Koffi Kwahulé yeniden Moda Sahnesi'nde 'Big Shoot / DIKŞIN: Büyük Şans'

“Bana yardım etmen lazım, grup olarak oynamalıyız, en ufak, sigara kâğıdı kadar bile ince bir kuşkuya mahal vermeden... Benden hiçbir şey saklamamalısın, bana her şeyi söylemelisin... Artık bana her şeyi söyleyeceğine söz verir misin, Stan?”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
28 Şubat 2024 Çarşamba

Fildişi Sahilinde doğan, eğitimini Fransız Tiyatrosu Sanat ve Tekniği Yüksek Okulu’nda, doktorasını Sorbonne Üniversitesinde tamamlayan oyuncu, yönetmen, romancı, oyun yazarı Koffi Kwahulé, 1977’den bu yana birçok dile çevrilerek çok sayıda ülkede sahnelenmiş yirmiyi aşkın oyun yazmıştır.

“Bence tiyatro canlıların katıldığı bir cenaze törenidir. Boşuna ‘canlandırmak’ demiyoruz Sanırım tiyatronun tek bir gerçek işlevi var; Ölüm korkusunu ortaklaşa yaşayan canlılar olduğumuzu hatırlatmak” diyen Kwahulé’nin 2000’de yazdığı ‘Big Shoot’ uydurma öykülerin kendini sanatçı ilan eden cellatlar eliyle kurbanlara zorla söyletildiği ölümcül bir ‘reality show’ üzerinden, günümüzde ölümün artık bir tüketici deneyimi olduğunu yansıtır.

Yazarın en sert metinlerinden, Türkiye’de ilk 2014’te TiyatrOPS’un oynadığı ‘Big Shoot’u, Kwahulé’nin Moda Sahnesi’nde ‘Bira Fabrikası’, ‘Arıza / Blue-s Cat’ ve ‘Ağaçların Kokusu’ oyunlarını yöneten Kemal Aydoğan, ‘DIKŞIN: Büyük Şans’ adıyla çılgın bir sirk gösterisi, hınzır ve müthiş komik bir karanlık güldürü yorumuyla sahneye koyuyor.

Bengi Günay’ın dekor, kostüm, İrfan Vanlı’nın ışık tasarımlarının çadırsız bir sirke dönüştürdüğü sahnede, itiraf edecek sayısız suçu olan işkenceci (Onur Ünsal), kabulleneceği hiçbir cürmü olmayan köle Stan’ı (Mehmet Tekatlı) konuşturmaya çalışır. Stan hiçbir şey söylemez, Stan hiçbir şey yapmaz. Stan sadece geçer. İşkenceci, tüm becerisini kullanarak izleyicilerin sağlıksız merakını sürekli uyanık tutmak, sıkı sorgulamalarla, sapkın, çılgın, saldırılar ve agresif cinsel imalarla köle/ kurbanı ölüme yönlendirmek zorundadır. Herkesin ezbere bildiği ama izlemekten vazgeçemediği gösteri, sadece mütecaviz cinselliğiyle değil, ölümü ve öldürme tutkusunu kullanışıyla da fiilen müstehcendir. 

Onur Ünsal dur durak bilmeyen, uçuk kaçık, hınzır, fırlama ve müthiş komik işkencecisiyle Kwahulé’nin hayranı olduğu cazdan esinlenen, devamlı hem gerçeküstüyle hem absürtle flört eden, doğaçlamaya yatkın metninin ideal yorumcusu olduğunu ‘Bira Fabrikası’nın ardından ‘Big Shoot’la bir kez daha kanıtlar. Ünsal’ın çılgın, hem komik hem ürkünç çok boyutlu performansını serinkanlı eşlikçiliğiyle Mehmet Tekatlı ustaca dengeler.

Aykırı ve sert bir metnin anlatılması zor, düşündürücü, seyretmesi müthiş etkileyici, rahatsız edecek derecede komik yorumu. Sahnelenmesi, oyunculukları olağanüstü. Sezonun olmazsa olmazlarından. 7, 14, 18 Mart ve sezon boyunca Moda Sahnesi’nde.

Tiyatro Watt’ta ‘Karşılaşmalar’ devam ediyor

‘Gölge Otobanı’   

Yıldız Teknik mezunu, yüksek lisansını Haliç Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde tamamlayan Yusuf Onur Aydın, geçen sezon kurduğu Tiyatro Watt’ta yazıp yönettiği ilk projesi ‘Sıradan Karşılaşmışlar’da sıradan bir öyküyü farklı anlatım biçemiyle, özgün bir görsel işitsel teatral deneyime çevirmişti. Sinemaya gönderme yapan sahnelemesinde, filmlerde özel efekt oluşturmak için kullanılan yeşil fon perdesi üzerinde var ettiği dekorları ekranda izleterek sinemanın büyüsünü ve yanılsama gücünü başarıyla tiyatroyla iç içe geçirmişti.

Oyun aslında ‘Karşılaşmalar’ adlı bir üçlemenin birincisiymiş. Bu sezon sahnelenen ikinci bölümü ‘Gölge Otobanı’, gerçek ve hayali ikilemine taşıdığı, üç kişinin aynı arabadaki yolculuğunu, geçmişin, geleceğin, şimdinin ekseninde akan bir yolda göçü, aidiyeti ve umudu yine sinemanın dilini kullanarak anlatan bir çalışma.

İlk oyununda sinemasal anlatımı kullanmadaki yetkinliğini kanıtlayan Onur Aydın, bu kez birbirine yabancı, tesadüfen bir araya gelmiş üç kişinin bu topraklarda geçen, sıradan gözüken yolculuğu üzerinden, çok daha derinlikli, katmanlı bir öykü anlatır.

Sinemayla yakın akrabalığı sürdüren ‘Gölge Otobanı’nın kişilerinin, fiili bir yolculuğun paralelinde belleğin ve zamanın içinde içsel yolculuğu, Anglosaksonların sevdikleri bir yol filmi gibi gelişir.

Almanya’da yaşayan, Türkiye-Almanya arasında ticaretle meşgul 30’lu yaşlarının sonundaki İsmail (Tahir Yılmaz) Almanya’ya dönüş yolunda, genç otostopçu Murat’ı (Yusuf Onur Aydın) arabasına almıştır. Bir şeye çarparlar; Murat donup kalır; dışarı çıkan İsmail hiçbir şey bulamaz; arabada da hasar da yoktur. Olay sonrası şaşırmış ve sarsılmış olarak toparlanmaya gittikleri dinlenme tesisinde karşılaştıkları 20’lerinin sonunda Hasan (Yusuf Nebioğlu), onu sınıra kadar almalarını rica eder. Yola Hasan’ı da alıp devam eden üç yabancı giderek konuşmaya, birbirlerine açılmaya başlarlar. Almanya’da doğan gurbetçi İsmail, ilk kez 7-8 yaşlarında Alman annesi ve işçi babasıyla Türkiye’ye tatile gelişinden, erken yaşta kaybettiği babasından, geride bıraktığı fotoğrafçı ve filmci olma hayallerinden söz eder. Ankara’da orta sınıf ailesiyle yaşayan, yazarlığı aktif olarak bırakmış içine kapanık yazar Murat giderek ne geçmişten ne gelecekten beklentisi olmadığını, başta kendisi, herkesten, belki de yaşamın kendisinden kaçtığını söyler. İç savaşın sürdüğü ülkesinden (Irak? Suriye?) zorunlu olarak sırt çantası ve berber dededen kalma eski tıraş makinesiyle Türkiye’ye kaçak giren mülteci Hasan, her şeye rağmen sağduyulu, bilinçli ve umutlu tek kişidir. Murat’ın “sen kaçaksın ama kaçmıyorsun, bense kaçak değilim ama her şeyden kaçıyorum” dediği, burada akrabaları olduğundan Türkçeyi düzgün ve şivesiz konuşan Hasan belki çarptıklarında yok olan o varlık gibi, aslında var olamayan, Murat’la İsmail’in umutlarını ve düşlerini simgeleyen hayali bir karakterdir.

‘Gölge Otobanı’ metninin en lezzetli tarafı kendi içinde tutarlı gerçekçiliğine karşın böylesine gerçeküstüne kaçan tadıdır: Otobanın adı neden gölge? Yaşamın mı gölgesidir? Hayallerin, gerçekleşmeyen düşlerin mi? Araba gerçekten bir şeye ya da birine çarptı mı? Ya da ortak bir halüsinasyon mu yaşandı? Türkiye’nin neresinde Almanya’ya giderken geçilecek, birilerinin Hasan’ı tekneyle alacağı denize yakın sınır kapısı var?

Yusuf Onur Aydın, yolculuğun hikâyesini, bir otomobil iskeleti, birkaç sandalye ve aynası olmayan bir çerçeveyle ustalıkla inandırıcı kılar (sahne ve kostüm tasarımı Bengü Şener, ışık tasarımı Alev Topal). Kendisinin de elemanı olduğu ekibin oyunculuğu dört dörtlük.

9 Mart Boa Sahne, 14 Mart Cihangir Atölye Sahnesi, 24 Mart Tiyatrops, 27 Mart BeReZe ve sezonda İstanbul sahnelerinde. Kaçırmayın.

Tiyatro2Bir ‘Altın Kafes’                     

“Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır”  

Haldun Taner’in Tomas Fasulyeciyan’a söylettiği “Teatro dediğin nedir ki, iki kalas bir heves!” ifadesinden yola çıkarak kurulan Tiyatro 2Bir ekibi sezon başından beri, Salih Ahmet Sak’ın yazdığı Osman Ataseven’in oynadığı Altın Kafesi sahneliyor.

‘Altın Kafes’ hiç beklemediği anda eline geçen iktidarı önce iyi niyetle kullanmaya kalkan, giderek gücün getirdiği sarhoşlukla insafsız, vehimlerine ve korkularına esir düştükçe daha acımasız, zalim bir muktedire dönüşen Kartal’ın, aşırı güce sahip bütün muktedirler gibi zamanla adım adım düşüşünün öyküsü.
Salih Ahmet Sak, Osmanlıcaya yakın dil, vezirler, ulaklar ve sultanlarla, tabanca ve televizyon canlı yayını gibi anakronik ögeleri iç içe geçirerek anlatıyı zamanın ve mekânın ötesine taşıyan bir metin yazmış. Zamansızlık ya da çift zamanlılık oyuncunun güncel siyah gömlek pantolon üzerine giydiği kaftanla da yansıtılmış. Çağcıl bir meddah olarak Osman Ataseven başkişisinin yanında, onun annesi dâhil bir düzineye yakın karakteri ustalıkla ayrıştırmış.

Sezonun izlenmeye değer işlerinden. 2 ve 30 Mart Şişhane Bi Sahne, 10 Mart Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi, 23 Mart Koma Sahnesi ve sezonda İstanbul sahnelerinde.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün