Sertab Erener, Mabel Matiz, Göksel, Melike Şahin, Yalın gibi isimlerin şarkılarının aranjesini yapan çok değerli bir müzisyen Sabi Saltiel. Son dönemde kulağımıza çalınan ya da severek dinlediğimiz birçok eserde imzası var. Kadıköy´deki stüdyosunda buluştuğumuz Saltiel, ŞALOM´a, eğitiminden Sertab Erener´le yollarının kesişmesine, Mabel Matiz ile müzikal anlamda yakaladıkları müthiş kimyadan, kıymetli eşi Meltem Pamuk Saltiel´e ve oğlu Derin´in hayatına kattıklarına dek pek çok şey anlattı.
Berklee College of Music’te eğitim almasının ardından Los Angeles müzik piyasasını da deneyimleyen ve Amerika’daki tecrübelerini Türkiye’de çalıştığı sanatçıların şarkılarına aktaran Sabi Saltiel, müzikseverleri duygudan duyguya sürükleyen aranjelerle başarılı çalışmalarına devam ediyor.
Berklee College of Music'te eğitim aldınız, ardından bir Los Angeles macerasından sonra Türkiye’ye döndünüz. Müzisyenlik, çocukluğunuzdan beri hayal ettiğiniz meslek miydi?
Çocukluğumdan beri müzik yapıyorum ama müzisyen olma arzum lise yıllarında başladı. Okulda, gruplarda çalmaya başlandığı zaman insan motive oluyor. O dönem baktım, sevdiğim bütün müzisyenler Berklee mezunu ve hedefimi o şekilde belirledim. Dayım ve kuzenim hobi olarak müzik yaparlardı, onlar da beni etkileyen faktörlerden oldu. Yedi yaşımdan beri gitar çalıyorum. Dinlediğim müzikler dahi hep Joe Satriani, Dream Theatre gibi sanatçılardı. Kariyer düşünmeye başladığım anda müzisyen olmak istedim, hiç gelgit yaşamadım. Ailemin de sonsuz desteğini aldım.
“TEKNİK ANLAMDA AMERİKA İLE ARAMIZDA UÇURUM VAR”
Amerika’da yaşadığınız süreç nasıldı? Yurt dışındaki müzik piyasası ile ülkemizi karşılaştırdığınızda ne gibi avantaj / dezavantajlar görüyorsunuz?
Amerika çok kalabalık ve zor bir yer. Bir kere orada göçmen olarak yaşamak zor. Üç senede bir vizeni yenileme zorunluluğu var, birinin sana sponsor olması gerekiyor. Benim gibi liseden çıkıp giden birisi için sanatçı vizesi almak çok zordu çünkü portfolyom yoktu. Bir yerden sonra bu prosedürlerle uğraşmak istemedim. Çünkü ya birinin yanında uzun saatler çalışacak ya da burada rahat bir şekilde stüdyonu kurup devam edeceksin. Burayı seçtim. Teknik anlamda Amerika ile aramızda uçurum var. Burada prodüksiyon yapmak istediğinizde rakipleriniz belli ama orada dünyanın en büyük yapımcılarıyla rekabet ediyorsunuz. Türkiye’ye döndüğümde gitar albümü yapmak isterken aranjeyi öğrendim ve birkaç düzenleme yaptım, ödüller aldım. Aranje dünyasına girişim aslında biraz ‘Her şeye evet’ diyerek oldu.
X’te seneler önce yazdığınız bir iletide “Los Angeles'taki müzisyenlerin neden iyi olduğunu şimdi anlıyorum. Arabalarında o kadar çok vakit geçiriyorlar ki, sonunda çok fazla müzik dinliyorlar” yorumunda bulunmuşsunuz. Siz müzikle bu kadar iç içe olan bir insan olarak müziğe ne kadar vakit ayırıyorsunuz?
Amerika’dayken daha çok müzik dinliyordum. Şimdi de bütün günüm müzikle geçiyor ama dinlemek için harcadığım zamanlar azaldı, üzerine çalıştığım projelerle ilgileniyorum daha çok. İki yaşında bir oğlum olduğu için stüdyoda geçirdiğim vakit sınırlı, eskiden 12 saat boyunca buradan kafamı çıkarmazdım.
Sertab Erener, Mabel Matiz, Göksel, Melike Şahin, Yalın gibi Türk pop müziğinin popüler isimleriyle çalışıyorsunuz. Sektörde bu kadar güvenilir ve kıymetli bir yere sahip olmak uzun zaman alıyor mu?
Kısa zaman almadı. Stüdyomuzu 2013’te açmıştık; 2015’te Sertab’ın albümünü mix’ledik. Tamamen şans eseriydi. Sertab’ın eşi Emre arkadaşımdı. Emre’nin albümünü yaparken, Sertab Erener ile de çalışmaya başlamış buldum kendimi. Sonra o dönem Özge Fışkın’a çalıyordum. Mabel Matiz, Özge Fışkın’a bir şarkı yapmıştı, onun aranjesini üstlendim ve Mabel çok beğendi. Bu sefer bana ‘Maya’ albümünde birlikte çalışmamızı teklif etti ve demolardan sonra bütün albümün aranjelerini yaptım. Ardından Göksel, Mabel’in aracılığıyla geldi, kendi kendine bir network oluştu. Her biri ayrı titiz ve seçici. Mabel’in ‘Maya’ albümünü yapmamız 18 ay sürdü.
“MABEL MATİZ’LE YAKALADIĞIMIZ ENERJİ FARKLI BİR KAPI AÇTI”
Özellikle Mabel Matiz’in şarkılarına dokunuşlarınız sosyal medyada çok konuşuluyor. Mabel ile farklı bir kimya mı yakaladınız?
Evet, ben normalde Mabel’e göre çok farklıyım. Mabel, 90’lar Türkçe popuna âşık bir insan, evine gidiyorsunuz Türkiye’de ne kadar kaset çıkmışsa o dönem hepsi var onda. Ben de tam tersine az bilirim o şarkıları. İki taraf birleşince farklı bir sound oluşuyor. İki müzik zevkini birbirine entegre ettik ve ortaya değişik bir şey çıktı. ‘Maya’da yakaladığımız enerji, bir kapıyı açtı. Son albümü ‘Fatih’te de altı-yedi şarkımız var. En son Ufuk Beydemir’in yeni çıkaracağı albüm için onunla çalıştım, Madrigal’in iki şarkısı var, Göksel’in ‘Bıçak’ isimli eserini beraber yaptık, pandemide ‘Deliler Okulu’nu hazırlamıştık Yalın için, o da şimdi müzikseverlerin beğenisine sunuldu.
Türkiye’de Grammy gibi bir ödül töreni olmamasının eksikliğini hissediyor musunuz? Perde arkasındaki kahraman olarak sizin için ödülün kıymet-i harbiyesi nedir?
Grammy alsam sevinirdim ama biz müziği ödül için yapmıyoruz. Arka plana geçmek benim tercihim. Kendimi ön plana atmayı sevmiyorum. Güzel bir his ama çok aramıyorum. Grammy, kırmızı halısından törenine kadar harika bir olay; Türkiye’de de bütün müzik dünyasını toparlayacak bir gece olsa güzel olur. Ben işin o ‘entertaintment value’ kısmını seviyorum.
Pandemi sürecinde müzisyenler çok zorlandı, sizin için nasıl geçti? Daha fazla üretim yapma fırsatı mı yakaladınız yoksa sahnelerle aranıza giren mesafe moralinizi mi bozdu?
İlk aşamasında çok zordu, kapanma zamanı üretimi de durdurdu. Şimdi biz para harcayacağız ama çıkarabilir miyiz kaygısıyla beş-altı ay konserlerin üstüne, prodüksiyonlar da bir anda kesildi. O altı ay zor geçti. Akabinde o kadar süre evde kaldıktan sonra insanlar üretmeye devam etmek istedi. Stüdyolar iyi ki varmış, onu anladık. Konserler çok uzun süre devam edemedi, ailesini geçindiremeyip intihar eden arkadaşlarımız var. Canlı müzik müzisyenliği çok zor bir iş. Tek bir orkestra ile çalarak geçimini sağlayamazsın. Türkiye’de ayrıca çok fazla konser iptali oluyor. Ben sahneyi de stüdyoyu da çok seviyorum. Stüdyo işin merak ve gizem kısmı.
“ONNO TUNÇ’A BENZETİLMEK BİR ONUR”
Tarzınızı Onno Tunç’a benzetenler var, bu çok onur verici olmalı. Siz ne düşünüyorsunuz, ilham aldığınız idolleriniz kimler?
Çok güzel bir şey bu. Onno Tunç da senfonik müziği, büyük duyulan şeyleri seven bir müzisyendi, bence o yönümüzü benzetiyorlar. Mabel de Sezen Aksu hayranı. Onno Tunç’un şarkılarında hep orkestral bir hava mevcut, bende de onu görüyor olabilirler. Büyük bir onur benim için.
Bir dönem albümlerin satmıyor oluşundan dem vuruluyordu, şimdi müziğin dijital dünyaya kayması müzisyenler için iyi mi oldu?
Büyük bir sanatçıysan iyi ama diğer sanatçılar için çok kötü. Spotify’ın ödeme yapması için belli bir stream’in üzerinde olması lazım dinlenme rakamlarının. Sanatçı menajerlerinin dediğine göre de eskisi gibi klip izlenmiyor artık. Tiktok da çok revaçtaymış bu aralar. Algoritmasının başarılı çalıştığı konuşuluyor. Eskiden Hayal Kahvesi gibi mekânlarda sürekli çalardık, bar müzisyeniysen bile hayatını idame ettirebiliyordun ama şimdi öyle bir şey yok. Ne zaman düzelecek, onu da bilmiyorum.
Eğer bir şeyler düzelmezse, ülkeden gitmeyi düşünüyor musunuz?
Bence bir göçmen olarak yaşamak o kadar kolay değil, bizim mesleğimiz her yerde geçerli olmasına rağmen taş yerinde ağırdır.
“BÜYÜK İSİMLERLE ÇALIŞTIĞIMDA IMPOSTER SENDROMU YAŞIYORUM”
“Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.” Instagram hesabınızda eşiniz Meltem Pamuk Saltiel’in doğum gününü kutlarken yazdığınız sözler… Aşk, bir müzik adamının hayatına neler katıyor?
Katkısı çok büyük çünkü müzik adamı dediğiniz insanlar biraz obsesif ve yalnız bir hayatı tercih ediyor. Memuriyet durumumuz yok, saatli çalışmıyoruz. Sürekli kendimizi geliştirme çabasındayız, daha yeni bir şeyler arıyoruz. Bu insanı izole ediyor. Bizim okul da öyleydi, en dandik bizim partilerimizdi. Çünkü herkes enstrüman çalışıyor, müzik konuşuyordu. Zannedildiği gibi ortamlarımız yok. Sadece müziğe kanalize olmuştum. Meltem ressam ve sanattan çok iyi anlıyor, ayrıca gerçek bir feminist. Bunları benim hayatıma da kattı, sanatıma da. Koşulsuz sevgi de çok muhteşem bir şey. Büyük isimlerle çalıştığımda bende hep imposter sendromu (mükemmeliyetçilik) olur, memnun kalacaklar mı acaba diye. Yeni bir şarkıya başlarken ertelerim. Karşında seni koşulsuz seven biri olduğunda bu sana çok iyi geliyor.
Yollarınız nasıl kesişmişti?
Bir Özge Fışkın konseriydi, Eko Bar diye bir yerde. 2015 yılında tanıştık, film hikâyesi gibiydi. Sahneden indim, sarışın kırmızı rujlu bir kadın. Hiç kimse yok gibiydi ve o ışıldıyordu. Öyle hissetmiştim.
Bir de oğlunuz Derin var tabii hayatınızı anlamlandıran. ‘Sevgi pusulan olsun’ felsefesiyle yetiştiriyorsunuz. Çocuktan önce ve sonraki siz arasında fark var mı?
Sorumluluk almanın ne demek olduğunu öncesinde bilmiyormuşum, kendi kafama göre yaşıyordum. Gecelere kadar çalışır ve sadece işime bakardım. Şimdi birinin büyümesi, nasıl bir insan olacağı bize bağlı. Sınıfta kalırsan onun hayatı da etkilenir, ben de bu sorumluluğu hissediyorum. Çocuğumuzun bizden öğrendikleriyle kendi yolunu çizeceğini düşünüyorum.
Hiç eşinize ya da çocuğunuza şarkı yapmayı düşündünüz mü?
Tabii yapıyorum ama özel olarak. Söz yazmayı tercih etmiyorum, enstrümantal bestelerim var.