Sermet Erkin, 52. sanat yılını kutlayan bir efsane! “Kaç kuşak onunla büyüdü” desek abartı olmaz. İllüzyonist, eski tabirle sihirbaz fakat kendisi bu adlandırmaya çok karşı çünkü yaptığı sanatın sihirden değil el çabukluğu ve göz yanılgısından kaynaklandığını ifade ediyor. Son iki yıldır resme de merak saldı. 24 Ocak´ta Barış Manço Kültür Merkezi´nde on günlük bir sergi bile açtı. İllüzyondaki maharetini resimde de sergilemekten kaçınmamış Usta. Bendenizin de çok yakinen tanıdığı ve sevdiği biri olan Sermet Erkin´le Şalom okuyucuları için buluştuk. Konumuz aslında resim sergisiydi ama maziye de dalıvermeden edemedik.
Sermet Erkin, 1957 Karamürsel doğumlu. İlk illüzyon gösterisini on dört yaşında Beşiktaş’ta, Kambur’un Bahçesi’nde bir geceliğine vermiş. O gün bu gündür sahnede. Hâlâ çocuk oyunuyla hem İstanbul’da hem de Anadolu’da yüzlerce seyirciyle buluşuyor.
Sermet Ağabeyciğim, sizde sanat aşkı nasıl başladı? İllüzyonla nasıl tanıştınız?
Sanat aşkı ve sahne hevesi Nişantaşı Selim Sırrı Tarcan İlkokulu’nun birinci sınıfında okurken başladı. O yıl müsamerede bir Nasreddin Hoca fıkrası anlattım, çok beğendiler. İkinci sınıfta benden tekrar bir Nasreddin Hoca canlandırması istediler. Bu ikincisi de çok beğenildi. Üçüncü sene yine Hoca’yı canlandırdığımda ise beni Zati Sungur ve Necdet Mahfi Ayral seyretmeye geldi. Necdet Bey, “Bu çocuğu Şehir Tiyatrosu’na alalım” dedi. Bunun üzerine Şehir Tiyatroları’na girdim. Burada Ferih Egemen yönetiminde çocuk oyunlarına başladım. Birkaç yıl devam ettim. 1971-72 sezonunda Ali Taygun telefon açıp beni tiyatroya çağırdı ve Muhsin Ertuğrul’un karşısına çıkardı. Muhsin Bey bana, “Bu sene çocuk oyunu çıkaramadık. Fatih’teki sahnede Rauf Altıntak Karagöz oynatacak. Hakkı Karadayı meddahlık yapacak. Sen de Zati Sungur’un talebesiymişsin. Bu oyunda yer alıp hokkabazlık yapar mısın?” diye sordu. Kabul ettim tabii. Oyunun adı da ‘Karagöz-Meddah-Hokkabaz’ idi. Sahnedeki ilk profesyonel illüzyon gösterim budur. Bugün elli iki yıllık illüzyonistim diyorum. Beşiktaş’ta, Kambur’un Bahçesi’nde bir defaya mahsus çıkmamı saydığım için. Fakat sahneye ilk profesyonel çıkışım ‘Karagöz-Meddah-Hokkabaz’ oyunudur. Beni izleyen Zati Bey’e, “Beni beğendiniz mi?” diye sormuştum. Bunun üzerine eşi Necla Hanım beni kenara çekip, “Hiçbir sanatkâr beni beğendiniz mi diye sormaz. Kendine güvenir. Zira bazıları yalandan beğendik der” diye nasihat etmişti. Bu öğüt hâlâ aklımdadır.
Pek, tiyatroya girmişken illüzyon mesleğini nasıl seçtiniz?
Bu sırada sadece illüzyon yapmıyordum. Oyuncu olarak da Şehir Tiyatrosu’nun ‘Genç Osman, Sapak, Büyük İkramiye, Baba’ gibi bazı piyeslerinde rol alıyordum. 1976’da Şehir Tiyatrosu’nu bıraktım. Çünkü burada kalsam şöhret olamazdım diye düşündüm. İsviçre’ye halamlara gittim. Orada epey kaldım. Asıl maksadım illüzyonda başarılı olmaktı. Avrupa’ya illüzyon malzemesi almaya gittim. Bu arada İsviçre’deki konu komşuya aldığım malzemelerle ufak çaplı gösteriler yapıyordum. Bir Yunanlı komşumuz bizimkilere, “Sizin yeğen bizim paskalyada gösteri yapar mı?” diye sormuş. Bana naklettiler, kabul ettim. Gösteriyi yaptım. Gösteriden sonra şişman bir adam geldi ve bana Zürih’te iş teklif etti. Meğer o adam meşhur bir organizatörmüş. Davet ettiği yer Haisfich-Bar diye bir gece kulübüydü. Orada iş verdiler. Gecede 120 frank aldım ve bir ay çalıştım. Oradan Biel’e gönderdiler. Burada da çalıştıktan sonra Zati Sungur’a bir mektup yazdım, İsviçre’de illüzyonist olarak ismimi duyurmaya başladığımdan bahsettim. Zati Bey bana orada kaliteli ve şaşaalı sahne fotoğrafları çektirmemi salık verdi. Bu resimleri Zati Bey’in yönlendirmesiyle o devrin Türkiye’sinde en önemli artist acentesi olan Marco Janoş’a gönderdim. Marco Bey Macar Yahudi’siydi. Zsa Zsa Gabor ile de teyze çocuklarıydı. Macaristan’da ‘Komünist İhtilali’ olunca Türkiye’ye gelmişti. Yıllar evvel kendisiyle Şalom’da bir röportaj da yapmıştık. Fotoğrafları Marco Bey çok beğendi ve Olimpia Kulübü’nde bana iş ayarladı. Altı ay Olimpia’da çalıştıktan sonra Kervansaray’a geçtim ve 1997’ye kadar, tam on dokuz sene Kervansaray’da çalıştım. Tabii arada turneler ve başka programlar da yaptım.
Gece kulüplerinde çalışsanız da Türkiye sizi o zamanki tek televizyon kanalı olan TRT ile tanıdı. TRT daha doğrusu televizyon maceranızı anlatır mısınız?
Saat 16.00 ile 19.00 arası İTÜ’de deneme yayınları yapılırdı. Çocukken mandolin çalardım. Bir mandolin grubumuz vardı. Bu grupla deneme yayınlarında konser veriyorduk. Televizyonla ilk tanışıklığım aslında budur. Yıllar sonra Şemsi İnkaya beni yapımcısı Bülent Osma’ya tavsiye etti. Bülent Bey kabul edince de bir arkadaşımla 1977’de Ankara’ya gittik. Böylece TRT’de Bülent Özveren’in sunduğu ‘Yedi Kapıdan’ isimli programa çıktım. Yedi farklı kapıdan, yedi farklı meslek grubundan insanın çıktığı bir formata sahipti program. Program cumartesi yayınlandı, pazar günü artık şöhrettim! Bu sefer Tekin Özertem telefon etti Ankara’dan. TRT’de çocuk bölümünün başındaydı. Bana bir çocuk programında gösteri yapmamı teklif ettiler. Yıllarca sürdü TRT maceram. Halit Kıvanç, Cenk Koray, Korhan Abay… Birçok sunucu değişti ama ben kaldım. Özel televizyonlara geçtim. Çeşitli programlarda yer aldım. 2020’lere kadar televizyon ekranlarında programlar hazırladım. Şimdiyse televizyonlara sadece ara sıra konuk olarak katılıyorum.
Resim merakı nasıl başladı?
Çocukken Teşvikiye’de oturuyorduk. Komşumuz Sabahat Denizhan’dı. Sabahat Teyze Sanayi-i Nefise Mektebi’nde okumuş bir ressamdı. Beni çok severdi. Ben de onu resim yaparken seyrederdim. Zaman zaman bana boş bir kâğıt uzatır, resim çizmemi isterdi. Sonra babamla konuşmuş. Babam da Fransa’dan yağlıboya takımı getirtti ve yağlıboyaya başladım. Nilüfer Hatun Ortaokulu’nda resim öğretmenim ünlü karikatürist İbrahim Ersaraç’tı. Bana karakalem çalıştırırdı. Oradan Şişli Lisesi’ne girdim. Buradaki resim öğretmenim de benimle ilgilenmişti. Şehir Tiyatroları’nda dekoratör Turgut Atalay’dan istifade ettim. Sonraları resim, boş zamanlarımda yaptığım bir aktivite haline geldi. Ardından uzun yıllar resim yapmadım. İki yıl evvel kızım Nazlı bana Babalar Günü’nde akrilik boya ve birkaç tuval getirdi. Başta zorlandım. Akrilik erken kuruduğu için renk geçişleri yapmak zor oluyordu. Burada da Kaya Elöver’den yardım aldım. Kısa zamanda onlarca tablo yaptım. Menajerim Suat Erim ısrar etti ve Barış Manço Kültür Merkezi’nde bir sergi açtık. Sergiyi on günde 3668 kişi gezmiş! Çok sevindim tabii.
Serginizi gezerken ‘Haham’ tablosu çok dikkatimi çekti. Bir haham portresi hazırlamak aklınıza nereden esti?
Yakın dostum, değerli tiyatrocu Nedim Saban doktora çalışmasını yaparken benden yardım istemişti. Doktorasında bana da teşekkür etti. Doktora bittiğinde Nedim’e, “Sen, ben ve Erdem bir yemekte doktoranı kutlayalım” diye bir söz vermiştim. Bu sözüm bir türlü gerçekleşmedi. Zaman uymadı, denk düşemedik. Bunun üzerine kalıcı bir hediye verme gereği hissettim. O günlerde de resme başladığımdan Nedim’e bir resim hediye etmeye karar verdim. Birkaç kartpostal bakındım. Önce bir manzara çizmek istedim ve bir Kudüs kartpostalını gözüme kestirdim. Kartpostal biriktirdiğim bir kutum var. Buradaki diğer kartpostallara bakarken bir haham portresi dikkatimi çekti. Kudüs’ten vazgeçip bu haham resmini yapmaya karar verdim. Resmi yaptım ve Yahudi arkadaşlarıma gösterdim. Çok beğendiler. Nedim de çok beğendi. Bunun üzerine bir de kendime yaptım. Sergideki kendime yaptığım.
Bana da bir Rachel portresi çizip göndermiştiniz Sermet Ağabey, hâlâ çalışma odamın bir duvarını süslüyor…
Evet, sana da Rachel yaptım… (Gülüşmeler)
Bildiğim kadarıyla sizin Türk Yahudi Toplumu ile muhabbetiniz yüksektir, değil mi? Bu arada ciddi bir Şalom takipçisi olduğunuzu biliyorum…
Evet, tabii. 1963’te Teşvikiye’ye yerleştik. O yıllarda Teşvikiye’nin Yahudi ve Rum sakini çoktu. Yahudi komşularımız vardı. Halam da Şişli Terakki’de okuduğundan Yahudi birçok arkadaşı vardı. Ben halamın Yahudi arkadaşlarına ev gösterileri yapardım. Lions Kulübü’ne girdiğimde burada da epey Yahudi dostum oldu. Sonra iş yaparken Marco Janoş gibi Yahudilerle çalıştım. Yahudi kız arkadaşlarım da oldu. Özel Musevi Karma İlkokulu vardı. Her sene burada birkaç gösteri yapardım. Şişli’deki Gençlik Derneği’nde gösteriler yaptım. Bostancı Derneği’nde de birkaç gösteri yaptım. Hilton’un havuzuna üyeydim. Burada da birçok Yahudi ahbabım olmuştu. Çok sevdiğim ve yakın ilişkilerim olduğu bir toplumdur Türk Yahudi Toplumu. Sadece Türkiye’deki Türk Yahudileriyle değil, İsrail’deki Türk Yahudileri ile de temasım oldu. Çünkü bir ara İsrail’de de çalıştım. Çalıştığım yer Karavan isminde çok bilinen bir gece kulübüydü. Şalom’a gelince… Şalom’da haberlerim çıkardı benim. Birkaç kere tam sayfa röportajım çıktı. Biri Marco ile, diğeri de ‘Akrobat Enderler”in eşi Günsel Yolagel’le. Günsel Hanım Yahudi idi. Ayrıca Kenter Tiyatrosu’nda ‘Sihirli Kabare’yi yaparken Şalom’a reklam da verirdim. Hâlâ da o alışkanlıkla okumaya devam ederim.
Röportajı bitirirken ne eklemek istersiniz Sermet Ağabeyciğim?
Safiye Ayla’dan dinlemeyi çok sevdiğim bir Rakım Elkutlu bestesi vardır. O bestenin sözleriyle bitirmek istiyorum; “Hayâl içinde akıp geçti ömr-ü derbederim / Bakıp bakıp da o maziye şimdi ah ederim!”
İlk mısrayı röportaja başlık koyuyorum. Teşekkür ederim.
Ne demek Erdem’ciğim. Asıl ben sana teşekkür ederim.