Yazar Stella Aciman´ın Destek Yayınlarından çıkan son kitabı ´Ateş Su Toprak´ okurla buluştu. Türkiye, Kıbrıs ve Tayland üçgeninde geçen romanda, duygularıyla bedenleri arasında uyumsuzluk yaşayan Arif ile Berrak´ın zorluklar ve acılarla dolu yaşamlarının izini hatıra defterleri üzerinden sürüyoruz. Akıcı bir dille yazılan ve okuyucuya ötekileştirilmiş hayatların kapılarını açan kitap, kahramanlarını tabular değil, sevgi üzerinden değerlendirmemizin daha insani olacağını vurguluyor.
Bugün birçok ülkede transgender (transseksüel) çocukların durumu tartışılıyor. Araştırmalara göre bunlar, genel nüfusa oranla az olmalarına rağmen, transseksüel olarak tanımlanan çocukların ve özellikle kızların sayısı hızla artıyor.
Stella Aciman ile kitabını konuştuk.
Kitaplar yaşanmışlıkların tezahürüdür derler; ‘Ateş, Su, Toprak’ta anlatılanlar gerçek bir yaşam öyküsü mü?
Kesinlikle yaşanmışlıklarla dolu bir kitap. Ancak tabii ki hiçbir kitap yüzde yüz yaşanmış öykülerden oluşuyor diyemeyiz. İçerisinde elbette hayal gücü de var, değiştirilen olay örgüleri de. Öyle yaşanmış hikâyeler gördüm ve duydum ki, akla mantığa uymuyor. “Hadi canım” bu olay yaşanmış olamaz diyorsun ve inanamıyorsun. Mesela ‘Ateş ve Su’yun hikâyesi gerçek. İnanamamıştım olayı duyduğumda. Bunu hazmedip, kurgu aşamasına getirmek de baya bir zaman işi. Karakterlerin kendine has bir dil geliştirmesi gerekir. Tüm bunlar bir süreç. Dolayısıyla her gerçek hikâye inandırıcı olmayabiliyor. Bu yüzden kurgu ile gerçeğin harmanı bir roman desek çok daha doğru olur.
Ateş, Su ve Toprak, kitabınızın ana kahramanlarının isimleri… Neden bu adları seçtiniz, romanınızın konusuna nasıl uyumlanıyorlar?
Her biri başlı başına yaşamın olmazsa olmazı birer element. Biri olmasaydı yaşam döngüsü devam etmezdi. Ateşin olmadığı bir hayat düşünebiliyor musunuz ya da suyun? Hele hele toprağın. Bir kere topraktan yaratıldık. Vücudumuzun tamamına yakını sudan oluşuyor. Dünyanın ısısını sağlayan güneş ve hammaddesi ateş. Kitaptaki Ateş ve Su da çocukluklarından bu yana ayrılmaz bir ikiliydi. Hem zıt hem de birbirleri için olmazsa olmaz karakterler. Bu yüzden ayırmadım onları. Bir de Toprak ekledim yanlarına. Çok da yakıştılar üçlü olarak.
“İki insanın birbirine sevgisi, toplumun düzenini nasıl tehdit edebilir?”
Eşcinsellik semavi dinler, töreler, kanunlar tarafından ahlaka aykırı kabul edilmesine rağmen her zaman yaşanmış ve yaşanacak. Günümüzde, özellikle batı demokrasilerinde bu ilişkiler daha doğal karşılanmakta, hatta çiftler evlenebilmekte. Yine de genele bakacak olursak eşcinselliğin serbest yaşanması, toplumsal düzeni tehdit eden bir olgu olarak kabul ediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle toplumsal düzeni tehdit eden açlık, susuzluk, savaşlar, kadına çocuğa ve hayvana şiddet varken iki insanın bacak arasını tehdit olarak konuşmak son derece bağnaz bir düşünce. İki insanın birbirine duyduğu sevgi ve arzu, toplumun düzenini nasıl tehdit edebilir ki? Her toplum öncelikle insanca yaşam normundan yola çıkmalı düzeni sağlamak için. Düzen kimsenin cinsel ve duygusal hayatı ile bozulmaz. Öncelikle bu ön yargıyı yok etmeliyiz. Hayatta çok daha önemli şeyler var. Müzik var, sanat var, insanlara merhamet duygusunu aşılamak var. Tüm bunlar sağlandığı zaman toplumsal düzen de sağlanmış olur.
Çocukluktan beri sadece iyi birer arkadaş olan Arif ve Berrak ileride karı-koca oluyorlar. Onları bu evliliğe iten, salt aynı yollardan geçmiş, aynı kaderi paylaşmış olmaları mıydı?
Aynı yollardan, acılardan geçmiş olmaları elbette büyük bir etken. Ancak ikisini de evliliğe iten şey saf sevgi. Birbirlerini en iyi, ikisinin anlıyor olmaları. Çünkü ikisi de büyük bir değişim geçiriyor, ruhsal ve fiziksel türlü acılar çekiyorlar. Tüm bunları yaşamamış birisine bu hissiyatı anlatamazsınız. Ancak bu yollarda, bu acılardan geçmiş birisi sizi siz gibi anlayabilir. Bu sebeple aynı kaderi paylaşmış iki kişinin hayatlarını evlilikle birleştirmeleri daha naif, daha tatlı oldu bence. Geçmişleri yüzünden birbirini yargılamayan, yargılayamayacak olan iki insanın evliliğinden doğal daha ne olabilir ki…
Arif ve Berrak çok küçük yaşlardan itibaren cinsiyetlerine uygun duygu ve davranışlar içinde olamamış, bu yüzden de aileleri, çevreleri tarafından eleştirilmiş, baskıya maruz kalmışlardır. Roman boyunca, yaşadıkları travmalara, değişen hayatlarına tanık oluyoruz. Sizce anne-babanın bütün bu olan bitenden sonra gerçeği oğullarına anlatmaları şart mıydı?
Bence şarttı; çünkü her ikisi de ait olmadıkları bedenlerini değiştirmek üzere yola çıktılar. Yani yalan bir dünyanın parçası olmak istemediler. Dolayısıyla çocuklarının da tüm gerçeği bilmesini istemeleri çok doğal. Saf sevgi üzerine kurulu bir aile oldukları için, ondan böylesine büyük bir sırrı saklayamazlardı, ihanet olurdu bu Toprak’a. Çünkü Ateş ve Su her şeye herkese rağmen birbirlerini sevdiler, evlendiler. Dikkat edin her şeye, herkese rağmen diyorum. Toprak da her şeye ve herkese rağmen ailesini sevmeliydi. Ve öyle de oldu.
Her kabul ediş bir şeylerden vazgeçmektir... Doğuştan bedenleriyle duyguları arasında kalan trans bireyler, uğruna çektikleri onca sıkıntıdan sonra yeni bedenleriyle gerçekten mutluluğu yakalıyorlar mı?
Yakalayan da var yakalamayan da var. Kimisi geçmiş kimliğini saklayarak hayatına devam etmek istiyor, kimisinin evlendiği adam/kadın “çocuk istiyorum” diyor, olmuyor. Kimisi çok başka sebeplerle ilişkide bir arıza çıkarıyor. Yani mutluluğu cinsiyet değişimine bağlamak çok da doğru değil. Her normal insan gibi hayatın getirdiği iyi ve kötü şeylerden mutlu ya da mutsuz bir hayat yaşayabiliyor. Çok ağır bedeller ödeyip de bu değişimi yapanların herkesten mutlu olduğunu da gördüm, intiharın eşiğine gelenleri de. Yani mutluluk konusunda tek bir şey kıstas olmuyor.
Kitabınızı yazmaya hazırlanırken konuyla ilgili ne gibi kaynaklara başvurdunuz, hangi uzmanlara danıştınız?
Öncelikli kaynağım insan oldu. LGBT bireylere danıştım. Çünkü konunun kendisi onlar. Yaşadıklarını birinci ağızdan dinledim. Sonrasında bu insanların psikolojilerini anlayabilmek ve doğru anlatabilmek için psikolog ve psikiyatr dostlarımdan konu ile ilgili destek aldım. Dernekler ile görüştüm. Bu konuda türlü türlü filmler seyrettim. Yani ha deyince yazılmadı bu kitap.
Türkiye’de bu konuları sorgulayan başka kalemler de var mı?
Elbette var, ancak denk geldiğim kitapların çoğu yüzeysel değinmiş konuya. Kimseyi karalamak asla değil burada amacım. Sadece daha cesur daha şeffaf verilebilir bu konu. Çoğu insan LGBT'nin ne olduğunu bile bilmiyor. Mesela çocuğu çift cinsiyetli, onu bile fark edemiyor. Biz ve bizim gibi ülkelerde bu konular hâlâ tabu, yasak, ayıp görülüyor. Ben olabildiğince şeffaf anlatmaya çalıştım. Sadece bu konuyu değil, kitaplarda ele aldığım hangi konu olursa olsun, -mış gibi yapmadım, neyse onu yansıtmaya çalıştım. Mesela ‘Danimarkalı Kız’ romanı inanılmaz cesurdu, keza filmi de öyleydi. Neden bizde de böyle cesur bir şeyler olmasın? Çünkü bunlar hayatın gerçeği.
Kendinizi sadece Yahudi olduğunuz için mi azınlık yazar olarak tanımlıyorsunuz? Başka azınlık hissettiğiniz konular var mı?
Yahudi olduğum için hiçbir zaman azınlık muamelesi görmedim çevremden. Belki de çok şanslı bir çevreye sahibim bilemiyorum. Azınlık hissettiğim konular din, dil, renk, cinsiyet dışında şeyler aslında. Düşünce özgürlüğü konusunda azınlığım, hayvan ve insan sevgisi konusunda azınlığım mesela. Bunu gururla söyleyebilirim. Keşke herkes hayvanı, tüm canlıları koşulsuz sevebilse. Bir çiçeğe bile inanılmaz merhamet duyuyorum. Bahçemde bir çiçek bir ağaç kurusa oturup ağlıyorum. Azınlığım bu konuda. Keşke bu kadar duygusal olmasam diye düşünmüyor değilim bazen, ama yine de bu konuda azınlık olmak gurur verici. İnsani bir şey çünkü.
Kıbrıs’ta hayat nasıl gidiyor, günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Bahçemle, köpeklerimle ilgileniyorum. Üzerinde çalıştığım bir romanım var. Dostlarımla vakit geçiriyorum. Hayatın sunduğu tüm güzellikleri yaşamaya çalışıyorum her şeye ve herkese inat. Güzel bir hayatım var yani.
Sırada hangi kitap bekliyor bizi?
Yıllar önce yazdığım ‘Bir Masaldı Geçen Yıllar’ın devamını yazıyorum bu aralar. Muhtemelen o bekliyor sizi. Bir de manevi oğlum Murat Uçmaz var. Harika bir besteci ve yazar. Onunla ortak bir çalışmamız olacak. O kitabın üzerinde çalışıyoruz. Bakalım hangisi daha önce hazır olursa onu sunacağız.