•Simon Brod, 12 Ağustos 1962´de İstanbul´da hayatını kaybediyor, İstanbul Aşkenaz Yahudi Mezarlığı´na defnediliyor. 1989´da American Jewish Joint Distribution Committee Eva ve Simon Brod anısına bir anıt yapıyor. Struma´da hayatını kaybedenlerin bedenlerine ulaşılamıyor. Salvador´da bedenlerine ulaşılıp Silivri Yahudi Mezarlığı´na defnedilenlerin naaşlarıysa, 1960´larda İsrail´e naklediliyor, Kudüs´te 1974´te Salvador´da hayatını kaybedenler anısına bir anıt açılıyor. Salvador´la ilgili haber yapan bir muhabir, sahilde kurtulan bir kadına, haberine yazmak için adını soruyor, Ruth Kruger kadının yanıtına tanık oluyor: “Defterinize ölenlerin adını yazmalısınız” diyor kurtulan kadın, “anımsanması gereken, hatırlanması gereken ölülerdir…” oÇİĞDEM MATER – www.t24.com.tr
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Brod, geminin battığını ve Stoliar’ın tek kurtulan olduğunu öğrenince, tek tanığın hastanede zehirlenerek öldürülmesinden endişe ediyor, yine muhtemelen rüşvetle, kendi ağını kuruyor. Stoliar’a "hastanede verilen hiçbir şeyi yeme" talimatını iletiyor, günlerce dışarıdan yemek gönderiyor. Stoliar sonraki yıllarda Sturma’yı anlatırken "Brod bir mucizeydi, hayatta kalmamı o sağladı" diyor.
Brod, Stoliar iyileştikten sonra, tıpkı diğer “Brod İnsanları”na yaptiğı gibi ona da yeni kıyafetler aldı, ona do Toros Expresi’nde birinci sınıf bilet alıyor ve onu da Filistin'e uğurluyor, tabii birlikte bir fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyor. Segaller ve Stoliar dışında, Struma’dan inen altı kişinin akıbetini ne yazık ki bilmiyoruz. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Struma'ya dair “resmi görüşü” dönemin başbakanı Refik Saydam’ın sözleriyle tarihteki yerini almış; “Elimizden geleni yaptık, bu yüzden maddi, manevi sorumluluk taşımıyoruz. Türkiye diğerlerinin istemediği insanlar için sığınak olamaz, bu yüzden onları İstanbul'da tutamayız. Onlar maalesef kaza kurbanı oldular.”
Ruth Kluger dönemi anlatırken “dünya ikiye ayrılmıştı” diyor; “Yahudileri öldüren ülkeler ve Yahudilerin öldürülmesine izin veren ülkeler...” Ne kadar haklı, ne kadar…
Türkiye, Struma’nın kaderini belirleyince Avrupalı Yahudiler için denizden kaçış rotası 23 Şubat 1942’de resmen kapandı diye yazıyor Collins ve Frantz. Aslında sadece Struma’daki 780 kişi değil, Salvador’daki 200 kişinin de hayatı kurtulabilirdi. Bir cümleye, bir izne, bir emre bakardı.
İhsan Sabri Çağlayangil ya da Faik Öztrak ya da Refik Saydam, tabii ki hem Struma’daki hem de Salvador’daki mültecileri kurtarabilirlerdi. Yapmadılar. Sadece Segalleri kurtardılar, ha bir de Vehbi Koç’u...
Simon Brod, tabii ki Struma’dan sonra da durmuyor, mülteciler için uğraşmaya devam ediyor. Resmî ve gayriresmî ilişkileri ve gücü, 1942 Varlık Vergisi’ni püskürtmeye yetmiyor, kendini hapiste buluyor, hapisten epeyce çökmüş bir halde çıkıyor Brod ama yine, hemen mülteciler için uğraşmaya başlıyor. “Son aktivitesi” Türkiyeli Yahudilerin yeni kurulan İsrail'e gidişini organize etmek oluyor.
Simon Brod, 12 Ağustos 1962’de İstanbul’da hayatını kaybediyor, İstanbul Aşkenaz Yahudi Mezarlığı’na defnediliyor. 1989'da American Jewish Joint Distribution Committee Eva ve Simon Brod anısına bir anıt yapıyor.
Struma'da hayatını kaybedenlerin bedenlerine ulaşılamıyor. Salvador'da bedenlerine ulaşılıp Silivri Yahudi Mezarlığı’na defnedilenlerin naaşlarıysa, 1960’larda İsrail’e naklediliyor, Kudüs’te 1974'te Salvador’da hayatını kaybedenler anısına bir anıt açılıyor.
Salvador'la ilgili haber yapan bir muhabir, sahilde kurtulan bir kadına, haberine yazmak için adını soruyor, Ruth Kruger kadının yanıtına tanık oluyor: “Defterinize ölenlerin adını yazmalısınız” diyor kurtulan kadın, “anımsanması gereken, hatırlanması gereken ölülerdir…”
https://t24.com.tr/yazarlar/cigdem-mater/salvador-ve-struma-hatirlanmasi-gereken-olulerdir,43690
IHRA gözlemci üye olan Türkiye, 2015’ten beri Sarayburnu’nda düzenlediği Struma anmasını ilk kez bu yıl düzenlemedi…
https://twitter.com/karelvalansi/status/1761431209647722741
Dün cep telefonuma bir mesaj düştü…
Kırk sekiz saat içinde gelen ikinci mesajdı.
Belli ki binlerce insana yollanan bir SMS bu…
Üzerinde İHH imzası var.
Yani İnsani Yardım Vakfı…
Mesaj aynen şöyleydi:
“Abluka kalksın, özgürlük filosu Gazze için yeniden yola çıkıyor…”
Buraya kadar çok normal.
Bir insani yardım hareketi…
İkinci mesaja eklenen bir kelimeye dikkat
Ama hemen arkasından gelen bir kelime var ki…
Fena halde canımı sıktı…
Şöyle devam etdiyordu mesaj:
“GEMİ yazıp 3072’ye SMS göndererek 30 TL katkı yapabilirsiniz…”
Bu “GEMİ” kelimesi bana tabi ki Mavi Marmara olayını hatırlattı.
Oysa 3 gün önce gönderdikleri ilk mesajda “Gemi” kelimesi yoktu.
Belli ki ikinciye özenle eklenmişti…
“Eyvah” dedim…
İkinci bir Mavi Marmara felaketi geliyor.
Birincisi resmen büyük bir sorumsuzlulukla ve ne olacağa bilinerek yollanmış, İsrail ordusu acımasız biçimde müdahale etmişti.
Sonuç tam bir felaketti…
10 vatandaşımızı kaybettik.
56 yaralı vardı.
Ve ne yazık ki hiçbir şey yapamadık.
O günleri hatırlıyorum. Ben de uyarı yazısı yazmış ve yollamayın demiştim.
Dışişleri Bakanlığı karşıydı.
AKP’nin aklı başında insanları son dakikaya kadar önlemeye çalıştılar.
Ama İHH büyük bir sorumsuzlukla o gemiyi gönderdi ve sonucu önceden belli o felaket yaşandı.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cw4qzlwy3dlo
Eski bir üst düzey Mossad yetkilisi, yıllar önce İsrail Başbakanı Netanyahu'ya Hamas'ın finansal varlıklarını hedef almayı önerdiğini açıkladı. Bahsedilen finansal ağlardan biri de Hamas tarafından kontrol edilen ve Türkiye'den yönetilen milyonlarca dolarlık bir yatırım portföyüydü.
https://www.bbc.com/turkce/articles/clj9x0146n1o
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/abd-secim-yilinda-yahudi-lobisi-7082863
2024 yılında küresel ekonominin gidişatını belirlemede en önemli unsurlardan birisinin Gazze’de yaşananlar ve bunun Orta Doğu’daki jeopolitik yansımaları olacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Özellikle Kızıldeniz‘de geçişlerin büyük oranda sekteye uğraması, tedarik sorunlarını arttırmaya başlamış durumda. Çin ve Avrupa ekonomisi son derece yavaşlamış bir noktada olmasa, bu tedarik sorununun üretim aksamaları ve enerji maliyetleri üzerindeki etkisi muhtemelen çok daha fazla olacaktı. Mevcut durumda tedarik zincirlerindeki artan stres, taşıma maliyetleri ve yükselen enerji fiyatları bu riskleri arttırsa da, henüz vahim bir noktada bulunulmuyor. Eğer yaşanan bu gelişmeler durdurulamaz ve büyürse hem üretim hem enflasyon üzerinde çok daha net olumsuz yansımaları görme ihtimalimiz elbette çok yüksek.
İsrail’in son savaştan önce İbrahim Anlaşmaları adı altında önce diğer Arap devletleriyle pozitif ilişki kurarak Hamas yönetimini bu şekilde izole etmeye çalıştığı çok büyük bir sır değil. Muhammed Dahlan da ısrarla "Mısır, Ürdün, BAE gibi Arap devletlerinin geçiş ve barış sürecinde yapıcı bir rol oynayabileceklerini, söz konusu devletlerin 20 yıldır ilk defa bu kadar yapıcı olduklarını" savunuyor. New York Times, Dahlan’ın savaşın başlamasından beri diğer Arap liderlerle özel toplantılar da yaptığını yazmıştı....
France24’teki haberdeyse, Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Frederic Encel, "Hamas'ın yenilmesi halinde İslamcı gruplarla yakın ilişkileri olan Katar’ın yeniden inşa sürecinde yer alamayacağını ve BAE’nin anahtarlardan birini elinde tuttuğunu" vurguluyordu.
Muhammed Dahlan’ın savunduğu "Arap Barış Gücü" içinde esasında Katar’a da yer var ama asli olarak Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in güvenlik danışmanı olduğu Abu Dabi’nin, yani BAE’nin bölgedeki sözcüğünü yapıyor.
https://artigercek.com/forum/00-1-284875h
Ben-Gvir ve Smotrich uzun zamandır sadece bir Filistin devletine değil aynı zamanda Batı Şeria’nın bazı bölgelerini yöneten Filistin Yönetimi’ne de karşı çıkıyorlar; her ikisi de Filistin Yönetimi’nin “varlığına son verilmesi” çağrısında bulunuyor.
Ancak Biden yönetimi Filistin Yönetimi’nin “yeniden canlandırılması” ve Gazze’de savaş sonrası herhangi bir düzende rol oynaması gerektiğini söylüyor. Son zamanlarda yönetim, Filistin devletine yönelik hamleyi, Gazze çatışmasını sona erdirmenin yanı sıra İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkileri güvence altına almayı amaçlayan daha geniş bir bölgesel girişimle ilişkilendirmeye çalıştı.
Ben-Gvir bu ayın başlarında şunları söyledi: “Amerika bizim dostumuz … [ve müttefikimizdir, ancak Biden yönetimi bize baskı yapmayı bırakmalı.”
Ben-Gvir ve Smotrich tarafından siyasi olarak kısıtlanan Netanyahu, Filistin Yönetimi’nin Gazze’de gelecekte üstleneceği herhangi bir rolü reddetmeye devam ediyor.
https://harici.com.tr/netanyahu-degil-ben-gvir-hukumeti/
İsrail’in dünyada azalan dostlarına karşın NatCon fikriyatı ile yönetilen ülkeler son Hamas savaşında dahi TelAviv’den desteklerini esirgemediler. İngiltere ve İtalya başbakanları ziyarete geldiler. Varşova ve Budapeşte’de Hamas taraftarlığı Paris ve Madrid’e kıyasla hemen hemen yok!
Batı’nın liberal veya solcu partileri arasında İsrail’e koşulsuz destek verenler de var: ABD’de Biden, Fransa’da Macron, Almanya’da Scholz, hatta İngiltere’nin gelecekteki başbakan adayı Starmer. Şu farklaki hemen tümü kendi kamuoylarında yükselen İsrail düşmanlığı ile başetmek zorundalar. Tüm bu ülkelerde nüfusun artan bir yüzdesi Müslüman kökenli ve siyasi ağrılıklarını kaydettiriyorlar.
NatCon akımının lideri olması gereken Donald Trump ise iyi örnek olmaktan çıktı. Seçim sonuçlarını onaylamaması ve nümayişçiler yoluyla iktidarı kaptırmama sevdası bir yana yüzlerce dava ile meşguliyeti ve giderek artan tazminat kararları başını ağrıtıyor, ABD Başkanlığına yaklaşımını yavaşlatıyor fakat henüz durdutmuyor.
İsrail ise kuruluşundan bu yana, sosyalist partileri, demokratik süreçleri, kibbutzları ve özgür medyası ile solcu ve liberal rejimlerin gözdesi iken bu dönemde kendi kamuoyunun sağa kayışına paralel olarak uluslararası milliyetçi-muhafazakar akımla birlikte yürümeye hazır.
Filistinliler Batı Şeria'nın gelecekteki bağımsız devletlerinin ayrılmaz bir parçası olmasını umuyor ancak İsrail yerleşimleri yavaş yavaş bölgenin önemli bir kısmını ele geçirmiş durumda. Filistinli yetkililer Blinken'in açıklamasını gecikmiş ve yetersiz olarak nitelendirdi.
Filistin'in İngiltere Büyükelçisi Husam Zomlot, “Önceki yönetimin yasadışı bir eylemini tersine çevirmek üç buçuk yıldır gecikmişti. Tanrı aşkına, Blinken ve Başkan Biden'ın bu konuda - ve diğer pek çok konuda - bunca zaman neden elleri kolları bağlı oturduklarını anlamıyorum” dedi. Yine de Blinken'in açıklaması hakkında “Geç olması hiç olmamasından iyidir” diyen Zomlot, Filistinlilerin İsrail'in Batı Şeria'yı işgaline karşı küçük adımlar yerine gerçek eylemler beklediğini sözlerine ekledi.
Ancak analistlere göre bu beklenti gerçekleşmeyebilir. Eski bir ABD'li diplomat olan Aaron David Miller, Biden yönetiminin Blinken'in açıklamasını ciddi maliyetler ve sonuçlarla takip etme olasılığının düşük olduğunu söyledi. Miller bölgesel arabulucuların yanı sıra ABD'li yetkililerin İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlamaya çalıştığını, bunun da Başkan Joe Biden için ‘Netanyahu ile verdiği kamu savaşını’ tatsız hale getirdiğini söyledi.
https://gazeteoksijen.com/new-york-times/abd-israile-karsi-sozde-sert-eylemde-degil-203960
Hizbullah’ın da İsrail ile topyekûn bir savaştan uzak durmak için nedenleri var. Birincisi, Lübnan ekonomisi öylesine çökmüş durumda ki, herhangi bir çatışma, yatırımcıları korkutup kaçırarak, turist akışını ortadan kaldırarak ve Lübnan’ın zaten karşılayamadığı yeniden inşa maliyetlerini artırarak geriye kalan ekonomik potansiyeli yok edecek ve ülkeyi uzun vadeli bir mali yoksulluk yoluna sokacak. Önemli boyutta sivil kayıplar olacak ve bugün Lübnan siyasetindeki kutuplaşma göz önüne alındığında Hizbullah’ın mevcut siyasi pozisyonunun bozulmadan devam edeceğini düşünmesi saflık olur. Nasrallah siyasi kaygılardan muaf değil; Hizbullah militan bir örgüt olmanın yanı sıra Lübnan parlamentosunda sandalyeleri olan siyasi bir hareket.
Hizbullah’ın başlıca hamisi olan İran da dikkate alınmalı. İslam Cumhuriyeti’nin sürekli İsrail karşıtı açıklamalarına ve bölgedeki vekillerine verdiği maddi desteğe rağmen Tahran’ın Hizbullah’ın İsrail ile bir savaşa girmesini desteklemesi pek olası değil. Böyle bir senaryo İran’ın mevcut çatışmalardan uzak durma stratejisini ciddi şekilde tehlikeye atacaktır. ABD’nin İsrail lehine askeri müdahalesi pek garanti olmasa da İranlı yetkililer Washington’un bir İsrail-Hizbullah savaşında taraf olma ihtimalini göz ardı edemez. Eğer bu gerçekleşirse İran’ın önünde iki seçenek olacak: Lübnan’daki vekilini savunmak için ABD gibi çok daha üstün bir düşmanla savaşmak ya da kenarda kalarak güvenilir bir müttefik olarak itibarını zedelemek. Tahran böyle bir seçim yapmak zorunda kalmamayı tercih edecektir.
https://harici.com.tr/risk-ve-maliyetine-ragmen-israil-lubnana-saldirir-mi/
İsrail hükümetinin ve devlet kurumlarının meşruiyetini zayıflatmaya yönelik radikal ve etkili yerleşim hareketleri hakkında oldukça az araştırma ve belgelenmiş veri mevcut. Bu hareketler, ‘devlet dışı aktörler’ olarak kabul edilen kurumlar tarafından genellikle göz ardı edilir. Ancak din bilimi üzerine çalışmalar yapan, ABD'deki bir üniversitede görevli Profesör Motti Inbari gibi bazı araştırmacılar, Siyonist dini gruplar arasında yer alan bazı akımların yerleşimciler arasında radikal eğilimler taşıdığını ve ‘gerçek kurtuluş’ için çaba gösterdiklerini ifade ediyor.
Bu akımlar, Hilltop Youth ve diğer radikal yerleşimci gruplar arasında referans noktası olan Haham Yitzhak Ginsburg ile ilişkilendiriliyor. Devletin kurumları olan Knesset ve hükümet gibi dini Siyonist akımlar, iç değişim için mücadele ederken ve ‘Tevrat Devleti’ne ulaşmak için iç değişimde yer alırken, bazen inançlarına aykırı kararlarla uzlaşmayı kabul edebilirler (örneğin, Batı Şeria veya Gazze'den çekilme gibi). Ancak Ginsburgh ve ona sadık olanlar, ‘İsrail Devleti'ne değil, İsrail'in toprağına sadakat’ diyerek, prensipler arasında bir çatışma olduğunda İsrail Devleti'nin değil, İsrail'in toprağına sadık olduklarını ilan etmektedirler. Bu temelde, Ginsburgh ve benzeri kişiler devlet kurumlarını zayıflatmaya veya en azından buna yönelik bir hedef belirliyorlar. Ancak Inbari'ye göre ordu kurumu ‘Tevrat Devleti’ için bir zorunluluktur. Bu nedenle, o ve destekçileri, orduyu taşıdığı düşünceye uygun bir şekilde değiştirmeye çalışırlar.
Onuru konusunda bu kadar kaygılı bir ülkenin uluslararası konumunu umursamıyormuş gibi davranmasına inanmak zor. Gazze Şeridi’ndeki savaş İsrail’in statüsünü daha önce görülmemiş bir seviyeye düşürdü ama İsrail yine çocukça bir tavırla gözlerini ve zihnini kapattı, gerçekleri görmezden gelirse bu utancı da görmezden gelebileceğini umuyor. Duruşunu ve saygınlığını iyileştirmek ve biraz olsun gururunu yeniden kazanmak için hiçbir şey yapmıyor.
Soykırım suçlamasıyla ve yasa dışı işgalin açıkça ne olduğu konusunda görüşünün alınması için bir kaç hafta içinde iki kez Lahey’e giden başka bir ülke düşünmek zor. Peki İsrail? Yüzüne tükürüldüğünde yağmur sanıyor. Lanetli hakimi, antisemitizmi, dünyanın ikiyüzlülüğünü ve kötülüğünü suçluyor. Kendisine yöneltilen suçlamalara karşı çıkmaya yanaşmıyor. Bunlar ilgisini çekmiyor bile. Dünyanın tüm önemli televizyon kanalları bu hafta Lahey’deki mahkeme oturumlarını yayınlarken, sadece İsrail bunu görmezden geldi. İlginç değil, önemli değil. Gözlerimizi kapatırsak bizi görmezler. Lahey’i görmezden gelirsek, Lahey de yok olur gider.
Ancak Lahey yaşıyor ve nefes alıyor ve duruşmaları İsrail için büyük bir utanç ve mahcubiyete neden olmalıydı. Dünya Gazze’yi gördükten, gördükten ve ürktükten sonra -böyle tepki vermeyen insan yoktur- Lahey duruşmaları geldi. Soykırım suçlaması ve daha da ötesi işgal konusu keskin, ayakları yere basan ve ciddi suçlamalar. Ancak İsrail bunu görmezden geliyor.
https://harici.com.tr/israilli-gazeteci-israil-yuzune-tukuruldugunde-yagmur-saniyor/
120 sandalyeli İsrael meclisi Knesset, İsrael hükümetinin Filistin devletinin tek taraflı tanınmasına karşı çıkan beyanını 9'a karşı 99 oyla onayladı. İşçi partisi milletvekilleri oylamaya katılmadı. Beyan ve oylama tamamen sembolik ve ABD'ye "Filistin Devleti'ni bizim onayımız olmadan tanıyamazsınız" mesajı içeriyor. Bu mesajın oldukça büyük bir çoğunlukla verilmesi yine de önemli.
https://twitter.com/gbehiri/status/1760288600019661259
Daha önce de paylaşmıştım, anlamayanlar için tekrar edelim.
Almanya’da bir ankette %61, İsrail'in Gazze'ye yönelik askeri harekatının haklı olmadığı görüşünde.
Fakat bu durum bile, sırf kulağa daha doyurucu geldiği için ‘soykırım’ nitelendirmesi için yeterli değil.
Siz bireysel olarak duygularınız ve alanda sahip olmadığınız eğitiminizi harmanlayıp, ‘soykırım’ ifadesini cümle içinde geçirip kendinizi günün kahramanı gibi hissedebilirsiniz.
Oysa hukukun böyle bir gereksinimi yok.
Kayışı koparmış İsrail Hükümetinin işlediği savaş suçlarını elbette tarih yazacak.
Hukuk umarım ki teşhisi koyacak.
İsrail toplumu umarım aşırı sağ iktidar sevgisinden vazgeçecek.
https://twitter.com/IpekMayaSaygin/status/1761719559004860755
İsrail Gazze’den çekilmeyi kesinlikle reddettiği gibi HAMAS yok edildikten sonra Gazze’yi tamamen kontrol altına alma hesapları yapıyor.
Bu süreci Gazzeliler gibi tedirginlikle izleyen ülke ise Mısır. Çünkü Mısır, İsrail’in Gazzelileri Mısır’ın Sina bölgesine sürmek istediğini biliyor. Üstelik gidişat Mısır açısından daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Mesela İsrail ramazan ayı- Kurban Bayramı dinlemeden Refah’a saldırırsa, yüz binlerce insan Mısır’a açılan Refah Sınır Kapısı’na yığılırsa ne olacak? Mısır askerleri Filistinlileri nasıl durduracak? Ateş mi açacak, İsrail’in başladığı katliama devam mı edecek, Mısır tarafına geçmeyi başaranları zorla Gazze’ye mi atacak?
https://www.evrensel.net/yazi/94351/gazze-en-kotuye-hazirlaniyor
https://www.bbc.com/turkce/articles/cxw7vwmpr4lo
https://serbestiyet.com/featured/laheyde-bir-mahkeme-daha-var-158067/
https://www.turkisrael.org.il/single-post/evi%CC%87ne-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F---habayta
Üzerine düşündükçe, ben bu güzel filmi sevmediğime karar verdim. Bu yazıyı lütfen bir film eleştirisi olarak okumayın. Dedim ya film güzel ama bu hikâyecilikte bana yanlış gelen, hatta tahammül edemediğim bir şeyler var.
Kötülüğün böyle sıradan, gündelik bir meseleymiş gibi gösterilmesine tahammül edemiyorum. Höss ailesinin herkes gibi, sıradan, işinde gücünde, kariyerist, doğaperver, çocuklarıyla ilgili, sıradan insanlar olarak resmedilmesi bana yanlış geliyor. Tamam bu kişilerin türlü korkunçlukları da filmde anlatılıyor ama şunu da hissediyorsunuz: Onlar makinenin herhangi bir dişlisi sadece…
Tarihin bir anında, belli bir yerde var olmuş, belli bir yerde yaşadıkları için de belli kararlar almış alelade insanlar mı bu kişiler? Değiller. Onları, hele Nazi komutanı Höss’ü tanımlayan, esas tanımlayan unsur sıradanlık, rastgelelik olamaz.
Tıpkı zorunda değilken, vicdanlarının sesini dinleyenlerin ve bambaşka zorlukta kararları alan insanları tanımlayanın da sıradanlık olmadığı gibi… Sesini çıkarabilecekken çıkarmayanları, sesini çıkarmayabilecekken çıkaranları sıradan diye mi tanımlayalım?
Burada, filmin çok dışında ve çok eski bir soru var: İnsanlar tarihin akışı öyle gerektirdiği için mi iyi veya kötüdürler, bunu seçtikleri için mi?
Film, Nazilerin kurduğu sistemi birçok yerde ayrıntılarıyla anlatıyor. O kadar ayrıntılı ki iç bulandırıyor. Krematoryumların nasıl kurulup nasıl hızlandırılacağının, sanki herhangi bir fabrikadan bahsediliyormuş gibi renksizce ve sadece işlevselliğe önem verilerek tartışıldığını izliyoruz. Hangi ülkeden kaç Yahudinin nereye sevk edilip nasıl yok edileceklerini de aynı şekilde. Sayılar, formüller, işlev…
Bakın bu da sıradan, diyor film. Bu Nazilerin gözünde sadece bir iş. Randımanlı bir şekilde yapılıp bitirilecek bir iş.
Elbette korkunç. Yönetmen, bu işlevsel hesaplardaki korkunçluğu göstermek istiyor bize. “Milyonlarca insan birtakım masalarda, birtakım hesaplar yapılarak, neredeyse hesap makinesine başvurularak katledildi” diyor. Eminim bundan.
Ama bu hesaplara bakıp ilham alacak kişiler olduğundan da eminim. Faşizmin ince hesaplarına, randıman sevdasına, işlevselliğine her geçen gün daha çok insan kapılıyor. Mazlumun değil sadece zalimin gösterildiği bu hikâyecilik, zalimle özdeşlik kuranlara da “bak nasıl çalışkanlar” diye de ilham verecektir.
Ben bundan korkuyorum. Hafıza köreliyor. Acılar unutuluyor. “Çözümcüler”, “işlevselciler” yeniden tırmanıyor. Dünyanın her yerinde. ‘Sıradan’ birçok insanın hevesi yine kabarıyor. İnsanlar faşizme de özenir. Film izleyerek özenmez elbette. Ama unutarak özenir. Kurbanlar sayılardan, sistem randımandan ibaret hale gelince; çekilen acı, kanayan vicdan tam olarak gösterilmeyince…
Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür. İnsan unutur.
https://www.gazeteduvar.com.tr/iyinin-ve-kotunun-bahcesinde-makale-1671694