim onunla. İkimiz de İTEF (İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali) tarafından düzenlenen panel ve konferanslara arka arkaya birkaç yıl konuşmacı olarak katıldık. Şalom’un tertip ettiği Gila Kohen Öykü Yarışmasında ise jüri üyesi olarak görev aldık. Bu arada başarının ve ünün basamaklarını hızla tırmanan Mario hep aynı Mario kaldı. Nazik, sakin, sabırlı ve mizah dolu. “İçimdeki mizah bir öfkeyi bir hayatta kalma savaşımını barındırıyor” demişti bir röportajımızda1.
Ben ona zaman zaman ablalık ettiysem, onun da bana ağabeylik ettiği dönemler olmuştur. Özellikle de edebiyatta ilk adımlarımı attığımda…
Kendisi en gerçek anlamıyla bir edebiyatçıydı. Edebiyat onun için bir yaşam tarzıydı. Kimi zaman mutluluk getiren kimi zaman acı veren zorlu bir yolculuk… En ‘doğru’ eserlerin büyük acılar sonucunda gün ışığına çıktığına inanırdı zira.
Eserleri öncelikle üç büyük tutkusundan besleniyordu: Aşk, İstanbul ve gastronomi
Aşka aşıktı; sonunda güvenli bir limana sığınana kadar hep bir idealin peşinden koşup acılarla sonlanan pek çok fırtınalı ilişki yaşadı.
Doğup büyüdüğü İstanbul’a tek kelimeyle sevdalıydı. Bu sevdayı ve Mario’yu bence çok güzel anlatan Nebil Özgentürk’ün sözlerine burada yer vermek istiyorum: Mario Levi… ‘Eski bir İstanbul şarkısı’ydı. Yazıları ve romanları, iyiyi, “Ahh güzel İstanbul”u anlatıyordu. Gözleri yüreği gibi iyi bakıyordu. Mario Levi’yi kaybettik. İstanbul kaybetti…
Yemek pişirme merakı ve gurmeliği ise sadece ailevi değil, kültürel mirasını da temsil ediyordu. O denli önemli bir meraktı ki anneanne tariflerini sıradan bir yemek kitabında değil, ‘Size Pandispanya Yaptım’ başlıklı edebi bir eserde toplayıp sundu okura.
Üç dilde büyüyen Mario, tek vatanı olarak yazı yazdığı dilli, Türkçeyi gördü.
Mario Levi'nin ardında bıraktığı izin, sadece edebiyatta değil, yaşamın her alanında hissedileceğine, nazikliği, sakinliği ve derin düşüncesinin, dostlarının ve okuyucularının kalbinde daima yaşayacağına inanıyorum.
[1] Behmoaras, Kasım 1999, Virgül, s.18