Dönüm Noktası

Marsel RUSSO Perspektif
27 Mart 2024 Çarşamba

Uzun zamandır takip ettiğim Foreing Affairs dergisinin son sayısında, Aluf Benn imzası ile yayınlanan bir makale dikkatimi çekti. Benn, kimi İsraillinin Arap yanlısı olmakla eleştirdiği Haaretz’in yazı işleri müdürü… Muhalif bir gazeteci. Makalesine de eleştirel, bir o kadar da karşıt bir başlık oturtmuş: ‘İsrail’in Kendini İmhası / Israel’s Self-Destruction’… Alt başlık olarak da ‘Netanyahu, Filistinliler ve İhmalin Bedeli’ üçlemesini koymuş.

Aluf Benn

Yazıya eskilerden bir örnek vererek başlamış. İsrail’in efsanevi genelkurmay başkanlarından Moşe Dayan, 1956’da Gazze sınırı yakınlarında - o zaman yeni temeli atılmış - Nahal Oz Kibutzunda bir cenazeye katılır. 21 yaşındaki Roy Rotberg atıyla devriye gezdiği bir sırada Filistinliler tarafından öldürülmüş, gözleri yuvalarından sökülmüş, sınırın öte tarafına kaçırılan bedeni, katilleri tarafından parçalanmıştır. Bu, İsrail kamuoyunu dehşete düşüren bir olaydır…

Dayan’ın cenazede yaptığı konuşma, o günlerden bugünlere sorunun üst üste yığdığı katmanların ağırlığını, bölgenin çözümsüzlüğe mahkum edilmiş problemlerinin aslında çözülemez olmadığını gözümüzün içine içine sokuyor. “Katilleri suçlamayalım…” der Dayan konuşmasında ve devam eder: “Sekiz yıldır Gazze’deki mülteci kamplarında yaşıyorlar ve gözlerinin önünde biz çölü yeşertiyoruz, babalarının büyüdüğü, büyükbabalarının sattığı topraklarda mucizeler gerçekleştiriyoruz.”

Benn’in tespitlerine göre, 1948’de İsrail’in bölgedeki Arap ülkelerine karşı elde ettiği zaferle evlerinden olanların birçoğu Gazze’ye yerleştirilir. Buna sınır boyunca boşaltılan köylerin nüfusu da eklenir. Sözlerinden Dayan’ın Arap davasının savunucusu olduğu sanılmasın. Ancak, devletin kurucuları - ki Dayan da o nesilden gelmekteydi - mülteci sorununun anlayışla, ancak güvenlik gereklerini elden bırakmadan çözülebileceğini öngören ve bu konuda yaklaşım sağlamaya hazır bir görüşe sahiptiler. “Bize nefret ile bakan yüzbinlerce Arap’ın etrafımızdaki varlığı bizi caydırmasın. Bu bizim tercihimiz: Her an hazırlıklı ve silahlı olmayı, kuvvetli ve kararlı davranmayı biz seçtik.”

Nahal Oz Kibutzu 7 Ekim’de Hamas’ın hedefi olan yerleşimlerin arasında. İnsanların katledildiği, benzersiz işkencelere tabi tutuldukları bir köy. “Dayan’dan bugünlerde benzer bir konuşma yapması istenseydi, söyleyecekleri 70 yıl öncesinden çok daha farklı olurdu” diye yazıyor Benn, “Bugün konuşma çok daha keskin, lanetleyen, tehditkar bir tonda olurdu.”

Yıllarca yuvarlanıp ivme ve cüsse kazanan sorunlar yumağını ortaya koyan çarpıcı bir örnek Dayan’ınki. Benzerleri çok. Gidip bulmak gerek! Söylemlerin bu denli değişmesini kah Arapların saldırganlıklarına, kah bu saldırılar sonrası barışı tesis edemeyen / etmeyen iki taraf siyasilerinin - en hafifinden - isteksizlerine bağlamak mümkün. Nitekim İsrail’in bağımsızlığının ilk 30 yılında Arapların başlattığı savaşların sayısı, sonuçları ve taraflara nelere mal olduğu şurada. Henüz tarihin derinliklerini inmedi.

7 Ekim’de, Hamas’ın Gazze sınırını otuz yerinden yırtması, olması gerekenin altında bir sayıyla konuşlandırılmış savunma birimlerini aşması, bir müzik festivalini, küçük kentleri ve yirmiden fazla kibutzu basarak büyük bir kıyım gerçekleştirmesi, ülke tarihinin açık ara en karanlık sayfasını yazar. İnsanların katledilmelerini, kaçırılmalarını, tecavüze uğramalarını, yakılmalarını, vücutlarının vahşice parçalanmasını, çıplak bedenlerinin vahşi naralar eşliğinde sokak sokak gezdirilmesini başka şekilde izah etmek mümkün değil. Dayan’ın sözünü ettiği mülteci kamplarının günümüz sakinleri, geleneksel kinleri ve nefretleri ile, ancak bu kez silahlanmış olarak, babalarının Arap orduları ile giriştikleri savaşların aksine, çok daha planlı, eğitimli, organize olarak giriştikleri bir saldırı konu olan… Benn burada “intikam için geri döndüler…” tespitini getiriyor.

İntikam, intikamı doğurdu, tıpkı şiddetin şiddeti doğurduğu gibi. 7 Ekim, yalnız İsrailliler için değil, dünyanın dört bir yanına dağılmış milyonlarca Yahudi için de bir milat oldu. Esasında o milat süreci halen yaşanıyor ve neye evrileceği çok da belli değil. IDF o günden beri Gazze’yi dövüyor. Askeri hedef Hamas’ı bitirmek. Ancak siyasi hedef ortada yok. İçeride ve dışarıda, Netanyahu’yu eleştirenlerin dile getirdikleri önemli argümanların biri bu. Savaş altıncı ayını dolduracak. Şehir savaşlarının zorluğu biliniyor. Hamas’ın yıllardır bölgede inşa ettiği altyapı, hastane, cami ve okuldan devşirme savaş merkezleri, cephanelikler, roket rampaları ve tüneller, tüneller, tüneller de cabası… Yüksek yoğunluklu böylesi bir savaşın hala devam ediyor olması şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı ve düşündürücü olan İsrail’in henüz ortaya siyasi bir plan koy(a)mamış olması. Sonra ne olacak? Hamas Gazze’den sürüldükten sonra, burayı kim, nasıl yönetecek? Savaş halinin hortlamaması, burada yaşayanların refahtan pay almaları için hangi adımlar atılacak?

DÜNYADA DURUM

Bölgede durum böyleyken dünyada çok daha iyi değil. Antisemitizm uzun süredir olmadığı şekilde somut bir şekilde okul kampüslerinde, sokak ve meydanlarda yaşıyor. Yalnız İsrail temsilciliklerinin önleri değil, Yahudi kurum ve kuruluşları da gösterilerden nasibini alıyor. İşyerleri önlerinde taciz gösterileri yapılıyor, sokaklarda ırkçılık dile geliyor. Özellikle Arap nüfusunun yoğun olduğu batı ülkelerinde daha önce kayda geçmemiş bir tepki var. Feminist kadın örgütlerinden, LGBT örgütlerine dek Hamas’ın dünya görüşü ile taban tabana zıt olan birey ve topluluklar dahi İsrail’e parmak sallayan kalabalıklar arasında yerini alıyor. Oysa kadın haklarının en ileri olduğu ülkelerden biri İsrail. Tel Aviv’deki LGBT geçişleri de dünyada en çok ses getirenlerden!

Peki bu tabloda günah keçisi ilan edilen İsrail bölgedeki sorunu tek başına çözmeye muktedir mi? Arap ülkeleri, özellikle Filistin halkı ile derin bağları olan Mısır ve Ürdün’ün ellerini taşın altına koymaları, diğer başkentlerin de sorunun çözümüne katkıda bulunmaları gerekiyor. Orta vadede ne ABD, ne de bölge dışından kendine vazife çıkartacak başka güçler burada barışa hizmet edebilecekler. İş bölge ülkelerine kalıyor.

Sayıları 130 olarak tahmin edilen - ölü veya hayatta - rehinelerin serbest bırakılmaları, Hamas’ın fiziksel olarak Gazze’den ayrılması ve buna koşut bir ateşkes tesis edilememişken “barış” kavramını dillendirmekten akıntıya kürek çekmek gibi bir şey! Ancak bundan çekinmemek gerek. Tabii ki, hemen ardından gelen soruyu da cebe koyup üzerinde düşünmek lazım: “Hangi kadrolarla barış? Hamas? Mahmut Abbas? Yıllarca Yahudi nefreti ile beslenmiş kuşaklar? Yahya Sinvar? Veya kendi halkının geleceğini darmaduman olmasının önüne açan Halil Meşal, İsmail Haniye? Ve beri taraftan Itamar Ben Gvir? Bezalel Smortich?

7 Ekim travması Filistin meselesinin İsrail’in yaşamsal konusu olduğunu, ulusal benliğini ve güvenliğini tehdit edebilecek bir güce sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Kurucu neslin aklından bir an olsun çıkartmadığı bu gerçeğin bir süredir unutulduğu Benn’in tespitleri arasında altını çizdiklerimden. Savaş muhtemelen İsrail’i her anlamda en bölünmüş anında yakaladı. Savaşa giden süreçte, ülke Netanyahu’nun, demokratik kurumlarını tasfiye etme ve teokratik ve ulusalcı bir otokrasi oluşturma ihtirası ile savruldu. Beyanları, kararları ve giriştiği reform çabaları ülkeyi çökme tehlikesi ile burun buruna getirdidiye yazıyor Benn. Bir dönüm noktasındayız. Bunun nasıl yorumlanması gerektiği İsraillilere kalmış bir seçim. Dayan’ın söylediklerine kulak verirlerse ve ülke barışın nasılı hakkında bir uzlaşıya varırsa, Filistinlilerle komşu bir yaşam kurmak hayal olmayabilir” diye toparlıyor.

Tabii ki benzer bir iradenin Arap tarafından da ortaya konması gerekli. Yoksa İsrail, 2000 yılında Lübnan’ın güneyinden çekilmesi ve burayı Hizbullah’a terk etmesi; 2005 yılında Gazze’den çekilmesi ve burayı Hamas’a teslim etmesi gibi bir durumla karşılaşabilir. Zaten işin içinden çıkılamayan nokta da burası.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün