43. İstanbul Film Festivali, Açılış Galasında gösterilen ´Hit Man´ filmiyle, Bruno Dumont´un Berlin´den Gümüş Ayı Jüri Ödüllü uzay operası ´İmparatorluk / L´Empire´ başyapıtıyla hızlı bir başlangıç yaptı.
43. İstanbul Film Festivali 16 Nisan’da Cemil Reşit Rey Salonunda açılış töreniyle başladı. Festival 132 uzun metrajlı, 12 kısa metrajlı filmlik programıyla 12 gün boyunca sanatseverlere sinema dolu günler yaşatacak. Açılış töreninde ilk Sinema Onur Ödülü, toplumsal sorunlara eğilen, kadın hikâyelerinin işlendiği filmlerdeki rolleriyle tanınan Meral Orhansay’a sunuldu. Bu yılın ikinci Sinema Onur Ödülü, yıllardır sektöre farklı alanlarda katkıda bulunmuş çok yönlü bir kültür insanı olan Engin Ayça’ya sunuldu. Festivalin açılış filmi, Venedik Festivali’nde dünya prömiyerini yapan ve ‘Genç ve Heyecanlı / Dazed and Confused… Önce’ üçlemesiyle tanıyıp sevdiğimiz Richard Linklater’in gizemli bir kiralık katili konu aldığı aksiyon komedi türündeki filmi ‘Hit Man’ oldu. Konusunu gerçek bir hayat öyküsünden alan, New Orleans’ın en gözde kiralık katili Gary Johnson’un hayatına odaklanan film, ustalıklı mizanseni, uyumlu oyuncu kadrosuyla beğenildi. Gary’yi canlandıran Glen Powell, filmin senaryosunu gazetede gördüğü gerçek bir haberden yola çıkan Richard Linklater ile birlikte yazdı. Linklater’in “Hit Man çok şeye heves ediyor; komedi, kara film, gerilim, psikolojik inceleme gibi” diyerek nitelediği film, sürprizleriyle, kiralık katilin aşk yaşadığı müşterisini canlandıran Adriana Arjona’nın müthiş performansıyla akıllarda kalacak.
‘İmparatorluk’ başyapıtı
‘İnsanlık / L’Humanite’, ‘İsa’nın Hayatı / La Vie de Jesus’, ‘Flandres’ gibi başyapıtlara imzasını atmış, Fransız sinemasının yenilikçi, aykırı yönetmeni Bruno Dumont, paralel evren filmi ‘İmparatorluk / L’Empire’ ile adeta, “Star Wars geride kaldı, bilimkurgu türünde ihtilal yapıyorum” diyor. Fransız sinemasında bilimkurgu türünde ilginç yapıtlar veren Luc Besson (5. Element / Le Cinquieme Element), Louis Malle (Black Moon), Bertrand Mandico (After Blue) gibi yönetmenlerin ardından, Bruno Dumont zekice ve dâhiyane projesi ‘İmparatorluk’ ile eleştiri getirdiği bilimkurgu türüne adeta meydan okuyor. Filmde tümü açık havada, kırlarda gerçekleşen, çok iyi çekilmiş cüretkâr seks sahneleri var. Bu filmle Jony rolünde sinemaya şaşırtıcı bir başlangıç yapan Brandon Vieghe, hem düşmanı Jane (Anamaria Vartolemei) ile hem de kendisine devamlı yardım eden Line (Lyna Khoudri) ile sürekli seks yapıyor. Altın Aslan Ödüllü ‘Kürtaj / L’Evenement’ın unutulmaz başrol oyuncusu Anamaria Vartolemei kötülüğü sembolize eden siyah giysileriyle ve kasabada yarı çıplak yürüdüğü sahnelerde muhteşem fiziği ve mavi gözleriyle ekranı aydınlatıyor. Bu pastoral uzay yıldız savaşları filminde etkileyici görsel efektlerin yanında oyuncu kadrosu da çok başarılı. 77. Cannes Film Festivali’nin Açılış ve Kapanış Galalarının takdimcisi, ‘Menajerimi Arıyorum / Dix Pour Cent’ TV dizisinden tanıdığımız Camille Cottin, Dumont’un yönetiminde oyun gücünü kanıtlıyor. Comedie Française aktörü Fabrice Luchini, Jandarma Komutanı rolünde sadece bir cümle söyleyen, mimikleriyle büyüleyen Bernard Pruvost’nun da performansları müthiş. Dumont’un metafor yüklü uzay operası, Denis Villeneuve’ün beş saatlik dini istismar filmi ‘Dune’dan çok daha kaliteli. İnsanlar arasına sızmış Bir ve Sıfır adlı, iyilerle kötüleri sembolize eden iki uzaylı topluluğun mücadelesini izlediğimiz filmde, Dumont yerel bir çerçevede evrensel ve metafizik konuları ele alıyor. Devasa uzay gemilere filminde yer veren yönetmen, bilimkurgu filmlerini ‘ti’ye alıyor. Filmde iyilik ve kötülüğün temsilcileri Jane ve Jony, farklılıklarını bir ara kenara bırakıp sevişmeye karar veriyorlar. Fransa’nın kuzeyindeki Opal Sahilinin havadan çekilen etkileyici görüntüleriyle David Chambille, Dumont’un mizansenine katkıda bulunuyor. Filmin uzayda geçen kara delikli final bölümü çok etkileyici. Farklı türlerde ama tümü zeki ve özgün filmler yapmakla tanınan Dumont, mizanseninde gerilimi canlı tutmayı başardığını kanıtlamayı sürdürüyor.
İki festival davetlisinin filmi
Alman sinemasının prestijli yönetmeni Wim Wenders ve ‘Mükemmel Günler / Perfect Days’ ile son Cannes Festivali’nin En İyi Erkek Oyuncu Ödüllü Japon usta Koji Yakusho, festivalin davetlisi olarak ilk kez ülkemize gelecek. Yakusho’nun programda yer alan dört filmden biri, aktörün iki saatlik filmi, çok az diyalogla tamamen sırtladığı ‘Mükemmel Günler’. Altın Palmiye Ödüllü ‘Paris, Texas’ta olduğu gibi, birçok filminde şehirlerden esinlenen Wim Wenders, bu kez de ‘Tokyo Tuvaleti’ adında gerçek bir kentsel yenileme projesinden esinlenerek, hem gayet şiirsel hem de dokunaklı bir filme imza atıyor. Her biri teknolojik sanat yapıtı gibi olan umumi tuvaletleri temizlemekle görevli Hirayama, işini son derece titizlikle, kendini vererek ve gururla yapar; sıkılmadan yinelediği eylemlerini bir sanata, çevresiyle uyumlu bir geleneğe dönüştürmeyi bilir. Beklenmedik karşılaşmalar, bizi Hirayama’nın geçmişine götürür. Hirayama ile aynı işi yapan, imkânsız bir aşkla bağlı olduğu kızdan yüz bulmayan bir gencin, evinden kaçıp Hirayama’ya sığınan bir yeni yetme yeğenin, yıllardır kendisine dargın olan zengin bir kız kardeşin devreye girmesiyle bu duygusal film izleyicisine hayat dersleri veriyor. Wim Wenders mizansendeki ustalığıyla eğlendirmeyi de biliyor, hüzünlendirmeyi de. Filmin geniş planda Koji Yakusho’nun yüzüne odaklanan ve karmaşık duyguları dile getiren müthiş final sahnesi akıllarda yer alıyor. Bu sahne, Japon aktörün Cannes’daki ödülünü ve filmin bu yıl Uluslararası Film Oscar’ının beş adayından biri olmasını haklı çıkarıyor. Müzik kasetleri, ağaçlardan süzülen günışığı, kitaplar gibi günlük hayatın ufak mucizeleriyle varoluşumuzun güzelliklerini keşfe çıkan, sakin bir mutluluk arayışının izini süren ‘Mükemmel Günler’, adını Lou Reed’in eşsiz klasiği ‘Perfect Days’den alıyor.
Danimarka’nın Oscar adayı
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Nikolaj Arcel’in ‘Toprak Uğruna / Bastarden / The Promisd Land’i, 19.yüzyıl Danimarka’sında geçen konusuyla başarılı bir İskandinav westerni. Mads Mikkelsen’in canlandırdığı yoksul savaş kahramanı Yüzbaşı Ludvig Kahlen, verimsiz olarak bilinen çorak bir araziyi yaşanır hale getirmek istiyor. Gururlu, hırslı asker emeklisi yüzbaşı, görünürde hiçbir şeyin yetişmediği geniş, çorak bir arazide, kibri, zulmüyle yarışan asilzade Frederik De Schinkel’in hâkimiyetindeki araziye gider. Film bu iki inatçı karakterin çatışması üzerine kurulu. De Shcinkel ile Kahlen’in yıllara uzanan çatışması, en az kişilikleri kadar şiddetli ve yoğun geçecektir. ‘Ejder Dövmeli Kız’ filminin yönetmeni Arcel, 2020’de Danimarka’nın en çok satan kitabı ‘Kaptan ve Ann Barabara’ya dayanan senaryosunu Anders Thomas Jensen ile birlikte yazdı. Kırların fethi üzerine bu sürükleyici film, gururlu ve uzlaşmaz bir adamın ve kötülüğe, ölüme, cehenneme karşı mücadelede onun müttefiki haline gelen hikâyesi. 2024 Avrupa Film Ödülleri En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi Kostüm Tasarımı Ödüllerini kazanan filmdeki müthiş performansıyla, Mads Mikkelsen Avrupa Film Ödülleri’nin En İyi Erkek Oyuncusu oldu.
Radu Jude’nin son filmi
Üç yıl önce ‘Kaçak Porno / Bad Kuck Banging or Loony Porn’ adlı sosyal taşlamasıyla Altın Ayı kazanan Rumen yönetmen Radu Jude, son filmi ‘Dünyanın Sonundan Çok da Bir Şey Beklemeyin / Do Not Expect Too Much From the End of The World’ ile acımasız toplumsal eleştirilerini sürdürüyor. Sinema, kapitalizm, emek ve tarihin komik sürprizler ve absürt anlarla buluştuğu, dijital dünyanın politik halk manzarasıyla kesiştiği bu feminist film, iki bölümden oluşuyor ve iki Angela’yı izliyor: Uykusuzluktan perişan film prodüksiyon asistanı, ağzı bozuk Angela, çokuluslu bir şirket adına iş güvenliği konulu bir video çekmek için arabasıyla Bükreş sokaklarını arşınlıyor. Öte yandan, yıllar öncesinden kalan bir filmde, taksi şoförü Angela, müstakbel kocasıyla yine Bükreş yollarında tanışıyor. Dünyanın bitik halini zehir gibi bir mizah (ve cep telefonu) filtresinden geçirerek sivri dilli, edepsiz şarkılarla perdeye yansıtan bu benzersiz film, Romanya’nın Oscar adayı oldu.
Restore edilmiş Meksika filmi
Cannes’ın favori yönetmenlerinden Carlos Reygadas, bu festivalden En İyi Yönetmen (Post Tenebras Lux), Jüri Ödülü (Silent Light) ve Altın Kamera Özel Mansiyon (Japon) ödüllerini kazandı. Meksikalı yönetmenin kariyerindeki ikinci film, 2005 tarihli ‘Cennette Savaş / Batalla En El Cielo’nun yeni restore edilmiş kopyası festival programında yer aldı. Sınırları zorlamayı seven Reygadas, bu kışkırtıcı filmde Meksika’nın sınıfsal ve sosyal yapısı içinde bireyin çıkmazını işaret ediyor. Mexico City’de geçen öyküde, bir generalin şoförü ve karısı kısa yoldan para kazanmak için kaçırdıkları bebeğin ölümünden sorumlular. Şoför bu korkunç sırla yaşarken her gün arabasını sürdüğü generalin güzel kızıyla sadece sevişmek için görüşür. Bu düzenli cinsel ilişki bir nevi sınıflar arası sınırı ortadan kaldırıyor gibi görünse de bu ‘yanılsamanın’ yansıması şiddetli olur. Filmin sert seks sahneleri, zaman zaman klasik anlatım kalıpları dışına çıktığı sinema diliyle eleştirmenleri ve izleyicileri ikiye bölmeye devam ediyor.