Tefekkür, içsel sezgilerinizi kullanarak manevi yolda yürümenin bir yoludur. ´Işık Kırıntıları´ başlığı altında kaleme aldığım yazılarımda Yüce Tanrı´nın içimdeki değişime ilham veren ışığını ima yoluyla sizlerle paylaşmaya çalışıyorum.
Hatırası mübarek olsun Amerika’ya hocamı görmeye gitmiştim. Manhattan'da dolaşırken, gerçek New Yorkluları turistlerden hemen ayırt edebiliyordunuz. Çünkü onlar dümdüz ileriye bakarak yürümeye devam ediyordu. Dünyanın en yüksek veya tarihi gökdelenlerinden birinin yanından geçiyor olmaları onlar için önemli değildi. Oysa turistler yukarı bakmaktan kendilerini alamıyordu. Peki, tam tersi nedir?
Kırsal bir bölgede olduğunuzda New Yorkluları hemen ayırt edebilirsiniz?
Yıldızların görülmediği bir yerde yaşayanlar bu fırsatı yakaladıklarında kendilerini gökyüzüne bakmaktan alıkoyamaz. O muhteşem manzaranın tadını çıkarırken Manhattan'daki turistler gibi olurlar.
Yukarıya bakarken ilerlemeye çalıştıklarında bazen bir şeylere takılıp düşebilirler, insanlara çarpabilirler ve insanlar şaşkın şaşkın bakarken sanki şöyle der: “Evet, bu yıldızlar kesinlikle ilginç ancak birkaç yüz bin yıldır hemen hemen aynı görünüyorlar, ama onları şimdi keşfettiğine sevindim!”
Yine böyle yıldızlı bir gecede gökyüzünün altında çaresizce Yaakov tarafından kılınan ve beni derinden etkileyen Tora’daki en olağanüstü duadan söz etmek istiyorum. Karanlığı delen o sessiz çığlıktan…
Yıldızlara bakmak son derece paradoksal bir duygudur. Bir yandan o uçsuz bucaksız sessizliğin içinde dinginlik deneyimini tatmak, öte yandan, kendinizi önemsiz derecede küçük hissetmenize neden olacak bir fenomen.
Zira genelde her birimiz kendi dünyalarımızın merkezlerinde yaşarız. Kendi ihtiyaçlarımıza odaklanırız. Ne kadar cömert ya da fedakâr olursak olalım, genelde her birimiz kendi evrenimizin merkeziyiz. Sonra yıldızlara bakıyorsunuz ve farklı bir bakış açısı elde ediyorsunuz.
Binlerce yıl önce bile insanlar yıldızlara bakıp onlardan şu mesajı çıkardı; sanırım düşündüğümden daha küçüğüm. Yahudi geleneğinde bu fikir Mezmur 8'de ifade edilir.
Bilim hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, manevi reflekslerimizin giderek zayıfladığını görmek bana şaşırtıcı gelir. Ancak doğa yolu ile (ayna) elde edilen deneyimler bize güçlü tinsel duygular kazandırır.
Uzayda savrulan önemsiz bir kayanın üzerindeki kimyasal yığını olmamıza rağmen kaderimizi kontrol etmek için zekâmızı önemli ölçüde kullanmayı başarıyoruz. Böylece beklenmedik derecede de özel olduğumuzu anlayabiliyoruz.
Genetiğin muazzam zorluklarına rağmen hayattayız, maddenin evrendeki normal, öngörülebilir durumu ‘rastgelelik’tir… Oysa biz, tam tersine, tamamen organize yapılarız. Doğamız gereği olasılığı ihlal ediyoruz. Buna, türümüzün her bir üyesini benzersiz kılan biyolojik olasılıksızlığı da ekleyin.
“Dans etmeyi asla bırakmayacağız”
Abraham Joshua Heschel'in söylediği bu fikir, tüm dini ifadelerin özünde yer alır. Buna ‘Radikal Hayret’ adını veriyordu. Heschel'e göre dindar olan ile olmayan kişi arasındaki fark, birinin Tanrı'ya inanması, diğerinin inanmaması değildir. En önemli fark, manevi olanın dünyaya hayran kalması, olmayanın ise dünyayı hafife alması veya dünyadan biraz sıkılmasıdır.
Yaratıcı’nın tüm yaratımına olan bu hayranlık duygusuna, huşu hissetme haline ‘Yirat Hashem’ denir. Bunu gerçek anlamda deneyimleyebilenler hayranlık anında ürpermekten ve O’nun büyüklüğü karşısında yaratılanın küçüklüğünü görmekten kendilerini alamazlar.
Belki birçoğumuz varoluşumuzun olağanüstü mantıksızlığı üzerine düşünmek için pek sık durmuyoruz.
Neden buradayız?
Evet, bazılarımızın, ailesine, sevdiklerine karşı yükümlülükleri ağır ve yapılması gereken önemli işler kendilerine zaman ayırmalarına olanak tanımıyor. Oysa hem küçük bir o kadar da özel olduğumuzu düşünmek, çoğu insanın düzenli olarak yapılacaklar listesinde yer alması gerekir.
Yıldızlar her zaman oradadır. Ama bizim yarattığımız yapay ışık yüzünden onları göremiyoruz. Dünyamızın çok ötesini görebildiğimizi hatırlamalıyız.
Peki, yarattığımız bu yapay ışıklar nedeniyle kendimizin ötesindeki dünyada neyi görmeyi kaçırıyoruz?
Bu Yahudi duasına yön veren temel sorulardan biridir. Yahudi geleneği bize düzenli aralıklarla ışıkları kapatmanın fayda sağladığını söyler.
Yıldızları görebilmemiz için bize, rutinlerimize ve ihtiyaçlarımıza ara vermemizi tavsiye eder. Küçüklüğümüzü görebilmemiz için… Aksi takdirde, kriz zamanlarında karşılaştığımız zorluklar karşısında muhtemelen bunalıma gireceğiz. Bu açıdan bakıldığında duanın Tanrı'yla çok daha az, bizimle çok daha fazla ilgisi olduğunu söyleyebilirim.
Tanrı var mıdır, Tanrı ne yapar ve Tanrı ne yaratır? Bunlar ilahiyatçıların tartışacağı konulardır, ancak tam olarak duanın konusu değildir.
Dua, her şeyden çok daha küçük ve aynı zamanda çok özel olduğumuz yönlerimizi tanımakla ilgilidir.
Rabi Marc Gellman aslında dört tür Yahudi duası olduğunu ifade etmiştir ve bunlara 'Vay Be, Teşekkürler, Oops ve Ver' adını vermiştir.
Bu, Yahudi duasının içeriğini ve ne ifade ettiğini aktarmanın sevimli ve çocukça bir yoludur.
'Vay Be' duaları – Shevach’tır. (שבח )
İçinde yaşadığımız dünyaya - onun güzelliğine, ihtişamına, büyüklüğüne - hayranlığı ifade eden pasajlardır.
'Teşekkür' duaları – Hoda’ah’tır. (הודאה)
Hayatımızdaki tüm nimetler için şükran ifadeleridir ve onları hafife aldığımız açıktır. İçinde bulunduğumuz sandal sallanana kadar, altımızdaki suyun farkına varmayız.
'Oops' duaları – Slihah’tır. (סליחה)
Yamim Noraim günleri boyunca bunlara çok aşina oluyoruz.
'Ver' duaları – Bakasah’tır. (קשהב )
İstek dualarıdır. Çoğu insanın 'dua'yı düşündüğünde aklına gelen şeyin bu olduğu göz önüne alındığında, bunlar aslında dua kitabının çok küçük bir yüzdesidir.
Kişi 'Vay Be' ve 'Teşekkür' dualarını, isteme eğiliminde olduğunu hissettiği anlarda 'Ver' duaları ile değiştirme eğilimindedir. Bunun nedeni, Yahudi duasının doğası ve amacının, dua eden kişiyi dönüştürmek olmasıdır.
Biz genellikle duanın amacının Tanrı'yı ve Planlarını kendi isteğimiz doğrultusunda dönüştürmek olduğunu düşünürüz.
İbranice 'dua etmek – le’hitpalel (להתפלל)’ sözcüğünün dönüşlü (edilgen) bir fiil olmasının nedeni budur. Duanın dünyadaki gerçekliği değiştirebileceğine inanıyorum. Ancak dua daha güvenilir, daha düzenli bir şekilde kendi üzerimizde etki eder.
Ortaçağ İtalyan Yahudi bilgesi Leon de Modena bunu bir metaforla şöyle ifade ederdi. “Bir teknenin içinde kendini kıyıya çeken bir adam hayal edin. Şayet daha iyisini bilmiyorsak kıyıyı kendine çekiyormuş gibi görünebilir.” Ama aslında kıyı sabit olduğu için hareket ettirilen teknedeki kişidir.
Duada da öyledir. Dua ettiğimizde Tanrı'yı irademize yaklaştırdığımızı düşünürüz. Ancak gerçek dua tam tersini yapar. Bizi Tanrı'nın iradesine yaklaştırır.
Yaakov’un duası
Tora’daki en olağanüstü ve en güçlü dualardan biri, yıldızlı bir gece gökyüzü altında atamız Yaakov tarafından kılındı. Her şey gece yıldızlı gökyüzünün fonunda gerçekleşiyor;
"Katonti mikol hasadim/Senin iyiliğin (nezaketin) yüzünden küçüldüm (eksildim)” (Bereşit 32:11)
Yaakov, yıllar önce kaçtığından beri ilk kez kardeşi Esav'la buluşmaya hazırlanırken büyük bir sıkıntı içindedir. Aşem’in kendisini kurtarmasını ister ve yüreğinden dökülen bu sözcüklerle yakarır. Ve “Hatzileni nah / Lütfen beni kurtar!" diye ekler.
Katonti, (קָטֹ֜נְתִּי) sözcüğü sadece ‘Ben layık değilim’ anlamına gelmez. Kelimede örtülü bir şey vardır. “[Büyüklüğüme rağmen] ben layık değilim”. Bu, alçakgönüllülüğün nihai ifadesidir.
Bazen insanın "Katonti mikol hasadim / Sonsuz iyiliğin yüzünden küçüldüm" sözlerini gerçekten anlayıp onunla ilişki kurabilmesi için kişisel bir mucize yaşaması gerekir.
Yaşamımın en karanlık dönemlerinde gerçekleştirdiği mucizelerin içinde O’nun varlığını deneyimlediğim her defasında Tanrısal nezaketinden ve sadakatinden dolayı küçüldüm, eksildim ve büyüklüğü karşısında bir hiç olduğumu gördüm. Tıpkı Yonatan Razel gibi.
Yonatan Razel’in büyükbabası yaşadığı Hollanda'dan sınır dışı edilir ve kendini Sobibor'a giden bir nakliye aracında bulur. Trenden atlayarak kurtulmayı başarır. Savaştan sağ kurtulur ve aliya yapar. Hayatının ilerleyen dönemlerinde ormana kaçtığı geceyi anlatır. “Sırtımdaki kıyafetlerden başka hiçbir şeyim yoktu ve şimdi Eretz Yisrael'de torunlarımla birlikte büyük bir aileye sahip oldum” der.
Ancak torunu Rivki (Yonatan’nın dört yaşındaki kızı) havai fişekleri izlemek isterken verandadan düşer ve travmatik beyin hasarı ile iki yıl komada, solunum cihazına bağlı olarak yoğun bakımda kalır. Yonatan kızının başucunda onu kurtarması için Tanrı'ya dua eder. Hashem, Yonatan’nın kızına yardım eder ve iyileşir.
Yonatan ve kızı Rivka'nın kişisel hikâyesi ve Kutsal Kitap’ın (Tora) anlatımı, İsrail Müzik Endüstrisi tarafından yılın şarkısı olarak seçilecek olan muhteşem ve çok güçlü bir ilahi (şarkı) yaratacaktı.
KATONTİ…
“Kuluna gösterdiğin Şefkat ve Hakikat beni küçülttü (eksiltti).
Zira şu Yarden’i sadece elimdeki asamla geçmiştim.
Şimdi ise iki kamp oldum.
Lütfen kurtar beni, kurtar beni lütfen,”
Yonatan şarkıyı oluşturan Tora’daki sözcüklere bir dize daha ekler.
“Senin sevgi dolu nezaketin büyüktür.
Ve sen ruhumu Şeol’un derinliklerden kurtardın.”
Seküler, manevi veya dindar hepimiz Yaakov'un çocuklarıyız. Bu nedenle onun sözleri ruhumuzda yankı bulur.
Beni uzun yıllar boyunca büyük bir şefkatle yetiştiren Hocam Rabi Yishak BİLMAN’ın (z”l) şu sözlerini hiç unutamam. Moşe, ceketinde daima iki cebin olsun ve her birine farklı bir mesaj taşıyan kart koymayı sakın unutma.
Kendini evrenin merkezindeymiş gibi hissettiğin anlarda, cebindeki, üzerinde 'Ben toz ve külden başka bir şey değilim' (Ve- Anochi afar va-efer.) yazan kâğıt parçasını bak.
Ancak kendini kötü ve güçsüz hissettiğin anlarda ise diğer cebindeki kağıt parçasını çıkarıp "Dünya benim için yaratıldı." (Bishvili nivra ha-olam) cümlesini okumanı istiyorum. Görünüşte çelişkili olan bu duygular, gerçek alçakgönüllülüğün reçetesidir.
Bizler son derece kırılgan canlılarız. Travma anında benliğimizde bir çatlak oluşur. Işık bu şekilde içeri girer. Kırık kalp Tanrı’nın ışığını içeri alır ve göklerin kapısı olur.
Aşem ile bu yakınlığı deneyimlediğimizde daha yüksek bir düzeye yükselir ve olayları farklı bir pencereden görmeye başlarız. Aniden, daha önce kabul edilemez görünen şeyler anlamını yitirir ve değersizleşir.
Rafine hale geldikçe kendimizde yeni eksiklikler keşfederiz. İşte o an bir bulut halesi gibi tevazu hissi ruhumuzu sarar (taçlandırır) ve Tanrısal nezaket karşısında kendi küçüklüğümüzü (Katonti) görebiliriz.
Bu yıl Sukot Bayramında yedi gün boyunca çardakta oturduğunuzda, çatısını örten yaprakların arasından yıldızlara bakma fırsatınız olursa; olmasa da bu dünyanın ötesini görebilmek için kendi hayatınızın ışıklarını lütfen bir anlığına kapatabilir misiniz?
Küçük olduğumuzu ama aynı zamanda ilahi olacak kadar özel olduğumuzu hatırlayana kadar…
Yüce Tanrım, Sana yapılan hiçbir teşekkür asla yeterince değildir…