Kent hakkı, kesişimsel eşitsizlikler ve çocuk dostu belediyecilik…
Yerel seçimleri yeni tamamladık. Belediyecilikle ilgili özellikle de İstanbullular olarak çok konuştuk, çok tartıştık. Seçimlerin öncesinde, sırasında ve sonrasında, olaylar kimi zaman ciddileşti, öfkelendik; kimi zaman magazinleşti, güldük; muhtemelen kimi zaman da bıkkınlıkla, sürekli haberlere maruz kalmaktan kaçmaya çalıştık. Bir sonraki yerel seçimlere kadar önümüzde yıllar var. Seçim sonuçlarından bağımsız şekilde, biraz şehirlerimizi, İstanbullular olarak dertlerimizi konuşalım mı? Tabii ki, bırakın İstanbul’u, hiçbir şehir üzerine konuşmak, bu kısacık yazıya sığmaz, ama açıklayıcılıklarına çok güvendiğim üç kavram üzerinden gidersek, her şehir için değerlendirilebilecek bir vizyona kapı aralayabiliriz belki. Bahsettiğim kavramlar, ‘kent hakkı’, ‘kesişimsel eşitsizlikler’ ve ‘çocuk dostu belediyecilik/şehircilik’. Üçü birbiriyle kaçınılmaz olarak bağlantılı. Bu arada bir uyarı: Bazen ‘şehir’ ve ‘kent’ kelimeleri farklı anlamlardaymış gibi kullanılıyor olsa da, bu tartışmaya girmeyerek, ikisini eş anlamlı şekilde kullanacağım.
İlk kez Fransız felsefeci Henri Lefebvre’yle 1960’ların sonlarında gündeme gelen ‘kent hakkı’ kavramı, kentlerin tasarımının tüm kentlilere uygun olacak, onları içerecek, onların kendi yaşamlarını inşa etmelerine olanak verecek, kendilerini gerçekleştirmelerinin zeminini oluşturacak şekilde yapılmasının doğal bir hak olduğuna vurgu yapar. Burada söz konusu edilen, kentlilerin günlük yaşamını kolaylaştıracak, onlara hizmet edecek bir takım düzenlemelerin ötesinde bir inşa sürecidir. Elbette ‘kent hakkı’, altyapı, barınma, sağlık, eğitim, ulaşım, dinlenme gibi hizmetlerin sunulmasını ve kentle ilgili kararların kentlilerle birlikte ortak şekilde verilmesini öngören bir yönetim anlayışını da kapsar. Fakat bundan daha ötesidir. Nasıl bir kent tasarladığımız, insan türü olarak bizim kendimizle nasıl bir ilişki kurduğumuzun, toplumla, doğayla, diğer canlılarla nasıl ilişki kurduğumuzun, nasıl yaşam biçimleri yarattığımızın, estetiği, güzelliği, yaşamdan tat almayı nasıl kurguladığımızın, özetle, ‘yaşamaktan ne anladığımızın’ göstergesidir. Sadece yansıtma anlamında bir ‘gösterge’ de değildir. Aynı zamanda yaşamak için kullandığımız ‘araçlar’ bütünüdür. Daha da önemlisi, yaşamı kurguladığımız ‘zemindir’. Britanyalı coğrafya profesörü David Harvey’nin sözleriyle, “kenti değiştirmek, kendimizi değiştirmektir”. “Kent hakkı, kenti değiştirmek yoluyla kendimizi değiştirmek hakkıdır”. “Kendimizi yeniden yapma özgürlüğümüzdür”. Dünyanın siyasi, ekonomik, toplumsal ve hatta iklim krizi gibi konuları da dâhil ettiğimizde, fiziki olarak pek çok değişimin eşiğinde olduğu bir dönemde, insan türünün kentler yoluyla kendisini nasıl tasarlayacağını, kent hakkı üzerinden konuşmak, aslında insanın geleceğini konuşmak demektir.
‘Kesişimsel eşitsizlik / intersectional discrimination’ kavramı ise, toplumda bazı grupların birden fazla ayrımcılığa ve dışlanmaya aynı anda maruz kaldıklarına, dolayısıyla toplumdaki dezavantajlı pozisyonlarının derinleştiğine işaret eder. Bunun gündelik hayattaki pratik karşılığı ise, bireylerin insan haklarını kullanmalarının önüne engeller çekilmesi biçiminde görülür. Dolayısıyla sonuç, hem toplumda sosyal gruplar arasındaki eşitsizliğin ve ayrımcılığın yaygınlaşması, demokrasinin, toplumsal dayanışmanın, birliğin, huzurun, refahın zarar görmesi; hem de kişilerin bireysel düzeyde güçlüklerle karşılaşmalarıdır. Kesişimsel eşitsizlikleri gidermeye yarayacak politikalar oluşturmak, toplum dinamikleri için gerekli olduğu kadar, bireylerin hayat kalitelerinin yükseltilmesi için de önemlidir. 1980’lerin sonunda, ırk ve toplumsal cinsiyet konularında çalışan akademisyen Kimberle Crenshaw tarafından, Afro-Amerikalı kadınların hem Afrika kökenli olmak hem de kadın olmak sebebiyle yaşadıkları ayrımcılığa dikkat çekmek için literatüre kazandırdığı kesişimsellik kavramı, günümüzde iç içe geçmiş her türlü ayrımcılığa işaret etmek için kullanılıyor. Örneğin, çocuk olmak, yoksul olmak, azınlıkta kalan belirli bir dini/etnik/milli/ırki gruba dâhil olmak, özel gereksinimli olmak halleri üst üste düştüğünde, söz konusu çocuğun, kamu politikalarının desteği olmadan altından kalkamayacağı kadar büyük bir kesişimsel eşitsizliğe maruz kaldığını söyleyebiliriz.
Çocuk demişken, bir de ‘çocuk dostu belediye/şehir’ kavramından bahsedelim ki, resim netleşsin. ‘Çocuk dostu belediyecilik/şehircilik’, Türkiye dâhil dünyanın çeşitli yerlerinde tasarlanması için UNICEF’in de destek verdiği bir girişime işaret ediyor. Çocuk dostu şehirlerde ve belediyelerde, çocuklar kentle ilgili kararların alınma sürecine katılabilir; nasıl bir kent istediklerini ifade edebilir; barınma, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlara zahmetsizce ulaşabilir; şiddet ve istismar tehlikesi olmaksızın tek başına güvenle kent içinde dolaşabilir; hayvanların da olduğu yeşil alanlarda oyun oynayabilir; çeşitli organizasyonlara katılabilir. En önemlisi de tüm bunları etnik köken, gelir seviyesi, cinsiyet ya da engellilik gibi unsurların filtresine takılmadan, bütünüyle diğer çocuklarla eşitlik içinde yapabilir. Türkiye’de gerek UNICEF’in rehberliğinde, gerekse de çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte az sayıda da olsa projeler yürütülerek, çocuk dostu belediyecilik/şehircilik anlayışı son yıllarda geliştirilmeye başlandı. Ancak UNICEF’in resmi sitesine göre, Türkiye’den hiçbir şehir henüz ‘çocuk dostu’ unvanını alabilmiş değil.
Eğer hangi partinin hangi partiyle ittifak yaptığı, hangi grupların stratejik olarak hangi partiye oy verdiği, ‘aslında’ kimin kazandığı ve kaybettiği gibi, her gün ve her akşam saatlerce televizyonlarda ve sayfa sayfa gazetelerde konuşmaya doyamadığımız “herkesin merakla takip ettiği” “gündemin en önemli maddeleri”ne doyduysak, yerel seçimlerin yapılıyor olmasının “gerçek” sebebini artık hatırlayabilir miyiz? Bu şeçimleri, belirli bir partiyi ya da lideri iktidara taşımak ya da iktidardan indirmek için yapmıyoruz. Bu seçimleri, şehirlerde herkes, sadece insan olduğu için, insanlara yakışacak haklarla donatılmış biçimde, refah içinde yaşasın diye yapıyoruz. Ben oyumu verirken aklımda bu vardı. Dilerim, yerel seçimlerin sonucunda kazanan, hayallerindeki şehirlere kavuşacak vatandaşlar olarak biz olalım.