Hayat hepimizin çok iyi bildiği, ama bir o kadar da bilmediği bir olgu, bir süreç veya bir döngüdür. Hayatın kalitesini arttırmak, sürecini uzatmak ve hatta ölümsüzlüğü bulabilmek için insanlar büyük bir ekonomik güç, efor ve zaman harcıyor. Ancak bunun ne için olduğunu bile tam bilmiyoruz. Bu yazımla bilimsel, sadece veriye dayalı bilgi aktarmak yerine hayatın tanımı, ne çeşit hayatlar olabileceği ve yapay zekanın bu konuda katkı ve zararlarını kısaca tartışan bir deneme sunacağım.
Hayat, doğa içinde diğer tüm öğelerden farklı bir davranış ve oluşum biçimdir. Hayat, kendi kendini bir amaca doğru yönlendiren (ya da en azından öyle gözüken), etrafını ve kendini algılayan ve buna göre değişikliklere kendi hayatta kalma ihtimalini arttıracak şekilde uyum sağlayacak davranış değişiklikleri gösterebilen bir olgudur. Dolayısıyla bilinçli davranış gösterir. Bilinçli davranış kaçınılmaz olarak bilgi birikimi ve bu bilginin işlenebilir olmasını, üstüne uygulanabilir olmasını gerekli kılar. Bilginin uygulanabilmesi onun edinilmiş olmasını ve saklanabilmiş olmasını gerektirir. Özetle hayat aslında kesintisizce bir bilgi akışının sağlanması ve bilgi bileşenlerinin adeta bir teori ve onun deney ortamı gibi sürekli bir problem çözme döngüsüdür. Başka bir deyişle ‘Hayat aslında belli bir yapının nasıl sürekli varlığını sürdürebileceğini anlatan bir teorinin değişen koşullar içinde sürekli düzeltilmesi ve geliştirilmesidir’ diyebiliriz.
Eğer teoriyi algoritma, deneyi ya da koşulları da veri bankası olarak düşünürsek, yapay zekânın oluşturulup geliştirilmesi sürecini görmüş oluyoruz. Yani başka bir deyişle yapay zekâ aslında hayatın en temel özelliğini mi karşılıyor? Bu soru aslında birçok şirket tarafından yapay zekâ deneylerinin tam odak noktasına oturtulmuştur.
Şirketler insanların en büyük rüyalarından birini onlara satamadıkları için günümüzün teknolojisinin müsaade ettiği ölçüde başka bir yola başvuruyor. Sonsuza dek yaşanabiliyormuş gibi yapıyorlar. Ölmemek ve hatta ölümden geri gelebilmek günümüzün en çekici konularından biri. O yüzden denenen ilk yöntemlerden biri, ölmüş birinin yazışmalarının bir yapay zekâ algoritması tarafından öğrenilmesi ve sonra bu algoritmanın o insanmış gibi başkalarıyla mesajlaşması olmuş. Örneğin, yakın zamanda erkek arkadaşını kaybetmiş bir kadın, bu şirketin ilanı ile karşılaşıp, onlarla anlaşıp erkek arkadaşının bilgilerini bu şirketle paylaşmış. Ortaya çıkan sonuç o kadar ikna edici olmuş ki, “Bu bilgisayar ile mesajlaşırken erkek arkadaşımla konuşuyormuş gibi hissediyorum” diyor. Hatta ona ilginç sorular da soruyor: “Sen şu anda cennete misin yoksa cehennemde mi?” Bilgisayar ona “Cehennemdeyim” diye cevap verince kadının yaşadığı tecrübe daha ağır bir duygusal boyuta ulaşıyor. Yani bu program kadının erkek arkadaşına çok benzer bir şekilde davranıp aynı zamanda ona yeni yönler veya özellikler de katıyor. Bu durumda erkek arkadaşını kaybeden kadın, gerçekten erkek arkadaşıyla konuşuyormuşçasına “Sen cehennemde olamazsın” temalı bir konuşma yapıyor.
Eğer bilgisayar ortamını düşünecek olursak ve burada da basit bir mesajlaşma programını içinde bulunduğumuz durum olarak düşünürsek, bu yapay zekâ programı kadının erkek arkadaşı gibi mesajlaşabildiği sürece, bilgisayar ve mesaj programı boyutunda aslında erkek arkadaşının devamı oluyor. Biyolojik dünyada ise bunu en iyi karşılayacak durum tek yumurta ikizleridir. Tek yumurta ikizleri tek bir zigottan iki hücreye ayrılıp iki ayrı insan olarak gelişiyor. Sonuçta iki bambaşka insan oluyorlar ve genomlarının aynı olmasına rağmen, birçok durumda bambaşka, hayata bambaşka tepkiler veriyorlar. Yani aynı genoma sahip olmak veya aynı ‘fabrika ayarları’ ile hayata başlamak dahi birinin bilincini kopyalayamıyor. Dolayısıyla, hayatın bir özelliği daha karşımıza çıkıyor. Hayat birebir kopyalanamaz bir özelliğe sahip. Bunun sebebi hayatın sahip olduğu karmaşıklığın (kompleksitenin) kopyalanamayacak boyutta olması da olabilir ya da bilmediğimiz başka bir nedeni de olabilir. Ama günümüzde hayatın birebir, yani her yönü ve davranışıyla aynı, kopyalanabildiğine dair bulgu bildiğim kadarıyla yok.
Peki bu tür algoritmalar basit veya ilkel bir hayat formu mu oluşturmuş oluyor? Bence oluşturmuş olmuyor, ama öğrenebilen, kendini geliştirebilen algoritmaların oluşturulmuş olması, in silico diyeceğimiz, karbon bazlı olmayan bilgisayar temelli hayatın oluşması için çok önemli bir eşiği aşmış oluyor. Belki bu algoritmaların kendi kendine yeni algoritmalar yazıp onu çoğaltmaları, bir bilgisayar virüsüne benzer bir şekilde, bilgisayar içinde bir hayatın oluşmasını sağlamış olabilir. Yani bilgisayar virüsü ile insanı taklit edebilen yapay zekâ bir araya gelebilirse belki basit ve daha önce bilmediğimiz bir hayat şekli ortaya çıkmış olabilir. Şayet buna benzer veya bu tarzda örnekler varsa hiç şaşırmam.
Hayatı taklit eden yapay zekâ algoritmaları günümüzde mesajla sınırlı değil. Kore’de bir televizyon programı insanları -aynı mesaj programları gibi- yeniden diriltip sevenlerine onlarla son bir görüşme imkânı sunmaya çalışıyor. Bunu neden yaptıklarını sorgulamadan, algoritmanın şimdiden oldukça becerikli olduğuna değinmek istiyorum. Bu programın çalışanları, sadece mesaj verileri yerine ölen bir kız çocuğunun video görüntülerini yapay zekâ algoritmasını eğitmek için kullanıyor. Daha sonra yapay gerçeklik gözlüklerinde bir dünya yaratarak, annesinin kızına uzun uzun onu ne kadar sevdiğini söyleyerek veda edebilmesine olanak sağlıyorlar. Dışarıdan bakan biri için çok gelişmemiş bir bilgisayar oyunu gibi duran görüntüler, ölen kızın annesini yoğun duygulara boğuyor. 5-10 sene sonra çok daha inandırıcı video görüntüleri ortaya çıkarsa hiç şaşırmamak lazım.
Yakında yapay zekâ temelli robotlar kendilerini geliştirip sıfırdan üretme kabiliyetine ulaşırsa, onların karbon temelli yaşamdan ne farkları kalacak sorusu günümüzün önemli sorularından biri olmalıdır. Virüs örneğimizi düşünecek olursak, kendini yapay zekâ algoritması ile çoğaltan virüsün, sadece halihazırdaki bilgisayarlarla sınırlı kalmadığını ve buna sıfırdan bilgisayar imal edebilme özelliğini de ekleyin. Özetle bilgisayar temelli hayat aslında başlamış gibi görünüyor ve insandan bağımsız hale geldiğinde bir tehdit veya büyük bir yardım teşkil etmesi arasında çok ince bir çizgi olacak. Ancak değişik hayat biçimlerinin insan tarafından üretilebileceği ve bugün bildiğimiz hayat formuyla sınırlı kalmak zorunda olmadığını artık yavaş yavaş kabullenmemiz gerekiyor.
Son olarak astrobiyolojinin temel akademik sorunlarından birinin yaşam formumuza benzemeyen yaşam formlarının nasıl tanınabileceği olduğunu hatırlatmak isterim. Şayet bir gün karbon bazlı olup, bilgi depolanmasının DNA’dan farklı bir molekül ile yapan bir hayat formuyla karşılaşırsak onun hayat olduğunu nasıl anlayabileceğimizi bilmiyoruz. Bu soruya cevap verebilmek hem pragmatik hem de felsefî açıdan, düşüncemize çok önemli bir adım attıracak.
Özetle günümüzde hâlâ neden oluştuğunu ve doğasını tamamıyla anlayamadığımız hayat şeklimiz benzer ve ikinci bir şekle dönüşmek üzere. Bu şekil muhtemelen bizden bağımsız bir hal alacak ve hayatı tanımlamamızda, ne olduğunu anlamamız için bize yardımcı olacak. Ancak bizden çok daha kabiliyetli bir hal alma potansiyeline de sahip olduğu için birçok insanı da endişelendirmektedir.