D22'nin sezondaki ikinci oyunu 'Bu Taraftan Daha Güzelim'

Erdoğan MİTRANİ Sanat
24 Nisan 2024 Çarşamba

 “Çocuklar için imkânsız gibi görünen bir konuyu anlatma çabası, aslında bunu herkese anlatma çabasıdır.”                                                                                              Carly Wijs

 

D22 10. senesinde yepyeni bir hamle yaparak karşımıza yeni yapımlarla çıktı. ‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’in ardından bu kez İKSV’nin Gülriz Sururi-Engin Cezzar Teşvik Ödülü desteğiyle gerçekleştirilen, Carly Wijs’in 2014’te yazdığı ‘Us/Them’ Türkçede ‘Bu Taraftan Daha Güzelim’ adıyla karşımızda.

D22 kurucu ortaklarından Can Kulan’ın yönettiği oyunu Melisa Kesmez çevirmiş, dekor ve kostüm tasarımını Nilsu Baldan, ışık tasarımını Yasin Gültepe, hareket tasarımını Gizem Erdem üstlenmiş.

2008’den beri aktör kocası Tom Jensen ve oğluyla Belçika’da yaşayan 1966 Amsterdam doğumlu aktris, yönetmen, yazar, eğitmen Carly Wijs, Hollanda ve Belçika’da çok sayıda film ve dizide, uluslararası televizyon yapımlarında rol almış tanınmış bir oyuncu. Yazdığı ilk oyunu ‘Us/Them’yü önce Belçika’da Flamanca ve Fransızca yönetmiş, sonrasında Fransa, İngiltere ve İskoçya’da sahnelenen oyun Edinburgh Tiyatro Festivali’nin prestijli Fringe ödülünü almış. Fransızca, Macarca, İngilizce, Almanca ve Japoncaya çevrilen oyunu Türkçeye Melisa Kesmez kazandırmış.

Oyunda 2004’te Rusya Beslan’da 1148 kişinin rehin alındığı, 186’sı çocuk 334 kişinin öldüğü okul baskınının öncesi, saldırı anı ve sonrası, savaşa ve ayrıştırıcı politikalara safça anlam vermeye çalışan iki ilkokul öğrencisi çocuğun gözünden anlatılıyor.

Kuruluşundan günümüze tüm oyunlarında kurucu ortakları, birlikte çalıştıkları profesyonel oyuncular yer alırken D22 ilk kez Bu Taraftan Daha Güzelim’in oyuncularını, kapsamlı bir seçmeyle belirlemiş. İlk kez profesyonel olarak sahneye çıkan Simge Sabancılar ile Emrecan Karakurum, Can Kulan’ın müthiş başarılı yönetiminde beden dilleri, konuşma tarzları ve mimikleriyle, fiilen 10-12 yaşlarında iki çocuğa dönüşmüşler. Çok sağlam yorumlarında çocukların yaşadıklarını büyük masumiyet ve doğallıkla, üstelik tam olarak ne olduğunu algılayamadan anlatışları, yaşanan ürkünç trajediyi daha da çarpıcı kılmış.
21.00’de House of Performance ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. İzlenmesi şart.

Semaver Kumpanya repertuarından

Güzel Son’

 

“M.Lambo’nun meyhanesi belki de dünyanın en küçük meyhanesidir. Bir tramvay büyüklüğündedir. Bu dünyada Rimbaud gibi, yaşadığına inanmayan Sait Faik, yalnız burada varlığından kuşku duymaz. Dünyada sanki ilk güzel günü burada olmuştur; cıgarası ilk burada yanıyordur; ocağı ilk burada tütüyor, çorbası pişiyor ve de ilk burada keyfi tamdır …”                                                                                                       

İlhan Berk

26. İKSV Tiyatro Festivali’nde Işıl Kasapoğlu’nun ‘İstanbul Mon Amour’ projesinin bir bölümü olarak Hakan Tabakan’ın yazdığı, Volkan M. Sarıöz’ün yönettiği ‘Güzel Son’ festivalde gördüğü yoğun ilgi üzerine Semaver Kumpanya repertuarına alındı.

Halim Şefik Güzelson arkadaşları Orhan Veli, Melih Cevdet, Sait Faik ve Nurullah Ataç’ı arkalarında “Lütfen İçmeden Geliniz!” notu yazıl davetiyelerle, sürekli uğrak mekânları Mösyö Lambo’nun Meyhanesine çağırmıştır. Suat Derviş’in bu gizemli davet sırasında meyhaneye tesadüfen uğraması geceye bir ayrı güzellik katar…

Ahmet Kaynak (Nurullah Ataç), Metin Alpargun (Orhan Veli Kanık), Mehmet Konu (Sait Faik Abasıyanık), Mertcan Ertürk (Melih Cevdet Anday), Muhammed Türkoğlu (Halim Şefik Güzelson), Onur Şenol (Mösyö Lambo) ve Selen Şenay (Suat Derviş) karakterlerini müthiş inandırıcılıkla yaşatırlar. Oyunun dekor-kostüm tasarımı Başak Özdoğan’a, ışık tasarımı Cem Yılmazer’e, müziği Fırat İkisivri’ye ait.

Tabakan’ın metni kurgusal da olsa, bedensel ve fiziksel görünüşleri, giysileri, lisan kullanımları, tartışmaları, dargınlıkları ve sağlam arkadaşlıkları ile Türk edebiyatının bir dönemini yaratan bu sanatçıları fiilen tekrar var ediyor. Nevizade Sokak’taki, ayakta 10-12 kişinin zar zor sığabildiği Lambo’nun meyhanesini, sahibi Lambo’yu ve ünlü veresiye defterini de tekrar yaşama getiriyor.

Lambo, gerçekten yaşamış bir kişiydi. Rusya’dan iltica etmişti, ana diliyle Türkçe dışında, İstanbullu Rum eşinden öğrendiği Rumcayı ve Fransızcayı düzgün konuşurdu. Boş kaldığında tezgâhının başında Rus klasiklerini okuduğu söylenen, müşterilerine yakışan, duyarlı, bilgili bir sanat aşığıydı. Nasıl edebiyatçıların yaşamları ‘Güzel Son’da oyuna birebir yansımışsa, Lambo hakkında anlatılanların da gerçekten yaşanmış olaylar olduğunu belirtmek isterim.

Benimki gibi çok okuyan bir kuşak için, Beyoğlu’nda başında şapkası, sırtında pardösüsü dolanırken arada bir gördüğüm Sait Faik dışında hiçbiriyle şahsen karşılaşmamış bile olsam,

Güzel Son’un yazarları, şiirleri, hikâyeleri, oyunları, makaleleriyle can yoldaşlarımız, dostlarımız, yaşamlarımızın birer parçası olmuşlardı.

Bu iyi yazılmış, iyi sahnelenmiş çok da iyi oynanmış oyun, sanki bu eski arkadaşlarımızla beklenmedik, ama müthiş keyifli bir yeniden buluşma gibi oldu.

Nefis edebi tadını hiç kaybetmeksizin salt tiyatro olabilmeyi başaran usta işi bir çalışma. Kaçırmayın derim. 3 Mayıs Fişekhane ve sezonda İstanbul sahnelerind

Bu kez de sinemadan tiyatroya

‘Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi’

   

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bu sezon, İstanbul’a da misafir gelmiş gösterişli ve eğlenceli bir üstün yapımla karşımızdalar: İngiliz yazar Nick Whitby’nin,

Ernst Lubitsch’in 1942 tarihli ünlü filmi ‘To Be or Not To Be’nin aynı isimle tiyatroya uyarladığı oyunu ‘Yaşamak Mı Yoksa Ölmek Mi’ adıyla sahneliyorlar.

Varşova, 1939. Yıldız oyuncuları Josef ve Maria Tura’nın yönettiği Polski Theatr’da sahnelenen oyun, Nazilerin öfkesini uyandıracağı savıyla sansürce yasaklanınca ekip zorunlu olarak Hamlet’e döner. Her temsilde, başrolü üstlenen Josef, “to be or not to be” ile başlayan tiradını her zamanki gibi, uzata uzata söylemeye başladığında, havacı üniformalı bir genç ön sıradan geçerek salonu terk eder. Sinirlenen Josef, Sobisnky adlı bu densiz seyircinin, üstelik tirat boyunca kuliste karısıyla gizlice buluştuğunu öğrenince kıskançlıktan çıldırır. Olayın ilişkiye dönüp dönmediği ortaya çıkmadan savaş patlar. İşgal altındaki ülkede direnişi örgütleyen Sobinsky topluluğu çift taraflı ajan Silewski’yi engellemekle görevlendirir.

Yıkık dökük tiyatrolarının dekorlarını karargâha, kostümlerini üniformaya dönüştüren oyuncular bu kez yeteneklerini heyecanlı bir casus avına girişmek için kullanacaklardır…

80 yılı aşkın süredir, film eleştirmenleri Ernst Lubitsch”in Lubitsch touch / Lubitsch dokunuşu” olarak adlandırılan o benzersiz tarzının büyüsünü tarif etmeye çalışmışlardır. Tüy gibi hafif komedileri, kimi zaman inandırıcılığa ve mantığa meydan bile okusalar, uçarılıkları, zeki ve zarif mizahları, çekicilikleri, hep satır arasında kalan incelikli sezindirmeleriyle, günümüzde bile her yaşta ve kesimden seyirciyi heyecanlandırmayı sürdürmektedirler.

Özellikle, Nazi tehdidinin dorukta olduğu yıllarda çekilen ‘To Be or Not To Be’nin seyirciyi dönemin kaygı ve endişelerinden uzaklaştırmak için hoppalık ve uçarılıkla, karanlık hiciv ve usta işi komediyi dengeleyen senaryosu bir yaratıcılık başyapıtıdır.

Nick Whitby’nin bu muhteşem senaryodan yola çıkarak, ilk bölümde epey sarkan, ikinci bölümdeyse iyice hantallaşan iki perdelik ruhsuz bir uyarlama yapmış olması hem şaşırtıcı, hem üzücüdür.

Allahtan Kocaeli Tiyatrosu oyunu yönetmen İlham Yazar’a emanet etmiş.

İstanbul seyircisi, 1968 Ankara doğumlu, başta Ankara, Eskişehir ve Diyarbakır olmak üzere, Anadolu’nun saygın sahnelerinde çok önemli işler yapmış olan bu tiyatro insanını az tanır. Olsa olsa meraklıları, kentimizde yönettiği iki olağanüstü çalışmadan, 2015’teki ‘Antabus’ ile 2017’deki ‘Kayıp El’den anımsarlar. 

İlham Yazar, Whitby’nin beceremediğini büyük ustalıkla başarmış, Yaşamak Mı Yoksa Ölmek Mi’ye o emsalsiz Lubitch dokunuşunu yeniden üflemiş. Kusursuz dört dörtlük ekip oyunculuğunu, olağanüstü bir görsel işitsel tasarımla daha da etkileyici kılmış. Yerim dolduğu için sahne ve arkasındaki ekibi sayamayacağım ama mükemmel bir iş çıkardıklarını söyleyebilirim. Funda İlhan’ın o Carole Lombard’ı, Aydın Sigalı’nın da Jack Benny’yi kesinlikle aratmadıklarını da belirtmem gerekir.

Oyunu izlemek için bile İzmit’e gitmeye değer. Hepinize iyi seyirler.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün