Veliaht Prens Bin Salman´ın başını çektiği ve bu aile devletinin altını üstüne getiren modernleşme politikası yavaş yavaş meyvelerini veriyor. Artık, batılıların dediği şekli ile ´Suudi´nin Evi´ ekonomisine petrol dışı girdileri de ekleme yolunda ciddi adımlar atıyor.
Birkaç ay önce katıldığım bir turizm konferansında ilk kez yeni bir rota olarak duymuştum Suudi Arabistan’ı. Kuzey Amerika’nın en güçlü tur operatörleri tarafından pazarlanan bu güzergahın tanıtımı Suudi merkezli bir turizm ofisi tarafından yapılıyordu. Düzenlenen webinarlarda sözü geçen ayrıntılar, ülkenin azımsanmayacak anlamda kabuk değiştirdiğinin ayak sesleri idi.
Veliaht Prens Muhammed Bin Salman’ın başını çektiği, bu aile devletinin altını üstüne getiren modernleşme politikası yavaş yavaş meyvelerini veriyor. Artık, batılıların dediği şekliyle ‘Suudi’nin Evi’ (The House of Saud) ekonomisine petrol dışı girdileri de ekleme yolunda ciddi adımlar atıyor: Turizm bir yana, madencilik, üretim, teknoloji, finans, taşıma ve lojistik konuları da Suudi güçlenme ve genişleme siyasetinin yeni yapı taşlarını oluşturuyor.
Hamas’ın, 7 Ekim’de İsrail’in güneyinde yaptığı saldırı sonrası yaşanan gelişmeler Suudi Arabistan’ı, birçok ülke gibi, hiç de uygun olmayan bir anda hazırlıksız yakaladı. İran tarafından desteklenen Hamas’ın bu hamlesi, İsrail ile karşılıklı görüşmelere başlamış Riyad’ın beklentilerini askıya almasına neden oldu. Gerçi, İran’ın, daha önceleri Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile yakınlaştığı ve iki ülkenin dirsek temasında olduğu kamuoyuna yansımıştı. Ancak, Tahran’ın dış politikası hala Körfez ülkelerine, İslam Devrimini ihraç etmekten yana. Eş deyişle, Riyad’ın ve onun etrafında kümelenen Körfez Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı ülkelerinin yumuşak karınları ‘aile monarşileri’, İran’ın alaşağı etmek istediği hedefler.
Bir tek Katar girmiyor bu kategoriye. İran tarafından İsrail’e karşı desteklenen Hamas liderlerinin ikamet ettiği ülke: Katar! Hamas’a arka çıkan, maddi destek sağlayan bir kaynak. Birkaç yıl önce Körfez Ülkeleri İşbirliği Teşkilatından atılmış, üye ülkeler Katar ile sınırlarını kapatmış, vatandaşlarını kovmuşlardı. Sonra sular durulmuş, örgüte tekrardan dönmüştü. Ancak kemik kırığının nemli havada ağrı yapması misali ilişkiler sağlıklı bir zemine oturamadı besbelli.
Körfez ülkeleri, Müslüman Kardeşler söylemini dillendiren Hamas’a ihtiyati bir mesafe koyuyor. Tıpkı İran’ı gördükleri gibi, İhvan’ı da tehlikeli görüyorlar. Ürdün ve Mısır da Hamas ile olan ilişkilerinde hiç rahat değil. Dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği Gazze’nin patronuna sınırlarını mühürlemişler, kuş uçurtmak niyetinde değiller. Hamas’ı “ayak altından çekme” işlerini ise İsrail’e gördürüyorlar. Çok yüksek bir bedele.
Dönelim Suudi Arabistan’a… Trump’ın başkanlığının sonlarına doğru imza altına alınan İbrahim Anlaşmaları, Bin Salman’ın da dikkatini çekiyor. Şii ile İhvan kıskacına girmek istemeyen Riyad’ın İsrail ile bir diyalog başlatmak istemesi bu yüzden. Belki, Suudiler İbrahim Anlaşması kapsamına girmeyecek ancak “kervan yolda düzülür” misali bir yerden başlayacaklar. Ya da başlayacaklardı. Hamas oyunu bozmasaydı, böylece ABD’ye daha yakın olacaktı.
İran’ın, Suudi – İsrail yakınlaşmasını sabote etmek istemesi; Hamas’ın İbrahim Anlaşmaları ile gözden düşen Filistin meselesini tekrar gündeme taşımak için zaman kollaması… 7 Ekim’in temelinde yatan nedenlerden bazılarıdır kanaatimce. Bir de buna ABD’nin bölgedeki stratejik adımlarına set çekme durumu var ki, bu yalnız yerel oyuncuları değil, küresel olanları da yakinen ilgilendiriyor. Ukrayna’da çamura saplanmış Rusya gibi ve Çin gibi.
Sokaklarında, genelde Filistin konusuna, özelde Hamas’ın “popüler cihatçı” görüntüsüne derin bir sempati ile bakan bir halk çoğunluğunun bulunduğu Suudi Arabistan’ın, bugünkü şartlarda İsrail ile yeniden masaya oturması bir yana, aynı kaldırımda bile görünmek istememesi gayet anlaşılabilir. Bu Bin Salman’ın, Yahudi Devleti ile görüşmek, bir anlaşma zemini oluşturmak istemediği anlamına gelmiyor. En azından, şimdilik! Yalnızca, şu an zamanı değil.
Etrafında varlığına tehdit saydığı güçlerin bilincinde, Suudi Evi, vatandaşlarının dünyaya baktıkları pencerelerin sayısını arttırmak, konumunu zenginleştirmek durumunda. Yapısal reformlar bu yüzden önemli. Reformların yaşamın her alanında çarpıcı etkiler göstermesi amaçlanıyor. Toplum yaşantısı yeniden planlanıyor. Hukuk, eğitim sistemi, din adamlarının konumu ve kadın hakları. Bin Salman’ın sosyal medyaya düşen “Bundan sonra Suudi Arabistanlı kadınların giyeceği kıyafete Suudi Arabistanlı kadınlar karar verecek” şeklindeki beyanı, Riyad’ın insan hakları konusunda vardığı noktayı ortaya koyuyor. Bu devam eder mi? Yoksa bir aldatmaca mıdır söz konusu olan? Bunu gelişen olaylar gösterecek!
Vahabi inancının temeli, İslam’ın kutsal yerlerinin koruyucusu Suudilerin bu hassas konuda hata yapmaları, temelleri çatırdasın diye bekleyen birçok gücün ellerini ovuşturmasını sağlayacaktır. Görünen o ki Riyad’da yeni stratejiyi belirleyenler, bunun farkındalar. ‘Gerçek İslam’ı yaymak yerine, monarşinin selameti, bölgeye birlik, barış ve zenginlik getirme becerisi üzerine oynuyorlar.
Suudiler savaşla birlikte, İsrail ile olası bir zemin paylaşımı için bedel talep edeceklerdir. Bunu hem ABD’den hem de İsrail’den isteyecekler. Filistin’in bir devlet olarak tanınması, bunun BM Güvenlik Konseyinde Washington tarafından veto yememesi, halen savaş devam ederken, dillendirmeye başladıkları talepler arasında. Bunu yaparken Riyad’ın, Hamas’ın ipotek koyduğu halkın azat edilmesini sağlamak, İran’ın bölgede gözünü diktiği lider pozisyonunu engellemek gibi motivasyonları da var. Bu şekilde Tahran’ın Filistin meselesini sömürmesine izin vermemek Suudilerin hedeflerinden biri. İsrail ile Filistin arasında açılacak görüşmeler İran’ın bölgedeki ağırlığını azaltacak, yaşanan kaos ve istikrarsızlık yerini bir dengeye bırakacak, diye bir görüş hakim Suudi Evinde.
Suudi Evi, Filistin konusunda ne kadar samimi? Aklı başında herkes, bölgesel güç savaşlarının burada yaşayan kitlelere acı getirdiğini görüyor. Ancak bugüne dek, Filistin meselesinin istismar edilmesi konusundaki fikir birliği devam etti. İran olsun, komşu Ürdün ve Mısır olsun, söz konusu coğrafyada çatışma durumunun daim olması için bölgeye yardım adı altında yüksek miktarda para aktaran Körfez ülkeleri olsun, Filistin sorununa çözüm bulmak şöyle dursun, bundan nemalanmanın yollarını aradılar, olup bitene ses çıkartmadılar.
Yavaş yavaş aralanmağa başladığı fark edilen bu yeni perde ile, yüzyılı aşkın süredir devam edegelen düşmanlığın bitmesi mümkün olacak mı? İç dinamikler, Bin Salman’a bu adımları rahatça attıracak mı? İslam’ın kutsal yerlerine ev sahipliği yapan Suudilerin İsrail ile yakınlaşma ve olası bir anlaşma zemini bulmaları İslam aleminde nasıl yankılanacak?
Ve can alıcı son bir soru: Türkiye bu tablonun neresinde olacak? Son aylarda bir deprem ve iki seçim ile sınanan ülkenin, İslam Aleminde ses getireceği belli bu adımları nasıl karşılayacağı, Filistin meselesi üzerinden sarkıtılan hilafet ve şeriat taleplerinin nereye varacağı konuları ucu açık kalmaya devam edecek gibi…