İsteğin illüzyonu

Metin Sarfati ile Spinozyen Düşünceler – 5 (15.12.2021)

Metin SARFATİ Perspektif
9 Nisan 2024 Salı

Felsefe, isteğin bir türevi midir yoksa istekten önce gelen midir? İsteği kışkırtan, bazı filozoflara göre, temel bir neden olarak isteği var eden, kıskançlıktan bahsedeceğim Bunu da daha sonra Kaderci Jacques’taki özgürlük sorunuyla, özgürlük illüzyonuyla ve isteğin illüzyonuyla anlatmaya çalışacağım. İsteğin illüzyonunu -yani neredeyse varlığın illüzyonunu- Spinoza’da çok bahsettiğim varlığın kendini var etme nedeni olarak conatus’ü ortaya koyacağım.

İstek dinamiğini kıskançlıkta buluyor (kıskançlık mesela iktisadi eylemin temel nedenlerinden birini oluşturuyor). İstek iktisadın da ekonomik eylem ve dinamiklerin de, dolayısıyla iktisadi düzenimizin ve bugünün toplumunun de temel dinamiğini oluşturuyorsa, mesela yine aşkın temel dinamiklerinden bir tanesi ise hatta çoğu zaman sıradan insanın sözlüğünde istek, aşka birlikte, aşkın temel var olma şekli olarak görülüyorsa, kıskançlık da aşkın temel dinamiklerinden biriyse, buna bakmak gerekiyor. Niye kıskançlık aşkın temel dinamiğidir, aşk kıskançlığın değildir dedim? Bunu tamamen “Proustyen cehennemi” kastederek söyledim. Proust’un müthiş bir cehennemi vardır: isteğin yarattığı cehennem. Tabii Proust buna çoğu zaman “aşkın yarattığı cehennem” der ama bizim temel konumuz istek olduğuna göre, biz isteğin yarattığı cehennem dediğimizde, Kayıp Zamanın İzinde’de anlattığı o büyük cehennemden bahsedeceğiz.

Kıskançlık aşkın gölgesidir

Eğer kıskançlıkla aşk arasında bir ilişki varsa ve yine Proust’a dayanarak, “kıskançlık aşkın neredeyse bir gölgesidir” diyebileceksek veya kıskançlık aşkı zorunlu olarak takip edense, kıskançlığın bir kanıta ihtiyacı yoktur. İsteğin de güdüsel olarak bir kanıta ihtiyacı yoktur. Eğer kıskançlığın akla dayanan bir kanıta ihtiyacı yoksa, sıradan bir var olma güdüsüyse, -Spinoza’nın dediği gibi, varlığını var etme eylemiyse- filozofun burada bir rolü olacaktır.

Kıskançlığın cehennemi

Kayıp Zamanın İzinde’de anlatılan, akla ihtiyaç olmayan o büyük kıskançlık cehennemi; Proust’un anlattığı aşk -karşısındakinde yaşama eğilimi, karşısındaki olmadan yaşayamama korkusu- Tolstoy’un Kreutzer Sonatı’nda da var olan şey ile aynı. Ve yine oradaki duygu, spontane bir hayal gücünün oluşturduğu bir imajinasyonsa, oluşturduğu bir dünya algılama biçimiyse, o zaman bu bir illüzyon olabilir mi? Aynı illüzyonu özgürlükte de görmüyor muyuz? Tahayyülün birçok tanımı vardır. Ama tahayyül, irrealliteden yani gerçek dışılıktan aldığını -Don Kişot’u hatırlayalım- gerçek gibi yaşayandır.

Gördüğünüz gibi insan bedeninin ve ruhunun ilginç derecede etkilenimleri vardır. Filozof, bu gerçek dışılıktan kaynaklanan gerçeğin, gerçekmiş gibi yaşandığını görendir. Bunu Tolstoy’da ve özellikle Stendhal’da görebilirsiniz. Stendhal’ın kahramanı, istendiği için istenilir olur, istenilir olduğu için aşık olunur veya kıskanılmaya başlandığı için aşık olunur. Ama her şekilde varlığın kendini var etme biçimidir. İhtiyaçlar artık bizim tahayyülümüzün ihtiyaçlarıdır ama korkunç olan, tahayyülümüzün dışarıdan uyarılabilmesidir. Tahayyülümüz dışarıdan uyarılabiliyorsa, demek ki aşk kıskançlığı doğuruyor. Tahayyülümüz, dışardan değil içeriden uyarılıyorsa, kıskançlık aşkı doğuruyor.

Galiba filozofun temel işlerinden birisi bunu anlamaya çalışmaktır. Proust’tan hareket edersek, bu içeriden gelen bir taklit sürecinin birbirini uyarmasıdır. Ama aynı zamanda dışarıdan da körüklenir. Birçok yazara göre kapitalizmin yani bugünün iktisadi sistemin temellerinde bu içeriden gelen güdüsel var olma, taklitle var olma mevcuttur. Stendhal bunu mükemmel anlatır. Stendhal’ın kahramanı sıradan bir gençken, bir tek kadının aşık olduğunu düşünmesi ile, o çevrenin bütün kadınları birbiri ardına Stendhal’ın kahramanına aşık olduklarını düşünürler. Aşık olduklarını düşündükçe Stendhal’ın kahramanının değeri artar.

Halbuki Proust uyarmıyor mu başka bir yerde? Fiyatın olduğu yerde, iktisadi olarak fiyatların değişken olduğu bir yerde değer yoktur, der Proust.

 

Öyleyse diyebiliriz ki, filozofun temel işi, isteğin hızını azaltmaktır; isteğin büyük dinamiğini, belki de aşkın tahayyüle dayanan irrealitesininin irreel olduğunu göstermektir.  Yani isteğin üzerine düşünmeye başlamaktır. Filozof, isteği anlamaya çalışan olacaktır. İsteği anlamaya çalışmak ancak illüzyonun illüzyon olduğunu kavramak demektir. İllüzyonun illüzyon olduğunu kavramak, isteğin üzerinde düşünmekle başlar.

Aşk kıskançlıktan mı kaynaklanır yani acaba başka birinin sahip olduğuna sahip olma isteği midir? Influencerlar mesela, isteği körüklemeyi biliyorlar; isteğin tahayyülcüsü, sihirbazı onlar. Kıskandırarak başlıyorlar buna. Falanca kişi ürünü giydi, aynısını istiyorlar. Dikkat edin, burada da isteğin temel dinamiği kıskançlık.

Influencerların, arzunun, kıskançlığın, taklidin esaretinde yaşamak üzerine düşünülmüyorsa, filozofun dediği gibi, isteğin isteği üzerine düşünülmüş değilse nasıl özgür olacağız? Bir soru daha; iktisadın sisteminden nasıl sıyrılacağız? Tabii ki sıyrılamayacağız. İktisadi sisteminin köleleri değil miyiz bugün? En basit modacı bilir ki, her türlü ekstremdeki moda yukarıdan aşağıya iner; üst sınıfların modası -eleştiri konusu olmasına rağmen- kısa bir zaman içinde, kıskançlık yoluyla altı sınıfların isteği haline gelir. İstek kıskançlığın gölgesi olacaktır, kıskançlık isteğin değil. 

Ne kadar ilginç değil mi? İsteğimiz için kıskanmıyoruz, kıskandığımız için istiyoruz. Önce itiraz etmek istersiniz değil mi? Ama değil. Proust boşuna mı kıskançlık cehennemini anlatır? Stendhal boşuna mı anlattı, sıradan bir taşralı delikanlısının nasıl bütün kadınların gözdesi olduğunu? Proust’un Kayıp Zamanın İzinde kitabında aşık olan erkek karakteri, kendi tutkusunun tutsaklığını yaratmıyor mu? Proust’un deyişiyle, kendi cehenneminin kapılarını kendi üstüne kapatmıyor mu? Bugünün sisteminde kendi cehennemimizin kapılarını kendi kendimize bile kapatmıyoruz, başkaları kapatıyor. Biz onaylıyoruz. Bizim özgürlüğümüz onaylama özgürlüğü; onaylamama özgürlüğümüz de yok. Çünkü onaylamama sonucu, taklit edilen topluluktan kopup uzaklaşma endişesi taşıyoruz ve böyle ayrı kalmayı, yabancı olmayı kimse kabul edemez. İrrasyonelin nasıl rasyonel olduğunun temel gizlerinden bir tanesi burada.

O zaman tekrar soralım: Sevide özgür müyüz? Eylemde özgür müyüz? İktisadi eylemde özgür müyüz?

Siyaseten ve iktisaden egemen olanların koalisyonundaki bir cehenneme dönmedik mi?  Oranın içinde yaşamıyor muyuz? Bir telaş yok mu içimizde; kıskançlıktan kurtulmak için değil üstelik. Kıskançlığı büyütmek için. Kıskançlığın büyümesinde yatmıyor mu ekonominin dinamiği?

Bunun sorumlusu sadece bu mekanizmayı çok iyi bilen siyasetçi ve iktisatçı değildir, özgür olmayan bizleriz aynı zamanda. Taklidin ve kıskançlığın sevi olduğu hayaline kapılan zihindir. Kıskançlık eğer isteği önceliyorsa, sistemin kapalı bir sistem haline gelmesinin, bizim de bu sistemin tutsağı haline gelmemizin temel mekanizmaları örülmüştür.

Devamı gelecek ay…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün