Mimar Sinan öğrencisiyken yirmili yaşlarının başında tanışan Can Kulan, Emir Çubukçu ve Berkay Ateş, bir sahne oluşturma, öncelikle ve temelde tiyatro yapma hayalleriyle bir araya gelerek 2013’te, “yaşadığımız coğrafyadan kaçmadan evrensel metinler sahneleyen ve sokakla bağı olan bir tiyatro” olarak tanımladıkları D22’yi kurmuşlardı. Bir söyleşide “toplumsal tiyatro yaptıklarını, toplumsal hikâyeler anlattıklarını, derdi olan metinler seçen, derdi olan insanlar” olduklarını belirten üç genç tiyatrocu, kişisel felsefi görüşlerinin aynası olan bu ifadenin çizgisinden günümüze dek hiç şaşmadılar.
Sahnelenmeye başladığı andan itibaren bir tiyatro olayına dönüşen, Nazilerin faşizmine, etnik ve/veya cinsel kimlikleri nedeniyle ötekileştirilenler üzerinden sert bir eleştiri getiren ‘Bent’ ile başladıkları tiyatro serüvenlerinde, yine kimlik sorununa eğilen, bu kez 2010 Türkiye’sinin doğusundaki iç savaşa değinen ‘Yirmibeş’, dalıp yok olduğunu sandığımızda bambaşka bir yerden tekrar su yüzüne çıkan karabatak simgesiyle Gezi’de yaşananları bir özgürlük şarkısına dönüştüren ‘Karabatak’, varoşlarda bir Yeşilçam öyküsü gibi başlayarak, ışıltılı ve acımasız televizyon dünyasının müthiş etkileyici eleştirisine dönüşen ‘Kuş Öpücüğü’, mekân-oyuncu-izleyici arasında interaktif iletişim kurarak seyirciyi Hasanpaşa’da iki katlı bir tarihi binanın odalarının arasında dolaştıran, her odada farklı bir askerin öyküsüyle savaşın anlamsızlığını ve acımasızlığını vurgulayan ‘Dünyaya Gözlerimden Bak’, sert toplumsal eleştirisini benzersiz bir görsellikle pekiştiren 6’dan Sonra Tiyatro ile ortak yapımları ‘Hayvan Çiftliği’, dehşet ve barbarlık dolu distopik öyküsünü benzersiz bir görsellikle yansıtan ‘Bir Avuç Kül’, adaletsizliğin toplumda yarattığı korkuyu eleştiren, hak aramanın, “hakikati” aramanın sadece insanlar için değil bütün doğa için gerekliliğini vurgulayan çarpıcı traji-komik masal ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ slogancı olmayan, hiçbir akıma körü körüne bağlanmaksızın, ötekileştirmeye, ayrımcılığa, eşitsizliğe ve savaşa karşı duran hümanist bir toplumsal siyasi görüşün yansıması oldu.
D22’nin benzersiz başarısında, Berkay Ateş’in üst düzey oyunculuğunun ve yönetmenliğinin yanında genç kuşağın önde gelen oyun yazarlarından biri olmasının büyük katkısı var. D22’de sahnelenen ‘Yirmibeş’, ‘Karabatak’, ‘Kuş Öpücüğü’ ve 25.Cevdet Kudret Edebiyat Ödülünü kazandığı ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’, özgün öyküleri, teatral kurguya hâkimiyetleri, edebi tatları ve etkileyici şiirsellikleriyle hem izlenmeyi hem okunmayı hak eden usta işi metinlerdir.
Serkan Salihoğlu’nun yönettiği benzersiz ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ün parlak ilk sezonunun ardından gelen pandemi, topluluğun tiyatro faaliyetini iyice aksatır. Berkay Ateş ve Emir Çubukçu sinema ve dizi sektöründe parlak birer kariyer sürdürürken, bu sektörlerde göreceli olarak daha kısıtlı çalışan Can Kulan, 2017’de eşi Duygu Üzüm Kulan ile kurduğu Ante Sanat bünyesinde eğitmenliğe yoğunlaşır.
Ancak Can, Emir ve Berkay’ın oluşturduğu ayrılmaz sacayağının sımsıkı dayanışması bu zor dönemlerde da sürer. Birlikte oynadıkları ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’, tüm elverişsizliklere karşın yeniden sahnelenir (uzun süre sahnede kalacağını umut ettiğim bu çok özel oyunu görmeyenler ya da yeniden izlemek isteyenler için 25 Şubat Alan Kadıköy’de ve sezonda İstanbul sahnelerinde olduğunu hatırlatayım); Emir ve Berkay Ante Sanat’ta oyunculuk atölyeleri yönetir…
D22 bu sezonda yeni bir hamle yaparak karşımıza yeni yapımlarla çıkıyor. Can Kulan, İKSV Gülriz Sururi-Engin Cezzar Teşvik Ödülü kapsamında, 2004’te gerçekleşen, çoğu çocuk 1148 kişinin rehin alındığı bir okul baskınından esinlenen ‘Bu Tarafta Daha Güzelim’ adlı oyunu yönetiyor; Berkay Ateş’in yazıp oynadığı ‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’ hocaları Yiğit Sertdemir’in yönetmenliğinde sahneleniyor. Bu sezon sonu ya da gelecek sezon başlarında Emir Çubukçu’nun dâhil olduğu bir projeyle, Berkay Ateş’in yazdığı ve 2014’te kumbaracı50’de çok kısa süreyle, o da Arapça sahnelenmiş trajik şiiri ‘Hak’ D22 yapımı olarak sahnelenecek.
Söz edeceğim ‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’, kapatıldığı hücrede uykusuz rüyalar gören Adanalı Salim’in, İstanbul’a amcasının yanına gönderildikten sonra başına gelenleri, belleğinde gidip gelerek, rüya ve karabasanlarını paylaşarak izleyiciye aktardığı yoğun ve etkileyici bir monolog.
Salim, Adana’da ailesiyle yaşarken babası tarafından apar topar gönderildiği ve alışamadığı metropolde amcasının “meşhur” Emniyet Müdürlüğüne bitişik kebapçı dükkânında çalışırken, kendisine hayatı zindan eden kişilerle tanışır, ürkünç ve kirli olaylara tanık olur.
Protesto eylemlerinin, üniformaların, tüfeklerin arasında, tepsilerini fondaki sirenler eşliğinde taşırken, babasının aslında nefret ettiği kardeşi Halim Amca’nın Süleyman Karlı’yla ortak inşaat malzemesi işinin, sahtekârlık, adam kaçırma ve satma gibi çok daha karanlık işlerin paravanı olduğunu anlar. Ancak fark ettiklerini hiç kimseyle, hatta şehirdeki tek gerçek dostları, ilk kez İstanbul otobüsünde tanıştığı genç eylemci Gökhan ve kız arkadaşı Kıvılcım’la bile paylaşamaz. Ta ki kaderi onu geri dönüşü olmayan bir yola sürükleyip, çocukluğundan beri en iyi bildiği duygu olan çaresizlikle tekrar baş başa bırakana dek.
Salim artık her şeyi anlatmaya karar verdiği hâkime / izleyiciye sorar: Keşke mi daha zordur kader mi?
Tematik açıdan hiç benzemeyen özgün öykülerine karşın, Berkay Ateş’in yeni metniyle ‘Hak’ın kimi yapısal akrabalıkları vardır: Cinsiyetleri farklı da olsa her iki karakter de toplumun dışladığı, ötekileştirdiği yalnız kişilerdir; hayal etmenin ve anımsamanın bellekteki yansıması olarak kronoloji kırılmakta, kimi zaman kendi üzerine kapanan anlatım karmaşık ve kaotik bir şekil almaktadır; müthiş bir şiirsellik her iki öykünü trajik gerçekçiliğini daha da etkileyici kılmaktadır.
Yönetmen Yiğit Sertdemir bu derinlikli edebi metni usta işi bir teatral boyut katarak sahneler. Bilen Bilmen ve İsmail Sağır’ın tasarladıkları hücre dekoru, arkasının penceresiz duvar oluşuyla Salim’in çıkışsızlığını, önünün ve yanlarının tamamen açık oluşuyla da düşlerinin, acısının ve isyanının sınırsızlığını yansıtır. Emrah Can Yaylı’nın müzik, ses ve efekt tasarımıyla İsmail Sağır’ın Salim’in her duygusunu farklı renklere boyayan, onu devamlı kendi gölgeleriyle klonlayan olağanüstü ışık tasarımı anlatıya benzersiz bir görsellik ve işitsellik katar.
Sertdemir’in daha önce de birkaç kez yönetmiş olduğu eski öğrencisinden elde ettiği yorum tek kelimeyle kusursuz. Metni yaratan, her sözcüğünü, cümlesini yaşayarak aktaran Ateş, olağanüstü performansı ve tükenmez enerjisiyle Salim’i sahnede fiilen var eder.
Sonuç olarak çok sağlam bir metni, usta işi başarılı bir sahneleme ve eşine az rastlanan kusursuz bir oyuncu yorumuyla buluşturan müthiş etkileyici bir oyun. Benzersiz bir sezonun en iyilerinden. Mutlaka izlenmeli. 23 Şubat Fişekhane, 1 Mart Atlas 1948, 11-12 Mart Alan Kadıköy, sezon boyunca İstanbul sahnelerinde ve ülke içinde turnede.
‘İnsanın ülkesi neresidir?’
‘Displaced’, mültecilerin Rusya-Norveç arasındaki Storskog sınırından, ruhsatsız tek araç olan bisikletle geçebilmesini temel alarak hazırlanmış disiplinler arası bir yerleştirme performansı. Proje danışmanlığını Ozan Ömer Akgül’ün yaptığı, Ertürk Erkek’in William Saroyan’dan esinlenerek tasarlayıp yönettiği ve Ezgi Adanç’la birlikte oynadığı, kadim göç meselesinin küçük bir noktasından hareketle üretilmiş eserde yol, sınır, koparılan ya da koparılamayan bağlar, geçmiş, gelecek, umut, keder kavramları ele alınıyor.
Oğuzhan Akalın’ın ses ve efekt tasarımı eşliğindeki diyalogsuz gösteriye dış ses olarak Tara Demircioğlu (Ermenice) ve Yeğya Akgün (İngilizce) katılıyorlar. Sonrasında, performansın devamı olarak ekibin izleyicilerle yaptığı, göç / iltica konusunun algılanmasının öne çıktığı söyleşiler en azından oyun kadar etkileyici bir deneyime dönüşüyor.
Sezonun en keşfedilmeye değer çalışmalarından biri. 2 Mart Beyoğlu Aznavur Pasajı Karşı Sanat Çalışmaları, 23 Mart Tütün Deposu (Tophane Lüleci Hendek Caddesi, Koltukçular Çıkmazı 1).