Tazminat tamahkârlığına dur diyecek var mı?

Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU Dünya
21 Şubat 2024 Çarşamba

1980 ve 90’lı yıllarda bazı iş hukuku uzlaşma süreçlerini yakından izleme fırsatı bulurdum. Bu süreçlerin büyük bir kısmı o zaman yeterli önlemlerin alınmadığı kömür ocaklarında meydana gelen Grizu patlamalarında göçük altında kalarak hayatını kaybeden işçi aileleri ile ilgiliydi. O tarihlerde ‘yaslı ailelerin’ muhatabı büyük ölçüde devletti. İlerleyen yıllarda madenlerde yerli ve yabancı özel yatırıma imkân veren düzenlemeler, devletin madenlerdeki mülkiyet ve işletmeci rolünü azalttı. Ama düzenleyici, koruyucu ve hak savunucu rolünü aşındırmamalıydı. Ne var ki işte sorunların önemli bir kısmı özelleşme sürecinde madenlerde yerli ve yabancı yatırımlara lisans verilirken insan sağlığı, iş ve çevre güvenliğinin belki sadece kâğıt üzerinde gözetilmesinden kaynaklandı. Gerçekte ballı yatırımlarda bürokrasinin aslan payı olan milyonlarca dolarlık bir tür ‘tazminat’ önce güvenlik endişelerini ve devletin bunları gözetme rolünü ikinci plana bıraktı. Gelelim yine o yıllardan bu yana tazminatlara karşı insanların gösterdiği zafiyete ve açlığa.

‘Grizu Dulları’ ve Sonrası

‘Grizu Dulları’ belirttiğim yıllarda sık duyduğum ve üzülerek dinlediğim bir terim haline gelmişti. Göçük altında kalan ve hayatını kaybeden işçilerin kameralar karşında ağlayan, dizini döven ama tazminat alınca susan eşlerini anlatmak için kullanırdı bu terimi uzmanlar. Eminim gerçekten eş, baba, evlat ve kardeşlerin acıları büyüktü. Ateş elbette önce düştüğü yeri yakar. Kadersiz kömür havzalarında aileler hep acı ve ıstırap çekmeye mahkûm olduğu için her patlamadan sonra dağıtılan tazminat acıları biraz küllemeye yardımcı oluyordu. “Hayat yaşayanlar içindir” sözünü hatırlatırcasına geride kalanlar ‘kan parası’ ile teselli buluyor, bu arada müteveffa işçinin hayatının bedeli olan tazminat o küçük maden bölgelerinde, görece olarak zenginleştiği düşünülen ‘Grizu Dullarına’ yeni taliplerin çıkmasına vesile oluyordu. Bu buruk yöresel yaşam hikâyelerini o yıllarda bile toplumsal bir gerçek olarak kabul etmek vicdan yüküydü. Aradan geçen zaman kan parası tazminatların teselliden çok sus payı haline gelmesine neden oldu.

Bu ülke “şehidimizin kanı yerde kalmayacak” alışılmış devlet söylemi ve yaslı ailelerin gözyaşlarıyla ebediyete nice şehit uğurladı ve uğurlamakta. Sınır boylarından her gelen şehit haberi, rütbeye, şehadet biçimine, ordudaki hizmet süresine göre tanımlanmış bir tazminatla sonuçlanınca, genç veya orta yaşlı, er veya muvazzaf subay, karacı veya havacı her şehidin tazminat alan veya alacağından emin olan yakını, “vatana millete feda olsun” demekle yetinip susmayı tercih etti. Üstelik bu hala bütün şiddeti ile devam ediyor. Oysa bu durum, ‘şehadetin kutsallığı’ üzerine kurulan dini öğretiden çok ötede, bir kan parası açlığı haline gelmiş durumda. Tanrı kimseye bir yakınının, eşinin oğlunun, torununun kan ve can bedeli olarak ödenen tazminatı yemeği nasip etmesin. Ama susup da “ne uğruna?” diye sorgulamayan, kayıplarına isyan etmeyen bir halk yaratmaya devam etmesi, şimdi yeni kabullere ve tazminat açlıklarına kapı açmış durumda. En ballı tazminatın son örneğini İliç’te[1] gördük. Ama işte bilinçsizlikle el ele yürüyen tamahkârlık yüzünden ulusal yüz karası haline gelen felaketlerin daha kaç kez tekrarlanması gerekiyor ders alınması için? Tamah ve altına düşkünlüğün en büyük günahlardan olduğunu bizim yeni İslamcı, yeni Osmanlıcı iktidar ve siyasi bürokrasi ne zaman hatırlayacak?

İliç Geleneksel Tarımdan Kopmayı Ödül Sanmıştı

Tarım ve hayvancılık kolay faaliyet alanları değil. Çok ama çok meşakkatli. Üstelik getirisi kasıtlı ve yanlış kamu politikaları nedeni ile son 20-30 yıldır Türkiye genelinde fevkalade gerilemiş durumda. Tarımda çalışanın sigortası yok, güvencesi yok, düzenli bir geliri yok. Girdi fiyatları arttıkça gelirleri daha da azalmakta. Sıkışınca ithalat kamunun hayvancılık veya tarım yapan çiftçinin sırtında şaklattığı kamçı. Ziraat ve veterinerlik teknik hizmetleri yeterli değil. Tarım ve hayvancılık bölgelerinden kaçan genç nüfusa karşı kalan yaşlılar şimdi bir de dilini bilmedikleri göçmen işçi ile muhatap. AB sınırlarında şimdi çiftçiler tek bir vücut haklarını arıyor. Ama tarımdan kopmayı asla düşünmüyor. Avrupalı için tarım ve kırsal adeta romantik aşk şiir ve ezgileri. Oysa kadim Anadolu topraklarında tarıma karşı sadece nefret tohumları yeşeriyor. Nedir bu aymazlık? Çölde sulama yaparak orman yetiştiren, sebze ve meyve tarımı yapan, üzüm bağları ve şarapçılık deneyen yakın komşulara karşı, tarımdan kopmayı neden bu kadar ödül kabul etmekte insanımız? Ama neden politikacı bunu kullanmayı tercih etti ve ediyor? Dağıtılan bunca özel yerli ve yabancı maden lisansı neden? Yine bir tür başka ‘tazminat’ mı yoksa bu soruların cevabı?

Evet, mera, orman ve en verimli tarım arazilerinin Aydın ve Muğla gibi cazip yerlerde imara açılması veya yüksek ‘katma değer’ kisvesi altında örneğin pamuk veya narenciye yerine süs bitkisi üretimine tahsis edilmesi bu ülkenin büyük kaybı, günahı ve ayıbı. Ama buna karşılık Erzincan gibi, yerli halkın geleneksel uğraşı alanı tarım ve hayvancılığı bırakarak rızkını başka yerlerde aradığı illere gerçekten bir süredir yerli-yabancı maden şirketleri musallat oldu. Devlet bürokrasi ‘aslan payı’ nedeniyle bütün deprem, heyelan, akarsuların zehirlenmesi, ormanların yok edilmesi gibi riskleri göz ardı etti.

İliç faciasında kamu sorumluluğu ve tamahkârlığının rolü büyük. Ama İliç halkının tamahkârlığı da asla affedilemez. Kişi başına 130 bin (verildiği tarihte yaklaşık 40 Dolar) tazminat alıp, her biri refaha kavuştuğunu düşünen İliç halkı, satın aldıkları arabalarla dolaşırken kendilerini uyaranların seslerine kulaklarını çevre raporlarına ise gözlerini kapamış. Şimdi göçükte kalan işçiler için ayrı tazminat, zehirli siyanür soluyanlar için ayrı tazminat davaları açılacaktır. Giden gidecek, kalanların ciğerleri ve ciltleri siyanürle sakatlanacak. Ömürleri kısalacak. Merak ediyorum acaba insanları artık tazminat arsızı olan bu ülkede İliç, önce devlet ricaline ve sonra başka il ve ilçelere ibret dersi olacak mı?  


[1] Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. dünya standartlarında iddiası ile Çöpler Altın Maden’ini işletmeye 2009 yılında başlayıp 2010 yılının Aralık ayından itibaren üretime geçmiş.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün