“Ankara 7 Ekim saldırılarından bu yana Türkiye´yi bölgede otonom bir bölge gücü ve aracılık rolü oynamaya muktedir bir ülke olarak konumlandırmaya çalışıyor. "Ancak arabuluculuk girişimlerinin karşılıksız kalmasının yarattığı ciddi bir hayal kırıklığı söz konusu. İsrail´e karşı daha sert bir üslup belirlenmesinde bu hayal kırıklığının payı var.” SELİN NASİ – www.bbc.com/turkce
Reuters haber ajansına konuşan ihracatçı firma sahipleri, Türkiye’nin ikili ticareti durdurma kararını şaşkınlıkla karşıladıklarını, ihracatçı Türk firmalarının siparişlerini üçüncü ülkeler üzerinden İsrail'e göndermenin yollarını aradığını söyledi.
Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın basın toplantısına katılan bir ev eşyası ihracatçısı malların gümrükte bekletildiğini ve alternatif yollar aramak zorunda kaldıklarını söyledi.
Türk ihracatçı, “Gün boyunca gümrüklerle uğraştık ve sorunun ne olduğunu anlamadık. Sistem, yasak kararı açıklanmadan önce kapatılmıştı” dedi.
Başka bir gıda ihracatçısı da ticaretin durdurulmasının Filistin topraklarına gönderilen ve İsrail gümrüklerinden geçmek zorunda olan malların da engellenmesi anlamına geldiğini söyledi ve “Filistin halkı da zarar görecek” dedi.
“Siparişleri Mısır, Ürdün ya da Lübnan üzerinden gönderip gönderemeyeceğimize bakacağız, bu durumdan nasıl kurtulacağımızı bilmiyorum."
Bir çikolata ve şekerleme ihracatçısı da şirketinin İsrail pazarı için özel olarak üretilen ve ambalajları tamamen İbranice olan ürünleri olduğunu söyledi.
Kararın kendileri için büyük bir maddi kayıp olduğunu belirten ihracatçı, “İsrail'de alacaklı olduğumuz ve borçlu olduğumuz şirketler var. Ticaret durduğunda bu alacaklar ne olacak?” dedi.
Aynı ihracatçı İsrail'deki ticari ortaklarıyla görüştükten sonra çözüm arayacaklarını da sözlerine ekledi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cyxe9ekp92yo
BBC Türkçe’ye konuşan, İngiltere'deki London School of Economics’ten (LSE) Türkiye uzmanı Selin Nasi ise öncelikle Mavi Marmara saldırısından itibaren Türkiye-İsrail ilişkilerinde kendini tekrar eden bir ilişki modeli olduğunu ama şimdi bir tavır değişikliğine gidildiğini vurguluyor.
Nasi, “Filistin meselesindeki sorunlara bağlı olarak iki ülkenin arası açıldığında Ankara İsrail’e karşı sert bir söylem belirliyor ama ikili ilişkilere kalıcı hasar verecek adımlar atmaktan da kaçınıyordu" hatırlatmasını yapıyor ve şöyle devam ediyor:
"Liderler arasında karşılıklı sert mesaj alışverişine rağmen iki ülke arasındaki ortak çıkarlardan dolayı güvenlik alanında istihbarat iş birliği devam ediyor, ticaret de bu siyasi çatışmalardan siyasi gerginliklerden etkilenmeden sürüyordu. Önümüzde söylemle pratik arasında bir makas görünümü veren bir ilişki modeli vardı."
Nasi, yerel seçimler sonrasında tavır değişikliğinin nedenini de şöyle açıklıyor:
"Yerel seçimler sonrası ortaya çıkan siyasi tablo, Gazze’deki savaşın yıkımının yarattığı tepkilerle birleşince, bu statükonun devamı Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından daha maliyetli bir hale geldi.”
Nasi, yerel seçimlerdeki İsrail karşıtı söylemin etkisini de sonuçlar açısından “yan sebep” olarak değerlendiriyor:
“Yeni yapılan Metropol araştırmasının sonuçları, hükümetin İsrail politikasının seçmenin oy davranışında çok da belirleyici olmadığını ortaya koyuyor.
"Bana kalırsa AKP’den oy kaymasının arkasındaki ana etken kesinlikle hayat pahalılığıydı. Ancak alternatif bir parti arayışı içindeki muhafazakâr, dindar seçmene muhakkak ki YRP’nin İsrail karşıtı söylemi cazip gelmiştir diye düşünüyorum. Ama bunun bir yan sebep olduğu kanaatindeyim.”
Nasi, Ankara’nın İsrail’e yönelik tavır değişikliğinde sadece iç siyasetteki gelişmelerin etkili olmadığını, aynı zamanda bir ideolojik tercih de yapıldığı kanısında.
"Bu tavır değişikliği Ankara’daki siyaset yapıcılarının bölgenin güç dinamiklerini nasıl okuduğu, nasıl yorumladığı ve Türkiye’yi nasıl konumlandırmak istedikleriyle yakından ilgili."
“Ankara 7 Ekim saldırılarından bu yana Türkiye’yi bölgede otonom bir bölge gücü ve aracılık rolü oynamaya muktedir bir ülke olarak konumlandırmaya çalışıyor.
"Ancak arabuluculuk girişimlerinin karşılıksız kalmasının yarattığı ciddi bir hayal kırıklığı söz konusu. İsrail’e karşı daha sert bir üslup belirlenmesinde bu hayal kırıklığının payı var.”
https://www.bbc.com/turkce/articles/c3gq7d01px6o
ABD başta olmak üzere İsrail’e açık destek veren Batı ülkelerinde şöyle bir durum var: üniversiteler ve sokaklar Gazze’daki faciaya karşı dururken hükümetler Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve bir yandan silah sağladıkları İsrail’in insani yardıma daha çok izin vermesi çerçevesinde yaklaşıyor.
Batı derken aslında (13-15 Haziran’da Roma’da toplanacak) G7 demek daha doğru: ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Japonya.
Avrupa Birliğinde hükümetler düzeyinde de görüş ayrılığı su yüzüne çıkıyor. Fontelles’in mayıs sonuna dek Filistin’i devlet olarak tanıyabilir dediği ülkeler bunu gösteriyor. İsveç ve çoğu Doğu Avrupalı AB üyesi zaten tanıyor Filistin’i.
Uluslararası havanın İsrail’e karşı dönmesine rağmen Netanyahu hükümetinin giderek sertleşmesinin en büyük nedeni ABD’deki seçimler. Gerek Başkan Joe Biden gerekse rakibi Donald Trump İsrail lobisini karşısına almak istemiyor. Bu ortamda ABD Kongresinin İsrail’e 26 milyar dolar daha yardım kararı alması, bölgedeki gerilimi daha da arttıracaktır.
https://yetkinreport.com/2024/05/03/turkiye-ticareti-keserken-israile-karsi-donen-uluslararasi-hava/
https://serbestiyet.com/haberler/analiz-ak-parti-31-martin-faturasini-israile-mi-kesti-165588/
DW Türkçe'ye konuşan uluslararası mali hukuk uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, ticareti durdurma kararının hukuki açıdan yaptırımı olmayacağı görüşünde.
Gümrük İdarelerinin Karşılıklı Yardım Anlaşması ve Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması'nda taraflar arasındaki görüşmelerde ihtilaf çözümlenmezse fesih imkanının açık bir şekilde düzenlenmiş olduğuna işaret eden Başaran Yavaşlar, söz konusu anlaşmaların fesih bildiriminden altı ay sonra yürürlükten kalktığını belirtiyor.
Başaran Yavaşlar, Ticaret, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel İş birliği Anlaşması'nda da ihtilafın taraflarca dostane bir şekilde çözümlenmesinin düzenlendiğine, dolayısıyla bu anlaşmaya dair bir fesih sorununun da görünmediğine dikkat çekiyor. 1996 tarihli Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması'nda tarafların 10 yıl sonra anlaşmayı sonlandırma hakkı bulunuyor.
Serbest Ticaret Anlaşması'na yönelik olarak ise sorunun çözümü için öncelikli olarak bir ortak komite kurulmasının kararlaştırıldığına işaret eden Başaran Yavaşlar'ın verdiği bilgiye göre, bu bir çözüm olmazsa, taraflardan biri, ortak komiteyi de bilgilendirerek bir tedbir alma hakkına sahip. Ancak bu tedbirin anlaşmaya en az zarar verecek tedbir olması gerekiyor. Yine anlaşmaya göre taraflardan bir tanesi hakem atama talebinde bulunabiliyor. Her iki ülkenin hakemleri ve bir ortak hakemle karar oy birliğiyle alınıyor. Bu karara da tarafların uyması gerekiyor. Yine Serbest Ticaret Anlaşması'nda da fesih imkanı mümkün. Tarafların feshi altı ay önce diplomatik yollarla bildirmesi gerekiyor.
Ancak İsrail ile ilişkilerde geçmişte de kritik süreçlerden geçilmiş olmasına rağmen bu anlaşmaların hiç birinin feshi yoluna gidilmediğini söyleyen Başaran Yavaşlar, şu anda da böyle bir durumun söz konusu olmayacağını düşünüyor.
Ticari ilişkilerin sonlandırılmasının daha çok Serbest Ticaret Anlaşması'nın konusu olduğunu dile getiren Başaran Yavaşlar, "Bu şekilde ilişkiler yine bir müddet durdurulmuş olacak. İsrail de tabii ki buna misilleme yapacaktır. Diğer yandan biliyorsunuz Filistin'in tanınması söz konusu. Avrupa Birliği'nden yapılan açıklamalar pek çok Avrupa Birliği devletinin yakında Filistin'i tanıyacağı, Birleşmiş Milletler'e de üye olarak kabul edileceği şeklinde. Yakın zaman içerisinde belki ona bağlı olarak bir yumuşama hali tekrar ortaya çıkabilir" diyor. ABD'deki Filistin yanlısı öğrenci protestolarını hatırlatan Başaran Yavaşlar, "Tabi İsrail uygulamalarında farklılaşmaya giderse yumuşama olur. Ama şu aşamada en azından bir müddet bundan dönüş olmayacaktır" diye ekliyor.
https://www.youtube.com/watch?v=CI_1a09CNBc
Bölgenin iki kadim halkı olan TÜRK ve YAHUDİ halkları, tarih boyunca birbirlerini gözetip birbirlerine sahip çıktılar. İsrail’i hukuk cephesinden kuşatmak başka; ilişkileri telafi edilemeyecek boyuta taşımak başka. Gazze’de yaşanan trajedi, tek başına TR’nin çözeceği sorun değil.
https://twitter.com/remzzicetin/status/1786448073830322407
İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS) kıdemli uzmanı Gallia Lindenstrauss, AKP hükümetinin tedbirinin mahiyetinin aslında Türkiye'nin kendi çıkarları açısında da "son derece kafa karıştırıcı" olduğunu ifade ederken, şunları kaydetti:
"Çünkü aslında Türkiye, İsrail ile pozitif bir ticaret dengesine sahip. İkili ticaretin dörtte üçü Türkiye'nin İsrail'e yaptığı ihracattan oluşmakta. İsrail, zorluklara rağmen başka tedarikçiler bulacaktır. Ama diyelim Türkiye bir süre sonra yine rotasını değiştirdi. Güven ve öngörülebilirliği sarsan böylesine sert bir adımın ardından İsrailli ithalatçılar Türkiye ile ticarete devam eder mi? Devam etmek ister mi?"
AKP'nin İsrail ile ticareti durdurma hamlesi özellikle Türk ihracatçılarını olumsuz etkileyecek gibi görünüyor. Türkiye İhracatçıları Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe, İsrail ile ihracatın durdurulması nedeniyle 5-6 milyar dolarlık bir kaybın söz konusu olacağını, ihracat yasağının uzun sürmesi halinde de devletin ihracatının büyük bir bölümünü İsrail'e yapan firmalara sahip çıkmak, kayıplarını da karşılamak durumunda kalacağını söyledi.
Peki Erdoğan, zaten zor bir süreçten geçen Türkiye ekonomisini etkileyebilecek adımı neden atıyor? Bazı yorumcular Erdoğan'ın sertleşen İsrail hamlelerinin gerisinde yerel seçim mağlubiyeti ve iç politika baskısının rol oynadığı görüşünde.
Gallia Lindenstrauss ise bu denli ciddi bir politika değişikliğinin salt iç siyaset hesaplarıyla açıklanamayacağı görüşünde. İsrailli uzman ayrıca Ankara'nın hamlelerini değerlendirirken sadece Erdoğan'a odaklanılmaması ve daha geniş bir perspektiften bakılması gerektiğine işaret ederek, "Karar alma süreçlerinde yer alan başka kişiler, daha büyük risk alan bir Türkiye stratejisinin, hem sahada hem de Türkiye'nin uluslararası konumunun güçlendirilmesi bakamından olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyor" diyor.
Lindenstrauss, bu politikayı "macerapest dış politika" olarak tanımlarken, söz konusu stratejinin tıpkı Ankara'nın Arap Baharı döneminde İhvan'a, Müslüman Kardeşler'e verdiği destek politikalarında olduğu gibi yine başarısızlıkla sonuçlanacağını öne sürdü.
İsrailli uzman, "Tıpkı Arap Baharı'nın ilk yıllarında Türkiye'nin daha ideolojik bir dış politikaya yöneldiği dönemde gördüğümüz gibi bu da ciddi bir şekilde geri tepecek" diye konuştu.
https://www.dwturkce1.com/tr/ankaran%C4%B1n-i%CC%87srail-hamleleri-ve-olas%C4%B1-riskler/a-68994414
İsrail Akdeniz kıyısında laik bir azınlığa sahip, dindar bir Yahudi Cumhuriyeti’dir. Rejimi şuanda teokratik ve otoriterdir. Ulusal slogan “seçilmiş insanlar…”
Yürütme organının başkanı eyalet başkanı: Haham Ovadia Yosef. (72 yaşında “Shas” Partisinin kurucusunun torunu)
Yasama Meclisi: “Sanhedrin…”
Nüfus 15 milyon.
Demografi: Yüzde 25 ultra-Ortodoks Yahudiler; yüzde 40 dindar Yahudiler; yüzde 15 laik Yahudiler;yüzde 20 Müslüman ve dürzi.
İsrail fakir bir ülkeydi ancak 2000’li yılların ilk çeyreğinde kişi başına düşen milli gelir ile ilk 20’de yer alan zengin bir ülkeye dönüşmüştü.
7 Ekim’de Hamas terör örgütüne mensup binlerce aktivist İsrail’de 1200’den kişiyi katletti, yüzlercesini yaraladı ve 253 İsrailliyi ve yabancı uyrukluyu Gazze’ye kaçırdı.
Bu olay İsrail’le Gazze arasında uzun bir savaşa yol açtı. Savaş diğer cephelere, Lübnan ve Batı Şeria’ya yayıldı. Birkaç yıl sürdü. Savaş İsrail ekonomisine sürekli zarar verdi. ABD, Avrupa Birliği ve ılımlı Arap Devletlerinin önerdiği diplomatik
çözümü Netanyahu hükümeti reddetti.
Yabancı yatırım 2033’te -neredeyse- sıfıra düştü. Fert başına düşen milli gelir Arjantin ve Malezya gibi ülkelerle birlikte 65. sıraya geriledi. İsrail’in demokrasi olmaktan çıkması, siyasi ve askeri tutumuyla ABD, İsrail’e uzun süredir verdiği desteği sonlandırdı.
İsrail bunun yerine destek için Çin ve Rusya’ya yöneldi.
İsrail bütün bunlara rağmen nasıl ayakta kalabildi?
Çünkü…
“İsrail’in nükleer silah kullanma tehdidi caydırıcı oldu ve caydırıcı olmakta devam ediyor.” Sivil liderlik dini görevlilerden oluşurken, askeri liderlik “dindar-milliyetçidir.”
Dünya Yahudileri İsrail’den uzaklaştı. Yahudiliğin radikal bir dalını benimseyen ve teokratik, otoriter değerleri savunan başarısız, anti demokratik ve liberal olmayan bir devlet olarak görünüyor. Giderek İran’a daha çok benzemeye başladı.
Elbette bu çok karamsar ve şok yaparak İsrail ulusunu silkeleyerek tavır koyma amaçlı bir yazı. Böyle bir ihtimalin gerçekleşme şansı ya da şanssızlığı bana göre sıfır… İsrail’in sağduyulu, demokrat çoğunluğunun bu çok duyarlı sürecin aşılmasına ağırlık koyacağı inancındayım.
Bakın AB ülkeleri “Mayıs sonuna kadar Filistin Devletini tanımak” kararını aldılar. Bu da özgürlükçü demokrasilerin İsrail’deki aşırı sağcı ve kibirli yönetimini köşeye sıkıştıracak.
Ancak…Bütün bu felaketler zincirini başlatan Hamas’a da gözlerin kapanmaması gerekir.
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/israile-uyari-ve-fal-7119692
İsrail karşıtı bir ilericinin söyleyebileceği en rahatsız edici şeylerden biri, şu ya da bu Yahudi'nin, İsrailli olsun ya da olmasın, İsrail hakkında şu ya da bu tatsız şeyi söylediği ve bu nedenle bunun antisemitik ya da sıra dışı olmaması gerektiğidir. Yahudilerin ya da İsraillilerin antisemit olamayacağı fikri tek kelimeyle aptalcadır. Elbette olabilirler. Tıpkı çağlar boyunca Hıristiyanların İncil'i vaaz ederken öldürmeleri, aldatmaları ya da eşcinsel tutkulara kapılmaları gibi, Yahudiler de insandır ve insanlar kendi türlerine karşı bile kötü ve tehlikeli olabilirler’ diyor. Yazısında daha sonra ‘Yeni Nesil İsrailli Tarihçiler’e eleştiri oklarını çeviriyor; ‘ Doğu Kudüs ve Ramallah'ta epeyce zaman geçirmiş bir tarihçi olan erkek arkadaşlarından biri, İsrail'in kuruluşunu ve varlığını her şeyden önce Filistinlilere yönelik insanlık dışı ve gayrimeşru bir saldırı olarak göstermeye kafayı takmış bir topluluk olan, dengesiz İsrailli 'Yeni Tarihçiler'in ürkütücü çalışmalarına dikkat çekerdi. Bu alçak grubun lideri, ‘The World's Largest Prison: A History of the Occupied Territories’ , ‘The Ethnic Cleansing of Palestine ve ‘Boycott Will Work: An Israeli Perspective’ gibi Yahudi devletinin varlığı ve davranışlarına ilişkin yanlış yorumlara dayanan kitaplar yazmış olan ve şu anda Exeter'de profesör olan kötü şöhretli Ilan Pappé'dir’
ABD’deki protesto İsrail’i endişelendirmeli. Protestoların bir kısmı İsrail’e karşı nefrete ve onu yok etme çağrısına dönüştü. Her zaman olduğu gibi meselenin kökenine inmeliyiz. Amerika’daki öğrenciler Gazze’deki korkunç savaşın dehşetini, kayıtsız İsrailli meslektaşlarından çok daha fazla gördüler. Eğer savaş, işgal ve apartheid olmasaydı, bu protesto patlak vermezdi.
https://harici.com.tr/abddeki-yahudileri-ideolojik-mezarliklara-davet-ettiler/
Şimdi iş “teröre destek” suçlamasıyla yaptırım tehditlerine varınca Katar Başbakanı arabuluculuk misyonunu gözden geçirebileceklerini açıkladı. Bir bakıma “İstiyorsanız Hamas’a başka bir ev bulabilirsiniz” demiş oldu. Bunun üzerine yeni sığınağın neresi olacağına dair tartışma alevlendi.
1999’da Ürdün’den çıkartılan Hamas, 2012’ye kadar Suriye’de kalmıştı. Esad’ı yalnızlaştırma stratejisinin bir parçası olarak Şam’dan çıkması sağlanmıştı. Sonra Hamas Türkiye, Katar ve Mısır üçgeninde dönüp durdu. Türkiye yeni adres olarak öne çıksa da Amerikan-İsrail ikilisinin Katar’a yaptıkları baskının aynısını burada yapamazlar. Ayrıca Türkiye, Hamas’ın ekonomik faaliyetleri açısından da rahat edeceği bir yer. Türkiye’nin Hamas’a laf geçirecek aktör olmasını isterler ama ev sahipliğine rıza gösterirler mi şüpheli. Umman da öne çıkıyor, lakin Muskat’ın İsrail’le ilişkisi arabuluculuk için kifayetsiz. Ekonomik olarak Katar gibi ‘ayartıcı’ ve ‘teşvik edici’ olamaz. Bir diğer alternatif Cezayir. Cezayir de İsrail’le konuşabilen bir ülke değil. ABD ile mesafesi de büyük. Ürdün’ün adı da gündemde. İsrail’e kalkan olan Ürdün çok katı gözetim uygulayacağı için burası da Hamas’ın uzak durmak isteyeceği bir yer. Mısır olabilir fakat Hamas, muhaberatın cenderesi altında kalmak istemez. Lübnan’a gitmek ise İsrail’in suikastlarına hedef olmak demektir. İran ise kesinlikle kaçınılan seçenek. İran’ın Filistin’den elini çekmesi temel öncelik iken aksi bir yolu açmak istemezler. İran da direnişe zarar vereceği gerekçesiyle buna yanaşmayabilir.
Türkiye’ye biçilen rol belli: Hamas’ı dönüştürmesi ve silahlara veda etmesi. Bunun için ev sahipliği işe yarayacaksa elbette yeşil ışık yakabilirler. Olacaksa zaten İsrail’e kalkan olanların rızasıyla olacaktır.
https://www.gazeteduvar.com.tr/erdoganin-hamas-muhabbeti-neye-hizmet-ediyor-makale-1688219
AB ülkelerinde on binlerce Filistinli veya Filistin kökenli insan yaşamaktadır. 2014 yılında Avrupa Parlamentosu’nun üyelerinin büyük çoğunluğu, Filistin’i destekleyen bir kararı kabul etmiştir ve İsrail Hükümeti, o zamanlar bu adımı kınamıştır. Ancak 7 Ekim’den bu yana Avrupa’daki hükümet binaları, İsrail’le dayanışma gösterisi olarak mavi-beyaz ışıklarla aydınlatılırken; bazı AB ülkeleri, Filistin yanlısı gösteriler düzenleyenlere baskı yapmaya başlamıştır. Bu durum ifade özgürlüğü ihlallerine yönelik eleştirilere yol açmıştır. Örneğin Almanya ve Fransa gibi ülkelerde, kamu düzenini sağlama ve antisemitizmin yayılmasını engelleme adına Filistin yanlısı gösteriler yasaklanmıştır.
https://www.ankasam.org/internal-division-in-the-european-union-israel-palestine-debate/
7 Ekim sonrası hem Netanyahu’nun hem de dini Siyonistlerin ulusal güvenliği sağlama noktasındaki eksiklikleri, merkez seçmen noktasında bu partilere olan ilgiyi ve sempatiyi azalttı. İsrail sahnesinin girmiş olduğu bu derin kriz, hükümeti Filistinlilere yönelik brutalist bir tepki vermeye itti. Bu noktada Filistinliler, ikiye bölünmüş coğrafi alanda işleyen bir ulusal siyaset inşa etmelerinden dolayı hem Arap dünyasında hem de küresel diplomaside İsraillileri zorlayacak adımlar atma noktasında zayıfladılar. Netanyahu ve sağ blok, bu gerçeklik karşısında kendilerini sınırlayacak herhangi bir aktör olmamasından hareketle daha ileriye gideceklerini düşünüyorlardı. Ancak küresel düzende ortaya çıkan halk hareketliliği son günlerde belirginleşen öğrenci protestoları, küresel Yahudi kamuoyunu derinden etkiliyor. Bir liderlik arayışı içerisinde oldukları gözlemleniyor. Netanyahu’nun ulusal bir liderlik inşa edememesi, sadece İsrail'in krize girmesinin değil aynı zamanda küresel Yahudi kamuoyunun da ciddi anlamda izole edilmesine ve dışlanma tehditlerine açık olmasına yol açıyor. Böylece İsrail sağının kısa vadede toparlanma ve krizi aşma noktasında çok da yapabileceği bir şey yok.
13-14 Nisan İran saldırısı, İsrail açısından Binyamin Netanyahu'nun erozyona uğramış siyasi desteğini bir nebze de olsa rehabilite etmiş olduğu söylenebilir. Ancak son günlerde İsrail'de Netanyahu hükümetinin istifasına yönelik halk hareketliliğinin konsolide olduğu gözlemleniyor. Bu durum, Netanyahu'nun kamu desteğinin sınırlı olduğunu ve dış politikada da çok geniş adımlar atamayacağının bir göstergesi olarak okunabilir. İsrail siyaseti yeniden bir seçim döngüsüne giriyor gibi görünüyor. İsrail siyasetinde Netanyahu karşıtlığı, siyasetin güncel bir politikasını oluşturuyor. Bu sebeple Netanyahu ile ittifak kurmak, sağ partiler dışındaki merkez ve sol partiler için seçmenleri nezdinde meşruiyet kaybı anlamına geliyor. Netanyahu bu açıdan sağ blokla kendini sınırlıyor. Likud içerisinde de Netanyahu sonrasına dönük tartışmalar ve arayışlar kendini gösteriyor; fakat Netanyahu, güçlü ve karizmatik bir lider olarak siyaseten aşılması güç birisi olarak kalmaya devam ediyor.
https://www.youtube.com/watch?v=n9JD6HGb-Og
https://haberglobal.com.tr/yazarlar/israilde-buyuk-skandal-mossad-irani-tahmin-edemedi-339794
İsrail’in güvenlik açısından ne kadar “güçlü” ve ne kadar “hazırlıklı” olduğuna ilişkin zaman içinde çok sayıda komplo teorisi geliştirilmiş veya ön kabul oluşturulmuştu. Bunlardan bazılarının kaynağı, geçmişte yaşanan Arap-İsrail Savaşları’nda İsrail’in gösterdiği “performans” iken bazıları da İsrail’in Filistinli gerilla gruplarıyla mücadelesinden veya sivillere karşı uyguladığı şiddet politikasından kaynaklanıyordu. Bu komplo teorilerinden veya ön kabullerden hangisi doğru olursa olsun, ortada belirgin ve değiştirilmesi oldukça zor bazı gerçeklikler bulunuyor. Bu gerçeklikler aynı zamanda İsrail’in kırılganlığını oluşturuyor.
Kırılganlıkların başında İsrail’in coğrafyası bulunuyor. İsrail savunma derinliği oldukça sınırlı bir coğrafyaya sahip. İkinci olarak İsrail, algıladığı tehditlerle, özellikle konvansiyonel tehditlerle mücadele edebilmek için hazırda bulundurması gereken asker sayısı açısından yeterli nüfusa sahip değil. 9,5 milyon civarında bir nüfusa sahip olan İsrail’in bu nüfusunun yüzde 20’sini Arap asıllı İsrail vatandaşları oluşturuyor.
Üçüncü olarak da İsrail’in aktif işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Golan tepeleri ile 2005’te çekildiği ancak uyguladığı abluka ve saldırılar sebebiyle pasif işgali devam ettirdiği Gazze, İsrail’in güvenliği açısından ayrı bir kırılganlık oluşturuyor. Zira İsrail her ne kadar işgali kalıcılaştırmak için bu topraklara “yerleşimci” adı altında yeni işgalciler yerleştirse de bu topraklarda yaşayan Filistinliler göz ardı edilmemeli. Örneğin Doğu Kudüs’ün halihazırdaki nüfusunun yüzde 60’ından fazlası Filistinliyken yüzde 35’ten fazlası da işgalci yerleşimcilerden oluşuyor. Batı Şeria’da ise üç milyon Filistinli yaşarken İsrail’in yerleştirdiği işgalci yerleşimcilerin sayısı 500 bin. Dolayısıyla İsrail her ne kadar bu toprakları işgal altına alıp Filistinlileri bir anlamda rehin tutuyor olsa da aslında bu durum İsrail için ciddi bir kırılganlık oluşturuyor.
https://kriterdergi.com/dosya-iran-israil-catismasi/israilin-yenilmezligi-efsanesinin-sonu
İsrail Demokrasi Enstitüsünün bir çalışmasına göre 24 yaşın altındaki seçmenlerin yüzde 71’i kendisini “sağ kanat” olarak tanımlıyor; buna mukabil “sol kanat” olarak tanımlayanların oranı ise yüzde 11’den az. Bu oranların, demografik olarak ultra Ortodoks Yahudilerin seküler ailelere oranla daha fazla çocuk sahibi olmasından kaynaklandığı düşünülse bile, İsrailli Yahudi gençliği arasında sol siyaset ve temsil ettiklerinin bir karşılığının olmadığı da artık bir vakıadır. Hangi gruptan olursa olsun yeni kuşağın ajandasında Filistin meselesinin çözümü, işgal gibi konular, 1990’lardaki Barış Kampının gündeminde olduğu şekliyle yer almıyor. Bu haliyle kibbutznik dünya görüşü halen var olmaya devam etmekle beraber; hakim ve kurucu ideoloji olmaktan artık çok uzak.
Eğer İsrail’de 2024 ortalarında bir seçim olursa klasik solun tamamen kaybolduğuna büyük ihtimalle şahit olacağız; Meretz partisinden bir geri dönüş mümkünse de bu tamamen Yair Golan etkisiyle olacaktır. Öte yandan Netanyahu’nun siyasi kariyerinin nihayete erecek olması ihtimalinin, İsrail’in siyasi ve toplumsal resmini daha az çetrefilli hale getirmeyeceği muhakkaktır. Bundan sonra daha sağa kaymış, Yahudi üstünlüğüne daha odaklı, Filistin meselesinden daha uzak bir İsrail siyasi sahnesi çok da şaşırtıcı olmayacaktır.
https://kriterdergi.com/dis-politika/israilde-siyasi-kimlik-krizi-bolunmus-sag-merkezlesen-sol
Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki:
“HAMAS terör örgütü değildir, bir Kuvayı Milliye ordusudur… İsrail’in yaptığı ise soykırımdır…”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ise diyor ki:
“Hamas’ın 7 Ekim’de yaptığı bir terör saldırısıdır…İsrail’in yaptığı da zulümdür?”
Şimdi birer jüri üyesi olup siz kararınızı verin…
Sizin duygu ve görüşlerinize hangisi daha yakın?
Medyaya bakarsanız Ekrem İmamoğlu’nun azınlıkta değil, yalnızlıkta kaldığını düşünebilirsiniz…
Çok riskli bir konu…
Çünkü Gazze olayı Türkiye’de aklın değil, duygu ve ideolojilerin, Gazze’yle yakından uzaktan ilgisi olmayan başka bazı kaygı ve düşüncelerin hâkim olduğu bir konu…
Peki Türk halkı bu konuda ne düşünüyor acaba?
Erdoğan gibi mi…
Yoksa İmamoğlu gibi mi…
Bunun cevabına yardımcı olabilecek bir soru da şu olabilir:
Amerika’da üniversitelerin kampüsleri Gazze’ye destek gösterileri ile neredeyse bir Gezi olayına dönüşürken, Türkiye’deki üniversitelerde neden tek öğrenci üniversite bahçesine çıkmıyor?
Dedim ya çok riskli bir konu.
En iyisi bunu halka sormak…
Metropol Araştırma şirketi 7 Ekim saldırısından sonra bu konuda bir araştırma yaptı.
Soru şuydu:
“Hamas-İsrail savaşı konusunda hükümetten ne bekliyorsunuz?”
Soru çok net ve çok açıktı.
Verilen cevaplar şöyle oldu:
Şimdi bu basit soruya verilen cevabı bakıp soruyu tekrar soralım.
Sizce Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu dört gruptan hangisine daha yakın bir politika izliyor?
“Hamas’la arana mesafe koy” diyen yüzde 52.6’a mı?
Veya “Arabuluculuk yap” diyen yüzde 26.4’e mi?
Arabuluculuk yapmak için iki tarafın gözünde de “Kabul edilebilir” olmak gerektiğine göre, “Makul yolu izleyin” diyenler yüzde 80’e ulaşıyor.
Yoksa “Hamas’ın arkasında dur” diyen yüzde 11’in mi…
Ve son bir nokta…
AKP kanadında bazı kişiler, 31 Mart’ta AKP oylarının düşmesinde, “İsrail’le ticaretin devam etmesinin etkisi olduğunu” söylüyorlar.
Hatta ticaretin kesilmemesi nedeniyle “AKP’den en az 3 puanın Yeniden Refah’a gittiğini” söyleyen bile var.
Durum hiç de öyle değil.
ASAL Araştırma şirketi dün 21 Mart sonrası AKP’den giden oylarla ilgili bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı.
İsrail’le ilişkilerin devam etmesi dolayısıyla AKP’ye oy vermediğini söyleyenler ne kadar biliyor musunuz?
Yüzde 0.7…
Bir küçük ayrıntı daha…
“Göçmenler yüzünden AKP’ye oy vermedim” diyenlerin oranı yüzde 4…
Yani ‘İsrail’le ticaret devam ediyor diye vermedim” diyenlerin 6 katı.
Bu tablo bize şunu söylüyor:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hamas ve Gazze konusunda halkın yolunu değil, yüzde 11’inin dediğini yapıyor.
O zaman iktidarın her gece yarısına kadar ortalığı darmadağın eden konuşan kafaları ve yazan kafaları neden geçen cumartesi İmamoğlu’nun CNN International’a verdiği mülakattaki sözlerine etmedik küfür bırakmıyor?
Cevabı çok basit.
Çünkü halkın ne düşündüğü umurlarında bile değil.
AGİT Dönem Başkanı Norveç Dışişleri Bakanı son bir danışma için İstanbul’a geldi ve zamanın Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile görüştü. Görüşmede ilginç bir şey söyledi. Zirveden sonra 11 Aralık’ta yapılacak Avrupa Birliği zirvesinde Türkiye’yi muhtemelen resmen aday ilan edecekler deyince kimden bu bilgi diye sordum. Shimon Peres (!) ve Hollanda Dışişleri Bakanı dedi.(Norveç AB üyesi değildir.) Ben o sırada AB Dönem Başkanı olan Finlandiya’nın gücü yetmez diye düşündüm. O zamanlar İsrail bizim AB’ye girmemiz için ciddi faaliyet gösteriyordu.
…
İsrail, Washington’da Ermeni lobisinin faaliyetlerine karşı tutum takınmıştı. Ben Washington’daki görevim sırasında İsrail lobisi ile dirsek temasındaydım. Ankara’da iken ise Avrupa’daki İsrail lobisi ile Türkiye’nin AB’ye girmesi konusunda çok sıkı çalıştık. (Hatta Beşar Esad bile M.Ali Birand’a verdiği mülakatta Türkiye’nin AB’ye girmesinden memnuniyet duyacağını, Suriye’nin böylece AB ile komşu olacağını söylemişti.) Suriye ile bugünkü ilişkiler malum!
İsrail’e gelince: İsrail eski İsrail değil. Türkiye de öyle.. İsrail’in Gazze’de yaptıkları affedilemez. Ondan önce de Mavi Marmara krizini yaşamıştık İsrail ile… Bugün ilişkilerin geldiği nokta çok zor tamir edilir durumda.
https://www.youtube.com/watch?v=nZ3r0muvvi0
https://www.youtube.com/watch?v=0FdNnuyF21E&t=963s
Bu fotoğrafta Audrey Hepburn, Anne Frank'ın babası Otto Frank ile birlikte. Audrey Hepburn, 4 Mayıs 1929'da doğdu. Aktris, Roma Tatili ve Tiffany'de Kahvaltı gibi filmlerle tanınıyor ancak Anne Frank rolünü oynamayı reddettiğini biliyor muydunuz? İşte nedeni.
Hepburn hakkında çoğu kişinin bilmediği şey, gençliğinde İkinci Dünya Savaşı'nda Hollanda direnişine yardım ettiğidir. Hem Hepburn hem de Anne Frank 1929'da doğdular. İkisi hiç tanışmadı ama Hepburn kendini genç günlük yazarına yakın hissediyordu ve birbirlerinden 60 mil uzakta yaşıyorlardı. Hepburn Yahudi olmasa da savaşın birkaç yılını bomba sığınağı olarak kullanmak üzere bir mahzende geçirdi ve hatta neredeyse açlıkla karşı karşıya kaldı. Bu süre zarfında, Yahudileri saklayan yerel aileleri desteklemek için para toplayan yasadışı dans gösterileri düzenlemeyi başardı.
Savaştan sonra Otto, Hepburn'e ulaşarak ünlü günlüğün film uyarlamasında kızı rolünü oynayıp oynamayacağını sordu. Ama o reddetti. Hepburn, savaş sırasında böylesine travmatik bir deneyim yaşadığı için bu rolü oynayamayacağını hissetti, bu çok zor olurdu. Frank'e şunları söyledi: "Sanki bu biraz da kız kardeşimin başına gelmiş gibi.. bir bakıma o benim ruh kardeşimdi."
Fotoğraf: “Luca Dotti”
https://twitter.com/HumansOfJudaism/status/1786936349020377591
Bugün @nytimes ve @WSJ 'in ana sayfalarının üniversite kampüslerindeki gösteri ve karşı protesto haberlerine ilişkin bir analizini yaptım. NYTimes, Yahudi yanlısı öğrencileri şiddet uygulamakla suçlarken, WSJ, Hamas yanlısı grupların kapsamlı hazırlıklarını araştırıyor ve onların birkaç ay süren sistematik eğitim, finansman ve beyin yıkama çabalarına odaklanıyor.
NYTimes, derslere katılmaları engellenen ve üniversite yönetimleri tarafından desteklenmediklerini hisseden Yahudi öğrencilere yönelik yaygın gözdağı ve şiddeti sürekli olarak görmezden geliyor. Yahudilerin meşru müdafaasını kabul edilemez olarak tasvir ediyor, ancak bu öğrencilere saldırıldığında kayıtsız görünüyor.
Buna karşılık, günümüzün WSJ'si daha da derine iniyor, kampüslerdeki propaganda kampanyalarının nasıl organize edildiğini, finanse edildiğini ve yürütüldüğünü titizlikle inceliyor, öğrencileri hazırlamak ve korkutmak için kullanılan mesajları ve taktikleri detaylandırıyor.
Özetle: WSJ ayrıntılı ve kapsamlı bir gazetecilik sağlarken, NYTimes Hamas yanlısı göstericileri destekleyen anlatılarla aktif olarak ilgileniyor.
https://twitter.com/SachaRoytman/status/1786662729299722536
100 günden biraz daha uzun bir süre önce Hersh'ün annesi Rachel Goldberg'le tanıştım ve onun inanılmaz acı ve ıstırabını ve diğer rehinelerin ailelerinin ve sevdiklerinin acılarını doğrudan duydum. Halen acımasız bir esaret altında olmasına rağmen, Hersh ve diğer iki rehinenin canlı olarak çekilmiş son videosunu görünce çok rahatladım. Bunu izleyince aileleri için yüreğim acıdı. Nasıl hissettiklerini hayal bile edemiyorum.
Rehinelerin aileleri şimdiye kadar tanıştığım en hayranlık uyandıran güçlerden biri. İktidardakilerin bu masum insanları serbest bırakma çalışmalarını hızlandırmalarını talep ederken biz de onlara katılmalıyız. Her ne kadar zor olsa da herkesin bu videoyu izlemesini tavsiye ederim. Ve tekrar söylüyorum: Yapmalıyız #BringThemHomeNow !
7 Ekim'deki terör saldırısını ve ardından gelen insani krizi takip eden acı ve ıstırap yıkıcıdır. Her gün barış için dua ediyoruz.
https://twitter.com/AlbertBourla/status/1784979445121536323
Fatih Altaylı: (İsrail’de polisin Türk’ü öldürmesi)
“Abi sen polise saldırırsan başına bir şey gelebilir. İsrail polisi vicdanlı yaklaşımıyla ünlenmiş bir kurum değil.
‘Ben camiye girmek istiyorum’ derken polis çat diye vurmamış. Polise saldırıp bıçaklıyor.”
https://twitter.com/ajans_muhbir/status/1785619056038477866
https://www.muhalif.com.tr/haber/hamas-saldirisindan-8-sene-once-229014
Naziler tarafından katledilen Türk Musevilerini anmak üzere bugün sabah Mauthausen Toplama Kampını ziyaret ederek anıta çelengimizi bıraktık.
Anma törenleri kapsamında dost ülkelerin Büyükelçileriyle temas ederek resmî anma törenine maalesef “insanlık düşmanı terör örgütlerini destekleyen grupların da burada olmasına izin verildiği için” katılmadığımızı anlattık.
Bu haklı tavrımızı destekleyerek anma törenine katılmayan Azerbaycan ve Kazakistan Büyükelçilerine de yürekten teşekkür ediyorum.
@MauthausenMem @tyahuditoplumu @Sadigbayli @AzEmbAustria @Vienna_kz @TC_Disisleri
https://twitter.com/OzanCeyhun/status/1787041237184180260
Yapılanların anti-semitizm olduğu görüşünü de incelenmek gerekiyor. Görünüşe göre, hükümetler anti-semitizm ile suçlanmak korkusuyla, Netanyahu hükümetine karşı yeterince eleştirel davranamıyorlar. İsrail hükümetinin icraatını eleştirmenin anti-semitizm olup olmadığını değerlendirmek için, tarihi deneyimi de hesaba katarak, kavramın ne anlama geldiğine bakalım. Önce hemen itiraf etmemiz gerekiyor ki, tarihi olarak birçok toplumda Musevilerden kuşkulanılmış ve kötü muameleye muhatap olmuşlardır. Bunun altında çoğunluk dininden başka bir dine bağlı olmaları, azınlık olmalarından kaynaklanan güçlü grup dayanışması ve buraya nedenlerini incelemeyecek olsak da, eriştikleri yüksek maddi refah düzeyi gibi faktörler yatıyor. Maalesef, Musevilere çoğu zaman reva görülen muameler utanç vericidir ve günümüzde benimsediğimiz demokratik ve eşitlikçi ahlak kurallarından çok uzaktır.
Buna karşılık, kamu siyasetine dayanak teşkil eden bir doktrin olarak anti-semitizm Nazilik ve Hitler Almanyasıyla bağlantılıdır. Hitlerci düşünce Musevileri yaptıklarından değil, sırf Musevi oldukları için dünyadan temizlemek istemiştir. Almanya’da ve Hitlerin işgal ettiği ülkelerde altı milyondan fazla Musevi sadece Musevi oldukları için katledilmişlerdir. Almanlar işgal ettikleri toplumlarda o ülkedeki Musevilere “temizlemek” için kendilerine yardımcı olacak grupları bulmakta herhangi bir zorluk çekmemişlerdir. Musevilere karşı işlenen suç korkunçtur ve affedilecek bir tarafı da yoktur. Museviler belki de dünyada başka herhangi bir grubun yaşamadığı bir gaddarlığa muhatap olmuşlardır. Almanya savaşta yenilince, herkes işlenen cinayetlerden haberdar olmuş, ve bir daha aynı olayın yaşanmayacağından emin olmak istemişlerdir. Anti-semitik olmak veya öyle suçlanmaktan korkmanın altında yatan tarihi zemin budur.
Netanyahu, İsrail hükümetinin icraatına yönelik her türlü eleştirinin anti-semitik diye nitelendirilmesine gayret etmiştir. Kendisi de Musevi olan Amerikalı Senatör Bernie Sanders, yaygın dolaşıma giren bir yayında, Netanyahu hükümetinin Gazze’de yaptıklarını ve izlediği siyasetleri eleştirmenin anti-semitik olmadığını açık bir dille ifade etmiştir. Netanyahu, hükümetinin yaptıklarını eleştirmenin anti-semitik olduğunu ileri sürmekle, kavramın içini boşaltmak gibi çok tehlikeli bir gelişmenin de kapısını açmıştır. Doğal olarak, Netanyahu’nun politikalarını eleştirenler haklı olduklarını düşünecekler, anti-semitizm yaptıkları ithamını ciddiye almayacaklardır. Ancak, bu gelişmelerin sonucunda, anti-semitizmin gerçek tezahürleri de yavaş yavaş normal karşılalanabilecektir. Bay Netanyahu’nun bu yöne gitmek istediğini sanmam ama eylemlerinin sonucunun oraya varması muhtemeldir.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/anti-semitizm-ithami-anlamsizlasabilir/741216
https://fikirturu.com/jeo-politika/avrupa-milliyetciliginin-filistine/
Ak Parti hükümetleri döneminde dış politikada geç kalınan ve tepki çeken çoğu adımda olduğu gibi, İsrail meselesinde de “ifrada kaçma” ihtimali var Uluslararası Mahkeme’de taraf olma kararının. Şöyle ki;
- Türkiye, uluslararası ceza mahkemesinin zorunlu yargı yetkisini tanımıyor. Ancak buna rağmen Gazze meselesinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin davasına taraf olunması, Türkiye’yi ilerde aynı mahkemede benzer iddialarla açılabilecek davalara karşı savunmasız bırakabilir. Bu açıdan, günümüze ilişkin Suriye meselesinde, ya da aslında kararın tarihçilere bırakılması gereken 1915 Ermeni olayları meselesinde, Türkiye haksız iddialara karşı uluslararası alanda hukuk mücadelesi verme ihtimaliyle karşı karşıya kalabilir.
- İkinci sıkıntı ise Türkiye’nin yer aldığı bölgedeki ülkelerle ilişkileri açısından yaşanabilir; Arap ülkeleri Filistin sorununu “ümmet meselesi” olarak değir, bir Arap davası olarak görme eğiliminde. Tüm “Arap davalarında” olduğu gibi kendileri bir türlü adım atmayan Arap ülkeleri, bu meselelere dışarıdan “müdahalelerden” de pek hoşlanmadıklarını yakın tarihte pek çok kez gösterdiler. Türkiye gibi Arap olmayan bir ülkenin bu davaya, üstelik Hakan Fidan’ın açıklamasında söylediği gibi “müdahil olan ilk Müslüman ülke olarak” dahil olması, Arap başkentlerinde kaşların kalkmasına neden olabilir.
Ayrıca bu kararın, İsrail Başbakanı Netanyahu koltuğu bıraktıktan sonraki uzun yıllar boyunca İsrail-Türkiye ilişkilerini gölgeleme ihtimali olduğu da unutulmamalı.
- Ve elbette üçüncü sıkıntı, resmen taraf olduğu AİHM gibi bir uluslararası mahkemenin aldığı kararları bile yerine getirmeyen Türkiye’nin, taraf olmadığı Uluslararası Adalet Divanı’nda bir davaya müdahil olmasının yaratacağı eleştiri ortamında yatıyor; Türkiye’ye gelecek olası eleştirilerin, bizzat Filistin davasını gölgeleme ihtimali bile var.
Güney Afrika’nın Ortadoğu’ya çok uzak, Türkiye’nin ise bölgeyle doğrudan ilişkiler içinde olan bir ülke olduğu unutulmamalı; İç politika amacıyla atılacak böylesine kritik adımlar, ülkenin on yıllar sonraki konumunu, dış politikasını bile olumsuz etkileyebilir.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/yuksek-mahkeme-meselesi/741189
7 Ekim 2023 katliamının cevapsız kalmasını herhalde Hamas beklemiyordu. Ne yazık ki Gazze halkının canlı kalkan olarak kullanılması göz önüne alınmıştı. Hamas’ın hesabının savaş ilerledikçe İsrail tepkisinin dünyayı ayağa kaldıracağı yönünde olduğunu tahmin etmek mümkündür sanırım. Gazze’de saklanan ve aylardır İsrail kuvvetlerinin başarısız bir şekilde yakalamaya veya öldürmeye çalıştığı Hamas’ın askeri lideri Yahya Sinvar verdiği demeçlerde onbinlerce sivil kaybın hedefine ulaşmak için ödenmeye değer bir bedel olduğunu söylemekten çekinmemektedir. Bugün bile Hamas liderliği ateşkes için acele etmemekte ve sivil kayıpların artmasını göze almaya devam etmektedir. Hedef dünya kamuoyunu İsrail’e karşı çevirmek ise buna kısmen de olsa başardığını söylemek mümkündür. Zaman geçtikçe Batı ülkelerinde de İsrail’e karşı tepki artıyor ve kamuoyu baskısı hükümetlerin üzerinde kendisini daha fazla hissettirir oluyor. ABD üniversitelerinde görülen gösteriler bu tepkilerin en çarpıcı örnekleri arasında. Gerçi üniversitelerin yakında tatile girmesiyle olayların yatışması muhtemeldir. Diğer taraftan İsrail’e haklı tepkilerini gösterenlerin bir kısmının Musevi düşmanı ifadeler sarf etmeleri onların da aleyhine kullanılıyor. Ayrıca ABD ve Avrupa ülkelerinin İsrail’e desteklerinin kaybolacağını düşünmek yanlış olur. Özellikle İsrail için en büyük dış destek kaynağı ve belki de görüşleri dikkate almaya değer tek ülke olan ABD daha geçenlerde 26 milyar dolar tutarındaki bir askeri yardım paketini Kongresinden geçirmiştir. İsrail’in bölgedeki tek demokrasi olması, buna karşılık hiçbir Arap ve Müslüman ülkenin demokrasiyle yönetilmemesi Batı dünyasının İsrail’e duyduğu sempatinin bir diğer kaynağıdır.
…
Tabii buna karşılık Hamas’ı göklere çıkarmak, onu Kuvayı Milliye’ye benzetmek, milli kurtuluş hareketi olarak tanımlamak yanlış olmuştur. Özellikle bizimki gibi ayrılıkçı terör örgütlerinden epey zarar görmüş ve görmeye devam etmekte olan bir ülkede hem siyasilerin hem yorumcuların daha ihtiyatlı bir dil kullanmasını arzu ederdim doğrusu. Ne yazık ki burada da hüsrana uğradım. Kesin olan bir şey varsa Hamas’a gösterilen ölçüsüz sempati ülkemizin Orta Doğu denkleminde rol oynamasını engellediğidir. Arabuluculuğun vazgeçilmez şartı iki taraf arasında eşit mesafeyi muhafaza etmektir. Ülkemiz bunu pek beceremediği için bölgemizdeki ihtilaflarda böyle bir rol oynamakta epey zorlanmaktadır. Diğer taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kameralar önünde Hamas liderlerini kabul etmesi de epey dikkat çekmiştir. Hamas liderlerinden bahsedilirken Haniye ve beraberindekilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kucaklaşmasını gösteren video BBC haberlerinde sık sık yayınlanmaktadır. Bu klibin defalarca yayınlanmasının ülkemizin imajına faydası olduğunu sanmıyorum. Herhalükarda takip edilen bu çizgi yukarıda belirttiğim nedenlerle iktidarımızın bu sorunun çözümünde rol almasını engellemektedir. Üstelik ülkemizde bu konuda yapılan kamuoyu araştırmaları halkın büyük çoğunluğunun bu siyaseti tasvip etmediğini, daha mesafeli bir çizgi takip edilmesini istediğini göstermektedir.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/hamas-teror-orgutu-mu-165929/