Geçen ay, Prof. Avner Wishnitzer’ın harika kitabı ‘Gece Çökerken’ ile Osmanlı gecelerine giriş yapmıştık. Kitabın bizi götürdüğü zamanın güzelliği ve ilgi çekiciliği bu ayki yazımı da Dersaadet gecelerine ayırmama neden oldu. Okuyanlar hatırlayacaktır, geçen yazıda geceye karanlık teması üzerinden giriş yapmıştık. Karanlıkta olanlar, karanlıkta kaldığı sürece makbul ve soruşturmadan uzak hatta vergiye tabiiydi. İnsanın olduğu her yerde olduğu gibi Osmanlı’da da gecelerin aydınlanması amacıyla ışığın üretilmesi için çaba sarf ediliyor, ışığa kavuşan mekanlarda yeşeren gece hayatı, gündüz ile gece arasında eylemsel ayrım, yeni ve farklı yaşam alanlarını beraberinde getiriyordu.
Bu yaşantıyı tam anlamıyla hayal edebilmek mesele. Zira bugün bir odaya girip düğmeye bastığımızda ışığa ulaşıyoruz. Işığı kapatsak bile dışarıdan sızan ışıltı bizi mutlak bir karanlıktan alıkoyuyor. Dahası ışık kirliliği diye mefhum var. Şehirlerde yaşayanlarımız olanca yıldızlı bir gökyüzünü anca bakir tatil mekanlarına yolu düştüğünde görebiliyor. Pratikte tamamen yapay ışığa bağlı gece körlerine dönüşmüş durumdayız. Bu nedenle kapkara bir şehri ışıksız hayal etmek hepimiz için zor. Hele de bu şehir İstanbul’sa… Yine de deneyelim.
Wishnitzer’ın satırlarından gecelere sızdığımızda erken modern Osmanlı İmparatorluğu’nda ışığın çoğunlukla katı mumlarla sağlandığını görüyoruz. Hayvansal yağlar ve balmumundan üretilen katı mumlarla bitkisel yağlardan üretilen kandil, fener ile aydınlanan Osmanlı gecelerinde karanlığın perdeleri bu malzemelerle aralanıyor. Bunların en ucuzu yakıldığında çok kötü bir koku veren donyağından elde edilen hayvansal mumlar. Osmanlı bu donyağını ağırlıklı olarak koyun ve kuzulardan elde etmiş. Wishnitzer, donyağı kalitesinin, dolayısıyla bundan elde edilen ışığın kalitesinin yağın elde edildiği hayvanın cinsine, yaşına ve yağın vücudunun hangi bölgesinden alındığına bağlı olarak değişkenlik gösterdiğini söylüyor. Bir diğer değişkenlik de fitillerle alakalı. Keten veya eğrilmiş pamuk ipliği olmak üzere iki farklı malzemeden yapılan fitillerin kullanımı ustalık istiyor. Doğru fitil ile mum eşleştirilemezse çok duman çıkmasına neden olup malzeme israfı anlamına geliyor. Balmumundan üretilen mumlar ise aydınlanma kategorisinin en pahalı ve kokusuz ışık kaynağı olması bakımından dikkat çekici. Buradan da anlaşılacağı gibi Osmanlı’da ışığa erişim üzerine düşünürken kişinin yalnızca ne kadar ışığa değil ne tip bir ışığa erişimi olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Bu ayrım bizi ışık eşitsizliği kavramına götürüyor. Osmanlı toplumunda ışık eşitsizliği olduğunu, insanların ışığa erişimi kadar hangi ışığa eriştiklerinin de sosyal sınıflarını belirlediğini söylememiz gerekiyor. Osmanlı’da zengin haneler sıradan halka göre daha iyi bir aydınlatmadan yararlanıyor. Burada Wishnitzer 17. yüzyıl başlarında dönemin imtiyazlı figürlerinden Baş Müftü Feyzullah’ın evine giren günlük aydınlanma malzemesini örnek vermiş. Buna göre Baş Müftü’nün evine günlük 2,56 kg donyağı, 0,64 kg balmumu tahsis edildiğini görüyoruz. Bu da günde 50 donyağı mum, 12 balmumu elde etmek için yeterli bir miktar. Osmanlı’da sıradan bir hane için mumun çoğu zaman lüks tüketim malzemesi olduğunu ancak kısa bir süreliğine yaktığı az sayıda yedeği olan tek bir mum ile aydınlandığını akılda tutmak bu ışık eşitsizliğinin anlaşılmasında anlamlı bir karşılaştırma yapmamızı sağlıyor. Konunun bir de ışığın temin edilmesi boyutu var.
Osmanlı’da mum yapımı ve satışı loncalara devredilmiş. Günümüzün elektrik dağıtım şirketleri yerini tutan ancak asla bir standart üzerinden ışık sağlayamayan bu sistemin son ayağı bakkallar. Özellikle 18. yüzyıl itibarıyla mumun perakende satışı bakkallar tarafından gerçekleştiriliyordu. Wishnitzer balmumu mumların satıcılarının çoğunun Müslüman olduğunu belirtirken donyağcılar loncasında Hristiyanların çoğunlukta olduklarından bahsediyor. Kayıtlara bakıldığında 1728’de Yedikule mezbaha tesisine bağlı 38 imalathanede çalışanların yüzde 70’inin Hristiyanlardan oluştuğu görülüyor. Herhangi bir elektrik faturasının olmadığı bu dönemde ışığın üretimi kısaca böyle. Ancak zaman zaman hammadde sıkıntısı ve ihtiyaç fazlası gibi öngörülemeyen durumlar nedeniyle mum imalatında sıkıntılar yaşandığını, mum satışlarının karneye bağlandığını söylememiz gerekiyor. Benzer biçimde Ramazan ayında camilerde, dini bayramlarda kiliselerdeki aydınlatmalar Osmanlı gecelerinin özel zamanları.
Osmanlı geceleri üzerine düşündüğümüz bu yazı dizisini imparatorluğun ışık anlamında en parlak olduğu günlerine bakarak bitirelim. Wishnitzer burada Lale Devri’ne dikkat çekiyor. Ondan evvel ve takip eden dönemlerden daha aydınlık ışıklarla parlayan Lale Devri geceleri eğlence ve siyasetin alanlarını ortaya çıkarıp uzatan bir dönem. Lale Devri’nde saray yönetiminin savurganlığının göstergelerinden biri de ışık kullanımında görülen bolluk. Geceler giderek aydınlanıp ışık bir gösteriş unsuruna dönüşünce göz alıcı bir körlüğün yaşanmasına neden olarak olmayan bir zenginliğin gösterişinin yaşandığı bu geceler İmparatorluğun mecazi anlamda belki de en karanlık gecelerinden. Tıpkı karanlığın üzerini örterek makbul hale getirdiği içki tüketimi, eğlence gibi eylemleri saklamasına benzer şekilde göz alıcı ışık da yönetim zafiyetlerini, yolunda gitmeyen işlerin üzerini örtmüş. Anlaşılan şaşaa ve debdebe Dersaadet gecelerini aydınlığa boğarak çöküşe giden bir sürecin üzerini ışıltılarla örtmüş. Bazı şeyler hiç değişmez.