•Gazze´deki Filistinlilerin yaşadığı insani krize nazaran iç kamuoyu eleştirisinin merkezinde daha çok 7 Ekim ve sonrası İsrail tarafındaki kayıpların rol aldığı görülüyor. Bunun yanında, süregiden savaş durumu pek çok konunun henüz açık bir şekilde tartışılmasına müsaade etmiyor. Örneğin, henüz 7 Ekim´de gösterilen güvenlik zafiyeti konusunda İsrail tarafında sorumluluğu üstlenen bir siyasi irade ortaya çıkmadı. Her ne kadar Hamas ile yapılacak bir ateşkes ve savaşın sona ermesi Gazze´deki İsraillileri kurtarmanın bir yolu olarak görülse de savaşın sona ermesi, 7 Ekim konusunda da bir sorgulama sürecini başlatacak. Belirttiği amaçlara ulaşılması konusunda savaşın sürdürülmesini daha iyi bir seçenek olarak gören Netanyahu, ortaya koyduğu hedefler üzerinde bir başarı sağlamadan böyle bir hesaplaşma içerisine girmek istemiyor. Ferit Belder – www.aa.com.tr
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Netanyahu’nun yerine geçmesi için en çok konuşulan aday, Ulusal Birlik Partisi’nin anketlerinde Likud’un çok önünde olan eski general ve Savunma Bakanı Beni Gantz. Gantz’ın siyasi vizyonu hiçbir zaman tam anlamıyla tutarlı olmadı. Yıllar boyunca Filistinlilerle bir tür diplomatik çözüme destek verdiğini belirtti, ancak mevcut durumun ‘kalıcı bir anlaşma için olgunlaşmadığını’ da vurguladı. Ulus-Devlet Yasası’na karşı çıktı ancak Knesset’te değişiklik önerildiğinde çekimser oy kullandı. Netanyahu’nun yargı reformlarına karşı yapılan protestolar sırasında Başbakan ile doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçındı ve iki taraf arasında ‘karşılıklı bir anlaşma’ yapılması gerektiğini vurguladı. Gantz, Ekim ayından bu yana savaş kabinesinde makamsız bakan olarak görev yapıyor. Zaman zaman Netanyahu’nun kavgacı söylemiyle arasına mesafe koymaya çalışsa da pratikte askeri harekatın yürütülmesinde en az onun kadar aktif oldu.
İsrail’in Batılı destekçileri arasında Gantz, ülkeyi aşırı sağdan kurtarabilecek ve ‘Yahudi ve demokratik’ bir devlet kimliğini yeniden tesis edebilecek hoş bir alternatif olarak görülüyor. Özellikle Washington, Gantz’ı Filistin’in ezeli sorununa ‘yapıcı bir çözümü’ kabul etmeye ikna edilebilecek biri olarak görüyor. Biden ve ekibinin umudu, savaş sona erdiğinde Netanyahu’nun devrilmesi ve yerine daha güvenilir ve daha az kararsız bir ortağın geçmesi. Ancak hem Gantz’ın sicili hem de İsrail’deki mevcut durum bunun hayal olduğunu gösteriyor.
Bir kere Gantz’ın ülkeyi gerçekten ne kadar yönetmek istediği konusunda soru işaretleri var. Kısa siyasi kariyeri boyunca, sözde yerine geçmeye çalıştığı kişinin koltuğunu iki kez kurtardı: ilki Nisan 2020’de Netanyahu’nun acil durum hükümeti kurmasına yardım ettiğinde; ikincisi Ekim 2023’te ‘ulusal görev’ adına savaş kabinesine katıldığında. Rakibini devirmek için bu fırsatları kaçıran Gantz, şimdi kendisini iktidara giden açık bir yolun olmadığını görüyor. İsrail siyaseti sağa doğru kaydıkça, onun ‘merkezci’ kampı, tek başına Knesset çoğunluğu oluşturma yeteneğini kaybetti. Şu anda 120 sandalyeden onuna sahip olan Arap partilerinin desteğine ihtiyacı var. Ancak Gantz’ın hem Filistinlilere hem de Arap İsraillilere karşı tutumu göz önüne alındığında, onların güvenini kazanmak neredeyse imkansız görünüyor.
2019 seçim kampanyası sırasında Gantz, IDF Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığı Koruyucu Hat Operasyonu sırasında Gazze’yi ‘Taş Devri’ne döndürmekle’ övündü. Ayrıca ‘1.364 teröristi ortadan kaldırdığını’ iddia etti ki bu sayı, aralarında yüzlerce çocuğun da bulunduğu saldırıda öldürülen Filistinlilerin toplamı. Şimdi Gantz, bu kıyamet fantezilerini çok daha büyük ölçekte yeniden canlandırıyor ve halihazırda on binlerce cana mal olmuş, mahsur kalmış sivil nüfusa karşı acımasız bir savaş yürütüyor. Aynı zamanda İsrail’de Araplara yönelik sistematik zulmü de yönetiyor ki bu muamele devletin ilk yıllarında kendilerine uygulanan askeri yönetimi anımsatıyor. Hukuk örgütü Adalah, Filistin’le dayanışmaya yönelik her türlü ifadeye karşı devam eden ve şimdiye kadar yüzlerce tutuklamaya, haksız işten çıkarma dalgasına ve yüzlerce öğrencinin yüksek öğretim kurumlarından atılmasına yol açan baskıları belgeledi. Bu ayın başlarında, aralarında İsrail’in Arap vatandaşları için Yüksek Takip Komitesi Başkanı Mohammad Barakeh’in de bulunduğu önde gelen dört Arap siyasetçi, savaş karşıtı bir protestoya katılmaya çalıştıkları için polis tarafından gözaltına alındı.
Hükümet ayrıca, zaten sürekli ihmalden, çökmekte olan altyapıdan ve devletin ele almayı reddettiği organize suçlardaki artıştan muzdarip olan Arap yerel yönetimleri için kapsamlı bütçe kesintileri yapmaya zorladı. Tüm bunların ışığında, Arap nüfusun Gantz’ın başbakanlığa yükselmesini, ‘ehven-i şer’ olarak sunulsa bile desteklemesi pek olası değil. Son yıllarda İsrail’in ana akım siyasi söylemi son derece kişiselleşti ve bireysel bir figür olarak Netanyahu’ya odaklandı: “Kalmalı mı gitmeli mi?” Ancak Araplar için Netanyahu’nun görevden alınması çok bir fark yaratmayacak.
https://harici.com.tr/netanyahunun-alternatifleri-cozum-degil-makyaj-olur/
Savaşın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ulusal uzlaşı ve Gazze'ye saldırılara verilen toplumsal destek ise artık birtakım sorgulamaları beraberinde getirmeye başladı. Netanyahu karşıtı gösteriler Tel Aviv başta olmak üzere Hayfa, Kudüs ve Netanyahu’nun Kayserya’daki özel konutu önünde gerçekleştirilmeye devam ediyor. Protestocular erken seçim çağrıları yaparak Netanyahu’yu istifaya çağırıyorlar. Netanyahu hükümetinin temel olarak eleştirildiği konuların başında, aradan geçen neredeyse 4 aylık süre zarfında rehin tutulan İsraillilerin tamamının kurtarılmasında gösterilen başarısızlık geliyor. 7 Ekim’in İsrail’de toplumsal siyasal düşünüşe ciddi bir etkisi oldu. Gazze’de tutulan İsraillilerin ailelerinin protestoları ve gösterdikleri tepkilerin yanı sıra, İsrail ordusunun Gazze’deki kayıpları da toplumsal düzeyde eleştirilerin odağında bulunuyor. Gazze’deki Filistinlilerin yaşadığı insani krize nazaran iç kamuoyu eleştirisinin merkezinde daha çok 7 Ekim ve sonrası İsrail tarafındaki kayıpların rol aldığı görülüyor. Bunun yanında, süregiden savaş durumu pek çok konunun henüz açık bir şekilde tartışılmasına müsaade etmiyor. Örneğin, henüz 7 Ekim’de gösterilen güvenlik zafiyeti konusunda İsrail tarafında sorumluluğu üstlenen bir siyasi irade ortaya çıkmadı. Her ne kadar Hamas ile yapılacak bir ateşkes ve savaşın sona ermesi Gazze’deki İsraillileri kurtarmanın bir yolu olarak görülse de savaşın sona ermesi, 7 Ekim konusunda da bir sorgulama sürecini başlatacak. Belirttiği amaçlara ulaşılması konusunda savaşın sürdürülmesini daha iyi bir seçenek olarak gören Netanyahu, ortaya koyduğu hedefler üzerinde bir başarı sağlamadan böyle bir hesaplaşma içerisine girmek istemiyor.
…
Yerleşimciliği, ideolojik anlatısının ve siyasal ajandasının merkezine koyan İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich gibi aşırı sağcı aktörlerin Netanyahu hükümetinde bakanlık yapmaları da Gazze’ye yönelik yerleşim taleplerinin en üst perdeden dile getirilmesine olanak tanıyor. Netanyahu, her ne kadar yeniden yerleşim fikrine karşı çıktığını ifade etse de Likud partili bakan ve vekillerin de katıldığı Nahala isimli yerleşimci örgütün organize ettiği Gazze’ye dönüş etkinliğinde coşkulu bir şekilde dönüş propagandası yapılması Gazze’nin yerleşime açılma fikrinin aşırı sağcı ortaklarla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Ayrıca, iktidarının devamlılığını borçlu olduğu aşırı sağcı aktörler Gazze konusunda ama özellikle Batı Şeria konusunda Netanyahu’ya daha fazla baskı yapabiliyorlar. Bu aktörler formel siyasal alandan dışlanmadıkları sürece iktidar matematiği üzerindeki güçleri sayesinde yerleşimcilik yönünde önemli bir baskı unsuruna dönüşebiliyorlar. Geri dönüş etkinliğinin ana sloganı olan "Yerleşim güvenlik getirir" söylemi de aslında yerleşimler üzerine İsraillilerin algıları üzerinde de önemli şeyler söylüyor. Barış grupları, yerleşimleri İsrail güvenliğinin altını oyan bir gerçeklik olarak görürken, yerleşimci gruplar, yerleşimciliğin güvenlik sağlayıcı yönünü vurguluyor. Bunun dışında yerleşimleri tek tip görmeyen aktörlerin farklı yerleşimler üzerine farklı düşünceler ürettiği de görülüyor. Örneğin Şaron, İsrail Devleti’nin geniş kapsamlı ilk yerleşim stratejisini oluşturmasına ya da 1977’deki Likud iktidarı öncesinde yerleşimci faaliyetlere destek vermesine rağmen 2005 yılında Gazze’deki yerleşimlerin tümünden ve Batı Şeria’nın kuzeyindeki yerleşimlerden geri çekilme kararı aldı. Netanyahu, 7 Ekim ile hesaplaşmaya gitmeden önce rehinelerinin tamamını geri getiren ve Hamas’ı dize getirerek İsrail’i yeniden güvenli bir ülke haline getiren bir lider imajını inşa etmeye çalışıyor. Ancak bu 2 amacın birbirleriyle ciddi ölçüde çeliştiği de bir gerçektir. Gazze’de Netanyahu’nun bu çelişen hedeflerinin ne ölçüde bir araya getirilebileceği de ucu açık bir soru olarak dururken, Netanyahu’nun İsrail’in Gazze’deki askeri varlığının devamlılığı yönünde bir isteği olduğunu gösteriyor. Bunların yanında, hem İsrail içerisinde Netanyahu karşıtı seslerin daha fazla yükselmesi ve aşırı sağcı ortakları üzerindeki etkisinin zayıflaması hem de Uluslararası Adalet Divanı (UAD) gibi uluslararası bir platformda İsrail’in sürdürdüğü savaşa karşı seslerin yükselmesi bu devamlılığa meydan okuyan faktörler olarak ortaya çıkıyor.
Yazımın Gazze’deki insani durumla pek bir alakası yok aslında. Netanyahu’ya eleştiriler elbette yükseliyor ama tam olarak istenmeyen adam da değil henüz. Bu tür ‘ekleme ve yorumları’ düzeltme ihtiyacı akademi dışındaki mecralara bir süre ara verme vakti geldiğini gösteriyor.
https://twitter.com/FeritBelder/status/1757112320382152981
Geçen ay ABD yönetimi İsrail’e mesaj göndermeyi amaçlayan bir paketi yürürlüğe koymayı düşünüyordu.
ABD’li yetkililer paketin Trump döneminin iki politikasından geri adım atmayı içeriyordu: İsrail işgali altındaki Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinde üretilen ürünlerin “İsrail Malı” olarak etiketlenmesine verilen izin ve uluslararası hukuku ihlal eden Batı Şeria’daki yerleşimlere göz yumulması.
ABD’li yetkililer Netanyahu’nun sağcı hükümetinin iki etkili üyesine de yaptırım uygulamayı düşündüklerini söyledi: Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir.
ABD’li yetkililer, paketin birlikte ele alındığında güçlü bir mesaj verebileceğini söyledi. Ancak sonuçta Biden yönetimi sadece adı pek duyulmamış dört İsrailli yerleşimciye yaptırım uygulayarak bir kez daha Biden yönetiminin tepkisini yumuşatmış oldu.
Katulis şunları söyledi: “Biden yönetiminin, İsrail ve ABD arasında Gazze’deki savaş sonu ve yeniden canlandırılan iki devletli çözüm konsepti konusundaki bu uçurumu gidermek için ne gibi bir kaldıraç kullanmaya istekli olacağını göreceğiz. Hoşnutsuzluk ve onaylamama mesajlarını sızdırmak başka bir şey, önemli olabilecek ve İsrail içinde farklı bir tartışmaya ya da karar hesabına yol açabilecek bir politika değişikliği yapmak başka bir şey.”
Salı günü Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller, Biden yönetiminin stratejisini savunarak, Biden ve Blinken’in stratejilerinin, her zaman ABD’nin istediği ölçüde olmasa da İsrail’in operasyonlarını yürütme şekli üzerinde bir etkisi olduğunu iddia etti. Miller, bazı insanların ABD’nin İsrail üzerinde ne kadar etkisi olduğu konusunda gerçekçi olmayan beklentilere sahip olabileceğini söyledi.
Miller, “Bence bazen insanlar Amerika Birleşik Devletleri’nin elinde dünyadaki herhangi bir durumun tam da bizim istediğimiz şekilde sonuçlanmasını sağlayabildiğimiz sihirli bir değnek varmış gibi davranıyorlar ama durum asla böyle değil” dedi.
https://harici.com.tr/wsj-refah-isgali-yaklasirken-biden-netanyahu-iliskisi-kaynama-noktasinda/
Herzog ve Aliyev görüşmesi ⬇️
İsrailliler açısından önemli çünkü nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin lideri ile aynı fotoğraf karesi içindeler.
https://twitter.com/gcinkara/status/1758577385841037550
İngiltere'ye ait olan Filistin sömürge bölgesinin haritasını gösterip oranın sanki Filistinlilere ait bir devletmiş gibi gösterilmesi tamamen bir yalandan ibaret. Ne Filistin diye bir devlet oldu tarihte, ne de Filistinli diye müstakil bir millet var. Bakın Filistinli tarihçiler bunu kendileri söylüyor. Daha milli tarih hikayeleri yok. Bir tane kitap yok derli toplu. Bu Arapsever grup bunu var gibi gösterip İslam, ümmet falan diyor ama yaptıkları İngiltere'ye yarıyor. Filistin diye bir ülke yok, orası Kudüs Sancağıydı. Türksen bunu savun anliyim. Onu diyemiyorsun çünkü aklını emperyalizme kiraya vermişsin. Benim şahsen böyle iddiam olmaz, başkasının ülkesinden bana ne. Orada Araplar ve Yahudiler iki ayrı devlette yaşasınlar. Ortadoğu'da kanın durması gerekiyor. Taraf da tutmak zorunda değilim. Çünkü orada bir mazlum-zalim çatışması yok. Oturup iki satır gerçekleri okuyun, Hamas medyasını değil.
https://twitter.com/DLeilaErtug/status/1758808429152317929
“Görev Gücü Zıpkın” Neden Dağıtıldı?
https://twitter.com/FIRATEREZ/status/1757095865766789321
Barguti, kendisini ılımlı ve Hamas’ın İslamcı aşırıcılığına karşı potansiyel bir denge unsuru olarak gören İsrail toplumunun belirli kesimlerinden zaman zaman destek gördü. Serbest bırakılmasını savunan sol görüşlü İsrailli aktivistler ve politikacılar onu ziyaret etti. 2007’de Başbakan Yardımcısı Şimon Peres, cumhurbaşkanı seçilirse Barguti için af çıkaracağını söylese de bu taahhüt, cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı yedi yıl boyunca gerçekleşmedi.
Şubat 2024’de, Şin Bet’in güvenlik servisi eski şefi Ami Ayalon Haaretz’e yaptığı açıklamada ‘Tüm rehinelerin geri dönüşünü içeren genel anlaşmanın bir parçası olarak Mervan Barguti’nin serbest bırakılması gerektiğini’ söylemişti. Ayalon, sözlerine şöyle devam etmişti: ‘Bunun iki nedeni var. İsrailli rehinelerin geri dönüşü, mevcut Gazze harekâtında İsrail için bir ‘zafer resmine’ mümkün olan en yakın şey. Mervan da seçilebilecek ve üzerinde anlaşmaya varılan İsrail’den ayrılma yolunda birleşik ve meşru bir Filistin liderliğine önderlik edebilecek tek Filistinli lider.’
Bu tür desteklere rağmen Barguti hapishanede geçirdiği süre de dahil olmak üzere siyasi kariyerinin çoğunu ılımlı bir birlikte yaşama vizyonu ile daha kışkırtıcı pozisyonlar arasında gidip gelerek geçirdi. Geçen Aralık ayında hapishaneden yaptığı ve Birinci İntifada’nın yıldönümünü kutladığı bildiride, her Filistinliyi sürmekte olan ‘kurtuluş kampanyasına’ katılmaya çağırmıştı.
https://fikirturu.com/jeo-politik/mervan-barguti-kim-hapisteki-terorist-mi/
İran yönetimi, çatışmaların uzamasının ve yayılmasının kendi söylem ve eylemleri arasındaki çelişkileri iyice görünür kılabileceğinin de farkında. Çünkü İran yönetimi Gazze’de devam eden çatışmayı ‘‘İsrail’in yok oluşunun miladı’’ olarak nitelendirse HAMAS’ın askerî anlamda İsrail’e karşı zafer elde etmesini mümkün görmüyor. İran’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtını durdurmasında ısrarcı oluşunu bu çerçevede de yorumlamak gerekir.
İsrail’in Gazze’de başarı elde etmesi ve Hamas’ın zayıflaması İran açısından dışarıdan görüldüğünden daha önemli bir kayıp. Hamas yenilirse İran’ın kurduğu Direniş Ekseni’nin en önemli halkası yok olacak. Direniş Ekseni’nin varlığı tartışmalı hale gelecek. İsrail, kaybettiği güçlü devlet imajını geri kazanacak. İran’ın desteklediği gruplar nezdindeki itibarı ciddi şekilde sarsılacak.
Bu açıdan bakıldığında, İran’ın siyasi ve diplomatik girişimlerinin merkezinde ateşkes olması şaşırtıcı değil. Tahran, ateşkes olursa Hamas’ın kazanacağını, İsrail’in yenileceğini ve kendisinin de karşı karşıya olduğu söylem-eylem çelişkisinden kurtulacağını düşünüyor.
https://fikirturu.com/jeo-politik/iran-ne-yapmak-istiyor/
https://www.turkisrael.org.il/single-post/kara-%C5%9Fabat-sonras%C4%B1nda-g%C3%BCney-turu
https://www.yenisafak.com/yazarlar/taha-kilinc/hamasi-israil-mi-kurdu-4602292
İtalyan uyruğundaki Sefarad Yahudisi Alberto Hemsi (Çikurel) 27 Haziran 1898’de Manisa‘nın Turgutlu ilçesinde doğup, 7/8 Ekim 1975’de 77 yaşındayken Paris yakınlarındaki Aubervilliers‘de vefat eden, sanat yaşamı boyunca, Avrupa’da ortaya çıkan neo-folklorizmin etkisiyle kendi ulusal müzik kaynaklarını araştırıp yorumlayan Leoš Janácek (1854-1928), Béla Bartók (1881-1945) ve Manuel de Falla (1876-1946) gibi Sefarad müziğinin klasik müzik formunda olmayan Türk-Balkan-Yahudi melodilerini besteleyen bir etnomüzikologdur. Bu anlamda Hemsi‘nin araştırıp derlediği Sefarad Yahudi halk şarkılarıyla sözlü halk edebiyatını derlemesi, henüz uluslaşmamış bir halkın etnik yaratıcılığını ortaya koyan en iyi örnektir. Diğer yandan da zengin Fransız Yahudilerinin örgütlenmesiyle ortaya çıkan Alliance Israélite Universelle girişiminin Osmanlı Yahudileri arasındaki milliyetçi düşüncelere ve Siyonizm‘in gelişimine nasıl katkıda bulunduğunu gösteren somut bir örnektir.
https://kentstratejileri.com/2024/02/15/izmirin-unutulan-sanatcilari-31-alberto-hemsi/