•“Antisemitizmin daha önceki biçimleri gibi, yeni tür de nihayetinde Yahudilerle ilgili değil, toplumsal hastalıklarımızın yükünü taşıması için birilerini işaret etme dürtüsüyle ilgilidir. Baskı gerçektir. Güç, adalet olmaksızın da kullanılabilir. İsrail yanlış davrandığında eleştiriden muaf tutulmamalıdır. Ancak antisemitizmin korkunç tarihi ve yenilmez direnci, İsrail´e ve Yahudilere yönelik retorik saldırı biçimlerinin dikkatli bir incelemeye tabi tutulması gerektiği anlamına gelmektedir.” Noah Feldman
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Netanyahu, Hamas dışındaki Filistinlilerle yeni bir ilişki kurmayı düşünmeyi bile reddediyor çünkü bunu yapmak, Batı Şeria’nın bir santimetrekaresinden bile vazgeçmek istemeyen aşırı sağcı Yahudi partilerinin desteğine bağlı olan başbakanlık koltuğunu riske atacaktır. İnanması zor ama Netanyahu, İsrail’in zor kazanılmış uluslararası meşruiyetini kişisel siyasi ihtiyaçları için feda etmeye hazır. Biden’ı da kendisiyle birlikte dibe çekmekte tereddüt etmeyecektir.
Ancak daha önemli olan nokta, Hamas’ı sadece bir ordu olarak değil, aynı zamanda siyasi bir hareket olarak da kalıcı bir şekilde küçültmek için eşsiz bir fırsatın, Netanyahu’nun iki devletli bir çözüme doğru uzun vadeli de olsa herhangi bir olasılığı teşvik etmeyi reddetmesi nedeniyle heba edilmesi.
Bana göre 7 Ekim’in travmasını hâlâ atlatamamış olan İsrailliler, en azından dönüştürülmüş bir Filistin Yönetimi tarafından yönetilen bir Filistin devletine doğru yavaş yavaş ilerlemek için çaba sarf etmenin, askerden arındırma ve belirli kurumsal yönetişim hedeflerine ulaşma şartına bağlı olmasının Filistinlilere bir hediye ya da Hamas’a bir ödül olmadığını göremiyorlar.
Aksine İsraillilerin şu anda kendileri için yapabilecekleri en katı ve bencilce şey bu olurdu çünkü İsrail bugün üç cephede birden kaybediyor: Öncelikle haklı bir savaş yürüttüğü yönündeki küresel söylemi kaybediyor. Gazze’den çıkmak gibi bir planı yok, dolayısıyla eninde sonunda kalıcı bir işgal nedeniyle kuma saplanacak ve bu da dünyadaki tüm Arap müttefikleri ve dostlarıyla ilişkilerini kesinlikle zorlaştıracak. Bölgesel olarak da İran’a ve İsrail’in kuzey, güney ve doğu sınırlarına baskı uygulayan Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’deki İsrail karşıtı vekil kuvvetlere karşı kaybediyor.
Oysa her üç cephede de İsrail’e yardımcı olacak bir çözüm var: Kendini dönüştürmeye gerçekten hazır ve istekli bir Filistin Yönetimi ile iki halk için iki ulus-devlet inşa etme sürecine başlamaya hazır bir İsrail hükümeti. Bu, bütün anlatıyı değiştirir. İsrail’in Arap müttefiklerine Gazze’nin yeniden inşasında İsrail’le ortaklık kurmaları için bir kılıf sağlar ve İsrail’in İran ve vekilleriyle yüzleşmek için ihtiyaç duyduğu bölgesel ittifakın tutkalı olur.
Bunu göremeyen İsrail’in, Yahudi halkının tarihi anavatanında kendi kaderini tayin etme ve kendini savunma hakkını dünyaya kabul ettirmek için onlarca yıldır sürdürdüğü diplomasiyi tehlikeye attığına inanıyorum. Aynı zamanda Filistinlilerin iki halk için iki ulus-devleti tanıma ve bunun gerçekleşmesi için gerekli kurumları inşa edip gereken tavizleri verme fırsatından mahrum bırakıyor. Ve tekrar ediyorum, Biden yönetimini giderek daha da savunulamaz bir konuma sokacak.
https://gazeteoksijen.com/yazarlar/thomas-l-friedman/israil-en-buyuk-varligini-kaybediyor-204360
“Antisemitik söylemde, Yahudiler her zaman belirli bir grup insanın içinde yaşadıkları sosyal düzenin en kötü özelliği olarak gördükleri şeyin örneği haline getirilir. Bu yeni antisemitizmin özünde, Yahudilerin tarihsel olarak ezilen ve kendilerini korumaya çalışan bir halk değil, emperyalistler, sömürgeciler ve hatta beyaz üstünlükçüler gibi zalimler olduğu fikri yatmaktadır. Bu görüş, Yahudilerin muazzam bir güce sahip olduğu mecazının kalıntılarını korumaktadır. Bu anlatıyı çağdaş koşullara ve güç ve adaletsizliğin doğasına ilişkin mevcut kültürel kaygılara göre yaratıcı bir şekilde günceller. Yahudilerin zalim olduğuna dair yeni anlatı, nihayetinde, ister eski dini formunda ister Nazi yinelemesinde olsun, Yahudileri kınamayı ve cezalandırmayı benzersiz bir şekilde hak eden antisemitik geleneğe çok yakındır. Antisemitizmin daha önceki biçimleri gibi, yeni tür de nihayetinde Yahudilerle ilgili değil, toplumsal hastalıklarımızın yükünü taşıması için birilerini işaret etme dürtüsüyle ilgilidir. Baskı gerçektir. Güç, adalet olmaksızın da kullanılabilir. İsrail yanlış davrandığında eleştiriden muaf tutulmamalıdır. Ancak antisemitizmin korkunç tarihi ve yenilmez direnci, İsrail’e ve Yahudilere yönelik retorik saldırı biçimlerinin dikkatli bir incelemeye tabi tutulması gerektiği anlamına gelmektedir.”
…
Feldman için Filistinlilerin çektiği acılar gayri meşru. Bu ikincil bir olgudur, sadece bu zulmü kabul etmenin kendisi ve “arketip kurban” olarak övündüğü statüsü üzerinde yaratabileceği hayali olumsuz sonuçlar açısından dikkate değerdir – bu her ne demekse tabii.
Feldman Filistin deneyimini görünmezleştiriyor. Kontrol noktalarını, kuşatmayı, apartheid’ı, soykırımı unutturuyor. Kendi egosunun ötesini göremiyor. Bu sorun değil. Onun bunu görmesine ihtiyacımız yok. Filistinliler mücadelemizi anlatmaya devam edecek. Bunun için de özür dilemeyeceğiz.
“Antisemitizmle suçlanmaktan kaçış yok. Bu kaybedilen bir savaş ve daha da önemlisi, göze batan bir kırmızı ringa balığı. . . Yapacak daha iyi şeyler var: taşıyacak tabutlarımız var. İsrail’in morg odalarında gömmek zorunda olduğumuz akrabalarımız var.”
Birleşik Krallık'ta 7 Ekim'den bu yana Yahudi düşmanı ırkçılığın katlanarak arttığı artık çok iyi belgelenmiş durumda. Community Security Trust'ın geçen hafta yayımladığı istatistikler, ilk kez Birleşik Krallık'taki tüm polis makamlarının Yahudi düşmanı olaylarla ilgili raporlara sahip olduğunu kaydetti. Toplamda, Yahudilere yönelik ırkçı olaylar 2023'te bir önceki yıla kıyasla yüzde 589 gibi şaşırtıcı bir oranda arttı.
Binyamin Netanyahu hakkında söyleyecek iyi bir şeyim yok ve şahsen söyleyebilecek bir Yahudi de tanımıyorum. Bir Britanya Yahudisi olarak bu siyasi pozisyonu belirtmek zorunda olmamalıyım ancak artık savaşla uzaktan yakından ilgili herhangi bir konuşmada gerekli bir niteleyici gibi geliyor. Ben ve tanıdığım herkes, Gazze ve İsrail'deki tüm masum insanların ölümünden büyük üzüntü duyuyoruz.
Yılda birkaç kez Facebook'a girmek dışında sosyal medyadan tamamen uzak dururdum. Bir süre önce bunun bana göre olmadığına karar verdim; 7 Ekim bunu değiştirdi. Birdenbire arkadaşlarımdan ve meslektaşlarımdan sosyal medyanın Yahudi düşmanlığında gözle görülür bir fırlayışa ev sahipliği yaptığını duymaya başladım. Sadece çevrimiçi olmasa da artık interneti Yahudi nefretiyle dolduran ve faillerin çoğunlukla cezasız kaldığı olaylar.
X/Twitter ve Instagram'ın lağım çukuruna baktığımda beni en çok rahatsız eden şeylerden biri, Holokost'a sık sık atıfta bulunulması ve Yahudi halkının neredeyse yok edilmesiyle Gazze'den gelen korkunç görüntüler arasında rahatça paralellik kurulması. Auschwitz'den görüntülerin Gazze'yle eşleştirilmesi, Davut Yıldızı'nın Gamalı Haç'a dönüştürülmesi ve Schindler'in Listesi (Schindler’s List) ya da İlgi Alanı'ndan (The Zone of Interest) kesitlerin günümüz görüntülerinin yanına yerleştirilmesi tipik örnekler.
Ama neden Holokost? İnsanların çektiği acılar hakkında bir noktaya değinmek istiyorsanız, ne yazık ki, eşdeğerlik kurabileceğiniz pek çok güçlü ve daha yeni imgeler var. Ancak asıl yaptığınız şey Yahudi yemlemekse bunlar o kadar da kullanışlı değil.
Nispeten yakın Yahudi tarihinde tek başına dehşet verici bir olay olan Holokost'u tersine çevirmek zalimce ve Yahudileri hedef alıyor, İsrail hükümetini değil. Uluslararası Holokost Anma İttifakı tarafından açık bir şekilde Yahudi düşmanı olarak tanımlanıyor ve Yahudilere saldırmak için Yahudi travmasını kullanıyor. Öldürülen Yahudilerin anısını aşağılıyor ve akademisyen Lesley Klaff'ın açıkladığı gibi Holokost'u "Yahudilere" yönelik ahlaki bir ders ve hatta ahlaki bir suçlama olarak sunuyor.
Holokost'u tersine çevirme, katı Yahudi düşmanlığını maskelemenin tehlikeli ve alaycı bir biçimi ve şu anda sosyal medyada insanların en iyi şu şekilde özetlenebilecek materyaller paylaştığı, uyum göstermesi kolay bir versiyonu var:
Gördünüz mü? Kurbanlar faillere dönüştü.
Bu konuda öncülük edenler ne yaptıklarını çok iyi biliyor. Ancak bu materyalleri yeniden paylaşan pek çok kişi bunların yarattığı etkinin farkında bile olmayabilir ve bunu Filistinlilerle empati kurmak ya da İsrail hükümetinin politikalarını protesto etmek için yaptıklarını düşünebilir. Ancak bu Filistinlilere yardım etmez ve İsrail politikasını etkilemez, sadece Yahudilere zarar verir.
Hem çevrimiçi hem de fiziksel olarak meşru bir şekilde protesto etmenin sayısız yolu var. Ünlü bir Yahudi olduğu için Amy Winehouse'un heykelini hedef almak ve en ünlü Yahudi trajedisi olduğu için Holokost'a işaret etmek bu yollara dahil değil.
https://www.indyturk.com/node/702801/yazarlar/amy-winehouseun-gazzeyle-ne-alakas%C4%B1-var
Netanyahu, Biden’a alenen meydan okumaya daha istekli; bu pozisyon, Filistin anlaşmazlığına iki devletli bir çözüm bulunması için Amerikan baskısına karşı koyabilecek tek kişinin kendisi olduğunu ve bu nedenle de 7 Ekim’deki başarısızlığa görevde kalması gerektiğini savunmasına olanak tanıyor.
İsrail’in eski New York Başkonsolosu Alon Pinkas, “Netanyahu 7 Ekim’den uzaklaştıkça, kendisine göre daha az sorumlu ve hesap verebilir hale geliyor” dedi: “Ve zaman 7 Ekim’den uzaklaştıkça, Trump’ı iktidara getirebilecek Amerikan seçimlerinin yapılacağı 5 Kasım’a da yaklaşıyor.”
“Ama mesele bundan daha derinlere gidiyor” diye ekledi: “Bence Netanyahu, Biden ile doğrudan bir çatışma arayışında çünkü bu onun siyasi çıkarları için iyi. Anlatıyı değiştirmeye çalışıyor.”
Ancak bu riskli bir oyun. Tek başına hareket eden İsrail’in sadece Hamas’a karşı savaşında kullandığı mühimmatlar için değil, Washington’un BM Güvenlik Konseyi kararlarını defalarca veto ettiği ve Batı Şeria’dan tek taraflı çekilme çağrılarına karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’i desteklediği uluslararası arenadaki savunması için de ABD’ye ne kadar bağımlı olduğu her zamankinden daha açık hale geldi.
Dahası, Biden Netanyahu’ya İsrailli liderin gerçekten istediği bir şeyi teklif ediyor: Suudi Arabistan ile diplomatik ilişkilerin normalleşmesi ihtimali ki bu, düşmanca bir çevrede geçen üç çeyrek asırdan sonra Yahudi devleti için bir paradigma değişikliği ve her başbakanın mirası için isteyeceği türden tarihi bir başarı olacak. Biden’ın işaret ettiği nokta, böyle bir atılımın ancak savaşın sona ermesi ve bir Filistin devletinin masada olması halinde gerçekleşebileceği.
Biden pazartesi günü “Late Night With Seth Meyers” programında verdiği röportajda bu konuda Netanyahu’ya bir taviz verir gibi göründü ve “hemen iki devletli bir çözümde değil, iki devletli bir çözüme ulaşmak için bir süreçte” ısrar ettiğini açıkça belirtti. Ancak uzun kariyeri boyunca böyle bir çözüme direnen Netanyahu’nun böyle bir süreci bile kabul edip etmeyeceği belirsiz.
Biden’ın karşılaştığı zorluklardan biri de askerî harekât söz konusu olduğunda meselenin sadece başkan ile başbakan arasındaki bir mesele olmaması. Soldan merkeze ve sağa kadar tüm İsrail siyaset kurumu, ülkeyi sarsan terör saldırısının ardından Hamas’a karşı savaşı destekliyor. Netanyahu’nun siyasi rakipleri arasında bile Gazze’deki Filistinlilere sempati duyan çok kişi yok.
https://harici.com.tr/bidena-meydan-okumak-netanyahuya-puan-kazandiriyor/
Ordunun üst kademesi özel görüşmelerinde, 13 yaşından beri sadece dini metinlerle uğraşmış, toplumdan kopuk cemaatlerden gelen on binlerce ultra-Ortodoks gencin çok da işe yaramayacağını kabul ediyor. Ancak muafiyetin devamının askere çağrılan İsrailliler üzerindeki olumsuz etkisinden çekiniyorlar. Bir general “Hem askerlerimizin hem de yedek kuvvetlerimizin motivasyonuna gelecekte de güvenebileceğimizi bilmemiz gerekiyor” diye konuştu.
Ordunun tercih ettiği çözüm ise ultra-Ortodoks Yahudiler ve İsrail Arapları da dahil olmak üzere 18 yaşına gelmiş bütün İsraillilerin belli bir vatani görev yapması. Ordu askere alacağı kişileri kendi seçebilsin, geri kalanlar ise sivil örgütlerde hizmet versin istiyorlar. Ancak bu görüş de en azından şu an yetkili olan siyasetçilerden fazla destek görmüyor. Beğeni oranlarını artırmak için her şeyi deneyen Netanyahu İsraillileri Hamas’a karşı “kesin zaferi” sadece kendisinin getirebileceğine ikna etmeye çalışıyor. Ancak halk Netanyahu’nun siyasi müttefiklerinin de savaşa katılmasını istiyor.
İsrail’in 146. gününe giren Gazze’ye yönelik saldırılarında ölenlerin sayısı 30 bini aştı. İsrail güçlerinin son 24 saatte Gazze Şeridi’nde 81 Filistinliyi daha öldürdüğünü kaydeden Filistin Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Eşref el-Kudra, Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısının 30 bin 35’e yükseldiğini 70 bin 457 kişinin de yaralandığını belirtti.
Ateşkes için görüşmeler sürerken, önceki İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in İsrail’in Haaretz gazetesine yazdığı makale dikkat çekti.
Gazze operasyonu sebebiyle Başbakan Binyamin Netanyahu’yu eleştiren Olmert, Netanyahu’yu “bölgesel savaş peşinde katliamcı bir çetenin başında” olmakla suçladı.
Olmert daha önce de Netanyahu’nun koalisyon ortaklarının yalnızca Gazze değil, Batı Şeria ve Kudüs’ü de ele geçirip Filistinli Müslümanlardan “arındırmak” ve bölgesel bir savaş peşinde olduğunu ve kendisinin de koltuğu uğruna bu “katliamcı çetenin” başına durmaya devam ettiğini söylemişti.
Olmert dün yine Haaretz gazetesinin Poscast yayınında da Ben-Gvir, Smotrich ve Netanyahu için Gazze’nin sadece bir başlangıç olduğunu, “Batı Şeria’daki Filistinlilerin çoğunu sürmeyi mümkün kılacak Armageddon’u” hedeflediklerini söyledi.
Netanyahu’dan önce, 2006-2009 yıllarında İsrail’in Başbakanlığı yapan Olmert, daha önce de New Statesman dergisine mülakatında “Gazze bizim değil” diyerek “iki devletli çözümden” yana olduğunu, “siyasi mevta” dediği Netanyahu’nun ise iktidardan “er geç kovulacağını” söylemişti.
İsrail eski Başbakanı Ehud Barak, 7 Ekim'den bu yana süren İsrail-Hamas savaşını analiz etti. Analizde baş sorumlu olarak Netanyahu'yu gösteren Barak, Gazzelilerin Gazze'de kalması gerektiğini, Filistin yönetiminin elzem olduğunu vurgulayarak İsrail halkını Netanyahu'ya karşı ayaklanmaya davet etti. Barak'a göre İsrail'de en geç Haziran 2024'te erken seçim yapılmalı.
Çok sayıda İsraillinin ölümü ve bir bölümünün de rehin alınması ile sonuçlanan Hamas saldırısına cevaben İsrail’in Gazze’yi işgal etmesi başlangıçta anlayışla karşılanmıştı. Küresel kamuoyu İsrail’in girişiminin nedenlerini anlıyor, hükümetler ise İsrail’i desteklemekte zorluk çekmiyorlardı. Aylar süren çatışmalar ve İsrail kuvvetlerinin Gazze’yi yakıp yıkmasından sonra başlangıçta görülen anlayış yerini farklı tepkilere bırakmış görünüyor. İsrail kamuoyunun bir bölümü Netanyahu’yu desteklerken, diğerleri yapılanları eleştiriyor. Dünyaya baktığınızda da, sadece ülkeler arasında değil, her ülkenin kendi içinde de İsrail’in Gazze’yi işgali karşısında izlenecek siyaset konusunda ciddi farklar ortaya çıkmış bulunuyor.
İsterseniz önce İsrail’e bakalım. Hamas saldırısının beklenmediği ve tüm İsrail halkını şaşırttığı aşikar. Hemen herkes yapılana bir cevap verilmesi gerektiği konusunda birleşmiş durumdaydı. Üç ayı aşkın süredir devam eden savaş sonrasında İsrail toplumunda ortaya çıkan görüş farkları ise giderek belirginleşiyor. Rehinelerin çoğu henüz kurtarılmadığı gibi, bir bölümünün ölmüş olabileceğinden endişe ediliyor. Hamas henüz mağlup edilmiş değil ama, Hamas ile herhangi ilişkisi olmayan bir çok kişi katledildi. Aşırı Siyonistler Filistinlilerin topraklarına konma fırsatını olumlu karşılarken, birçok İsrail vatandaşı savaşta hangi amacın güdüldüğünün belli olmadığını ileri sürüyor. Birçok İsrailli, Filistinlilerin kendilerine ait bir toprak istediklerini, bu özleme olumlu cevap verilmesi gerektiğini düşünüyor. Yine İsrail kamuoyunun önemli bir bölümü Netanyahu’nun mücadeleyi İsrail’in karşılaştığı sorunu aşmak için değil, iktidarını sona erdirebilecek yargı kararlarından kaçmak için uzattığı kanaatinde. Savaş, Netanyahu’yu kurtarmaya dönük ve yürütmenin yargıyı denetleme gücünü arttıran “anayasa” krizini de ertelemiş bulunuyor.
…
Netanyahu’nun Filistinliler üzerine sert bir kararlılıkla yürüdüğünü görünce, İsrail’i bir komşu olarak kabul edip, onunla karşılıklı faydayı öngören ilişkiler kurmayı tasarlayan Arap ülkelerinin kafaları karıştı. Çoğu Arap ülkesi bölgeye barışın ancak iki ayrı devletin kurulması ile geleceğine inanmaktaysa da, savaşın sona ermesinden sonra nasıl davranacakları bilinmiyor. Bu koşullar altında, gelişmelerin İsrail ile barış yapmaya karşı çıkarak, bunun imkansız olduğunu ya da sadece İsrail’e teslimiyet anlamına geleceğini ileri sürenler lehine ilerlediğini söylemek kimseyi şaşırtmamalıdır.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/gazze-israili-de-dunyayi-da-boluyor/732489
Netanyahu'nun sağcı tabanının önemli bir kısmı, İsrail'in Gazze'deki Yahudi yerleşimlerini kaldırmasından yaklaşık yirmi yıl sonra bu yerleşimlerin yeniden kurulması için yoğun çaba sarf ediyor. Böyle bir plan, İsrail'in bölge üzerinde uzun süreli kontrolünü gerektirecek ve Filistin yönetiminin yeniden kurulmasını imkansız hale getirecektir.
Buna karşılık ABD, diğer Batılı güçler ve Arap devletleri, İsrail işgali altındaki Batı Şeria'daki Filistinli liderlerin, her iki bölgeye de yayılmış bir Filistin devleti kurma sürecinin bir parçası olarak Gazze'yi yönetmelerine izin verilmesi için baskı yapıyor.
Bu iki çelişkili yol arasında kalan Netanyahu ikisini de tercih etmedi.
Eski istihbarat yetkilisi Milstein, "Hükümetini sakin tutmak için her türlü manevrayı deniyor. Hükümetindeki tüm gerilimler ve sorunlu yapılanmalar nedeniyle gerçek anlamda dramatik bir karar alamıyor"
Netanyahu'nun eski stratejistlerinden Nadav Shtrauchler ise Netanyahu'nun stratejisine ilişkin endişeleri reddetti. Shtrauchler, "Eğer birisi onun kafasında herhangi bir plan olmadığını düşünüyorsa, yanılıyor. Onun bir planı var" dedi.
Shtrauchler sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bence iki planı var. Ama sonunda hangisini seçeceğinden emin değilim ve onun da bunu bildiğinden emin değilim"
Dünyanın gidişatını anlama konusunda, çok sevdiğim bir örnek var: “Şu insana baktığınızda ne görüyorsunuz? 'Dişi bir Yahudi' mi, 'Yahudi bir kadın' mı, yoksa 'altı uçlu yıldızlı kolye takmış bir kadın' mı?”
20. yüzyılın sonlarında kurgulanmış bu soruya vereceğiniz yanıt, insanlığa ne kadar değer verdiğinizi de gösteriyor. Çünkü bizi biz yapan temel unsur, insanların bizi nasıl gördüğü değil, bizim dış dünyayı nasıl görüp tanımladığımızdır. Henüz düşlerde bile ulaşılamamış başka aşamalar da var tabii; 'altı uçlu yıldız takmış bir insan', 'bir insan', ve nihayet, 'bir canlı'...
Bu örneğin Yahudiler üzerinden verilmesi de dünya tarihinin bir sonucu: Tarih boyunca Yahudiler kadar hor görülüp lanetlenmiş başka bir halk yok. Yüzeysel bir tarih okumasıyla bile ulaşabileceğiniz basit ve temel bir bilgidir bu; Yahudiler, verili mülkiyet ilişkilerinin dışında durdukları için hep düşman ve potansiyel suçlu olarak tanımlanan gezgin topluluklardan -özellikle Çingenelerden- bile daha kötü durumdadır.
Veba mı patlak verdi? Nedeni Akdeniz limanlarını dolaşıp servet ve vebalı fare taşıyan gemiler olacak değil a! Yağmur az mı yağdı? İsa'yı öldürenlerin aramızda yaşamasına izin veriyorsak az bile! Sellere neden olacak kadar çok mu yağmur yağdı? İsa'yı öldürenlerin aramızda yaşamasına hâlâ izin veriyorsak az bile!
Bu Yahudi düşmanlığı öyle korkunç boyutlara ulaştı ki, temelinde yatan sınıfsal çelişkiler ve sömürü ilişkileri giderek görünmezleşti, ideolojik bir biçim (anti-semitizm) kazandı.
İşte bu tarih yüzünden, o insana baktığınızda gördüğünüz şey, doğrudan sizinle ilgilidir.
https://www.birgun.net/makale/ideoloji-olarak-gorme-bicimleri-511326
https://www.turksolu.com.tr/seriatci-ombudsmana-gore-hitler-az-yahudi-cocuk-oldurmus/
Hem Hizbullah hem de İsrail’in önündeki tüm engellerin kalkmasıyla birlikte sahadaki tüm işaretler savaşa işaret ediyor. Hizbullah ve IDF’nin birbirlerine yönelik saldırıları giderek daha cesur bir hal alıyor ve birbirlerinin topraklarının daha derinlerinde gerçekleşiyor. Son olarak Hizbullah’ın bir İsrail insansız hava aracını düşürmesinin ardından İsrailliler Bekaa Vadisi’ni vurdu. Bundan önce de Hizbullah Aşağı Celile’ye insansız hava araçları göndermiş, İsrail Hava Kuvvetleri de Beyrut’a 30 milden daha az mesafedeki Sidon’daki silah depolarını vurmuştu.
Savaştan kaçınmaya çalıştıkları için ABD’li ve Fransız yetkililere tebrikler, ancak keşfettikleri gibi, Hizbullah ve İsrail arasındaki sıfır toplamlı ilişkiye diplomatik bir çözüm yok, özellikle de İsrailli liderler İsrail ve direniş ekseni arasındaki oyunun kurallarını değiştirmeye yemin ederken. Dolayısıyla ya Nasrallah güçlerine kuzeye, Litani Nehri’ne gitmelerini emredecek ya da IDF onları geri püskürtecek. Hizbullah direnecek çünkü bunu yaptığını iddia ediyor ve içeride yıpranmış itibarını kurtarmak için bundan daha iyi bir yol olabilir mi? Şu anda savaşı ertelemenin bir yolu olması pek mümkün değil.
https://harici.com.tr/hizbullah-israil-catismasi-kacinilmaz/
Israel yerel seçimlerinde katılım %49'da kaldı. 2018'deki yerel seçimlerde bu oran %60'di. Israel seçmeninin yarısı savaşta olan ülkesinde belediyesini kimin yöneteceğini dert etmemiş görünüyor. Tahminen genel seçimlerde göreceğimiz önemli iktidar değişiklikleri yerel seçimlerde kendini pek de göstermedi. Seçmen belediyesi ile merkezi yönetimi birbirinden ayırdı. Bu bakımdan Likud partisi gücünü korudu, Sefarad Ultra Ortodoks partisi Shas, Askenaz Ultra Ortodoks partisine karşı çeşitli yerlerde galip geldi, Gantz'in partisi Mahane Mamlahti genel seçimlerdeki havasını yerel seçimlerde gösteremedi, desteklediği adayların bir çoğu kazanamadı. Ana Muhalefet Lideri Lapid'in partisi Yesh Atid gücünü artırdı. Tel Aviv ve Yeruşalayim belediye başkanları görevlerine devam ediyor. Yeruşalayim'de Ultra Ortodoks partiler gücünü artırdı. Hükümet karşıtı protestocuların desteklediği adayların neredeyse hiçbiri belediyeleri kazanamadı, ancak desteklenen belediye meclis listeleri meclislere girebildiler.
https://twitter.com/gbehiri/status/1762794279376748829
Sharabi'nin bahsettiği ayrıntılardan anlıyoruz ki, 1929 yılında Yemen'i 18 yaşında terk etti. Aden'de iki ay geçirdikten sonra, bazen Yahudilere İsrail'e göç etme süreçlerinde ve Aden'deki varlıklarında yardım etmek amacıyla yazdıkları mektuplardan ücret alıyordu. Bu mektuplar yakarışlar ve taleplerle doluydu, Aden'deki varlıklarında ve İsrail'e göç etme harcamalarında yardımcı olmalarını istiyorlardı. Birkaç gün boyunca karnını doyuracak bir şey bulamadan yaşamını sürdürüyordu.
İsrail’i unutmayan Sharabi, “Elbette çocukluğumdan beri hırslarım var ve bunların çoğu da çocukluk hayalleri. Mesela: Hazine bulacağımı, dilediğim gibi dünyalar kuracağımı, ordu toplayacağımı, silah alacağımı, Yemen hükümetiyle savaşacağımı, Yemen'i krallığım, Yahudi monarşisi yapacağımı hayal ettim. İmamı mağlup edeceğim silahların çeşitlerini bile hayalimde çiziyordum. Şimdi o zamanlardaki tüm hayallerimi hatırladığımda gülerim. Ama bunların hırsların ve arzuların karanlık ve hayali kökleri olduğunu biliyorum. Her ne kadar aklı başında bir yaşa gelmiş olsam da, henüz onlardan kurtulup kurtulamadığım şüpheli” ifadelerine yer veriyor.
Bir Nazi subayı evin az ilerisinde binlerce masum insan 1100 derecelik fırınlarda cayır cayır yanarken evde eşiyle sevişebilir mi? Höss ve Hedwig aynı odada tek kişilik yataklarda yatıyorlar ve aralarında görünen herhangi bir fiziksel yakınlık yok. Görünen bunun orta sınıf ideallere dayalı bir çıkar evliliği olduğu. “The Zone of Interest” aslında bu gibi sorulması dahi düşünülmeyen soruları deşse yapmak istediğine daha fazla yaklaşır, hatta sanatın yapması gerektiği gibi rencide edebilirdi.
Onun yerine, filmin yoruma açık son sahnesinde Höss’e anlık da olsa bir vicdani sorgulama imkanı tanıyarak bir saat 45 dakika boyunca inşa etmeye çalıştığı entelektüel argümanı bir anda kirletebiliyor Glazer. Bu kötü karakterler, evet insandı, sıradanlardı ama yaptıklarını sorgulama yetileri yoktu. Olmadığı için kötülük sistematik bir şekilde ilerledi ve belli bir zamana hapsolmadı, kalıcı oldu. Arada sırada mideleri bulandıysa bu yaptıklarının yükünü taşıyamadıklarından değil, ya yedikleri dokunmuştur ya da o akşam içkiyi fazla kaçırmışlardır.
https://www.haberturk.com/ozel-icerikler/oray-egin/3664450-bir-nazi-subayinin-gundelik-hayati
Türkiye’nin Filistin ve İsrail politikalarındaki temel eksiklik bölgede görev alan diplomatların ve merkezdekilerin karmaşık ve bağımlı ilişkilere nüfuz edememeleri.
Ortadoğu’da görev alan epey bir diplomatla konuştum ve kanaatim bu.
Yerel dinamiklere ise etraflı ve derinlemesine bir algılayış kişisel arkaplanlar dolayısıyla oluşamıyor.
7 Ekim sonrası ise bu yapısal durum kendini gösterdi.
Kurumlar arası stratejik farklılıkları beklentileri yükseltti.
Bence güç kapasitesine uygun, angaje olduğumuz ilişkilerle sınırlı ve karşı tarafın zayıf alanlarını göz önüne alarak çok optimal ve geri dönüşü iyi adımlar atabilirdik.
Fakat bunun öncesinde epeyce yapmamız gereken şey var derim.
https://twitter.com/gcinkara/status/1763667210189300147
Mensch. Prens William, Birleşik Krallık'ta antisemitizmdeki şok edici artışa ilişkin farkındalığı artırmak için Holokost'tan sağ kurtulan biriyle oturdu.
https://twitter.com/AvivaKlompas/status/1763513128065683551
Geçen günlerde okuduğum İBB’nin çıkarttığı
Resmemaneti’ adlı hacimli kitapta Otmar’a rastlayıp hep merak ettiğim ‘yabancı fotoğrafçılara çalışma yasağının gerekçesi’ni buldum.
Şöyle diyor; “Jean Weinberg fotoğrafçılık yapmak için İstanbul’a yerleşen ve kısa filmler de çeken Romanya asıllı Musevi’dir. Pera’da Foto Français isimli fotoğraf stüdyosu açar. Özellikle de yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin parlemento fotoğraflarını ve Atatürk’ün fotoğraflarını çekme iznini alır. Weinberg Atatürk ve dönemini belgeleyen fotoğraflarıyla ünlüdür.
1926’da Avusturyalı Fotoğrafçı Otmar Pferschy, Weinberg’in yanında çalışmaya başlar. Pferschy de 1931 yılında kendi stüdyosunu açar. Fakat aynı yıl 29 Ekim kutlamaları sırasında Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye’nin ilk foto muhabiri ünvanı verilen Cemal Işıksel’in Pferschy tarafından tripodunun kıskançlıkla tekmelenmesi, protokolde hiç hoş karşılanmaz. 11 Haziran 1932 tarihinde çıkan “2007 sayılı Türkiye’de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun adlı bir yasa kabul edilince Türk vatandaşı olmayanların fotoğrafçılık gibi bazı mesleklerde çalışma yapması yasaklanır.”
Bugüne kadar İsrail Milli Takımı'nda forma giymiş onlarca Arap futbolcuya öncülük eden isim, 16 Eylül 1954 senesinde Yafo'nun Ajami mahallesinde dünyaya gelen Rifaat Turk, mesleği terzi olan Hichmat Türk'ün 8 çocuğundan ikincisidir. Sekizinci sınıftan sonra okula devam etmeyen ve balıkçılık ile ailesine yardım eden Turk, 16 yaşındayken şans eseri Hapoel Tel-Aviv'in bir taraftarı tarafından kumsalda futbol oynarken keşfedilir. Taraftarın ısrarı üzerine kendisi önce denenir, sonra altyapıya alınır. Altyapı eğitimi için oldukça geç bir yaş olsa da Turk o kadar yeteneklidir ki, iki sene içinde kendisiyle profesyonel sözleşme imzalanır.
En nihayetinde bir ailenin ne melek ne de şeytan olduğu iddia edilebilir. Gerçekse her zaman bir yanda göreceli, diğer yanda iki uç ya da aşırı uçlar arasında bir yerde kalmaya devam eder.