•2008´de 1,9 milyar dolar olan Türkiye´nin İsrail´e ihracatı, 2022´de 6,7 milyar dolara yükselirken 2023´te %23,3 düşerek 5,2 milyar dolara geriledi. 2024´ün ilk üç ayında ise 1,1 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhracatta İsrail´in payı 2022´de %2,9 iken 2023´te %2,2´ye düştü. •İller bazında, Siirt´in ihracatının yüzde 37,1´i İsrail´e yapılırken bunu Burdur yüzde 17,2, Bilecik yüzde 8,0 ve Çanakkale yüzde 7,3 oranlarıyla takip etti. İsrail´e ihracatın il milli geliri içindeki payı Burdur´da yüzde 2,5, Denizli´de yüzde 2,3 ve Sakarya´da yüzde 1,9 olarak gerçekleşti. •Sektörel olarak, 2023´te cam ve cam eşya ihracatının yüzde 8,3´ü, demir ve çelik sektörünün yüzde 8,1´i İsrail´e yapılırken ana metal sanayii, mineral ürünler, motorlu taşıtlar, elektrikli teçhizat ve plastik ürünler İsrail´e ihracatta önemli sektörler olarak sıralandı. MERVE DÜNDAR (TEPAV) – www.tepav.org.tr
Mısır Parlamentosu’nun İnsan Hakları Komitesi’ne başkanlık eden Milletvekili Tarek Radwan, Mısır’ın davaya dahil olması için gereken yeterli kanıta sahip olduğunu savunuyor.
Peki Mısır’ın bu adımının arkasında ne var?
Gayil Talshir bu soruya şöyle yanıt veriyor:
“Mısır ve İsrail’in ortak bir amacı var: O da Hamas’ı durdurmak.
“İki taraf da savaş bittikten sonra Gazze’nin yönetiminin yeniden Hamas ya da başka bir cihatçı hareketin eline geçmesinden korkuyor ve iki taraf da bunu istemiyor.”
https://www.bbc.com/turkce/articles/cqlnl8vxpnvo
- ABD, İsrail’i Orta Doğu’daki kalesi olarak görmektedir. İsrail ne yaparsa yapsın, kendi çıkarlarının gereği politikasını dayatıp, her türlü tepkiye kulaklarını tıkayarak, herkesi akılsız yerine koyup kendine göre bahaneler üreterek, bazen de üretemeyip dümdüz inkâr ederek veya gerçek dışı şeyler söyleyerek, onu desteklemeye ve kayırmaya devam etmektedir. ABD’den menfaat bekleyen ülkeler de bu yalanın içinde sürüklenmektedir.
- ABD, yaklaşan seçimler nedeniyle iç politikası gereği Yahudi varlığını hoşnut tutmaya yönelik davranış biçimi sergilemekte, özgürlük meraklısı olarak görünmek istemekle birlikte, içerideki tepkileri şiddet uygulayarak baskılamaktan dahi kaçınmamaktadır.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/israil-hamas-catismasinda-sahte-davranislar-798200h.htm
7 Mart'a gelindiğinde Biden, Netanyahu ile bir başka zorlu görüşmeyi düşünüyordu. Birliğin Durumu konuşmasının ardından Temsilciler Meclisi kürsüsünde milletvekilleriyle konuşan Başkan, mikrofonlara başbakanla "İsa'ya gel toplantısı" yapacağını söylerken yakalandı. İki gün sonra MSNBC'de yaptığı konuşmada "kaybedilen masum hayatlardan" yakındı ve ne olduğunu söylemeden bir kırmızı çizgisi olduğunu öne sürdü. Başkan 15 Mart'ta Demokratların lideri New York Senatörü Chuck Schumer'in Netanyahu'nun istifa etmesini öneren konuşmasını övdü. 25 Mart'ta Biden, BM Güvenlik Konseyi'nin acil ateşkes çağrısı yapan kararını veto etmeden geçmesine izin vererek Netanyahu'yu kızdırdı.
İsrail güçlerinin 1 Nisan'da World Central Kitchen için çalışan yedi yardım görevlisini yanlışlıkla öldürmesi bir dönüm noktası oldu. Biden'ın öfkeli olduğu söylendi ve ünlü şef ve yardım kuruluşunun kurucusu José Andrés ile acı dolu bir telefon görüşmesi yaptı. Yardımcıları bu trajediyi Başkan için bir "oyun değiştirici" olarak nitelendirdi. McGurk, Netanyahu ile yapacağı bir başka görüşme öncesinde İsrailli yetkililere Başkan'ın kızgın olduğunu söyledi ve buna karşılık olarak yapmayı kabul etmeleri gereken bir dizi değişikliğin üzerinden geçti. Biden 4 Nisan'da telefona bağlandığında, Netanyahu'nun rotasını değiştirmemesi halinde desteğini yeniden gözden geçireceği konusunda bir kez daha uyardı.
Gazze meselesinde Türkiye'yi çok sıkıntıya sokabilecek gelişmeler yaşanıyor.
Hamas siyasi liderlerinden İsmail Haniye'nin Türkiye'ye ziyareti, en üst düzeyde ağırlanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çok uzun süredir beklenen Washington ziyaretinin ertelenmesine neden olmuştu.
9 Mayıs'ta gerçekleşmesi beklenen Erdoğan-Biden Beyaz Saray görüşmesi için, hem Ankara, hem de Washington'dan "iki liderin programı uymadı" açıklaması gelmişti. Oysa 9 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklanan resmi programının boş olması, aslında yapılan açıklamaların "diplomatik gerekçe bulma" olduğunu ortaya çıkardı.
Erdoğan Beyaz Saray'da, Türkiye'nin Gazze meselesine bakışını bizzat ABD Başkanı'na kapalı kapılar ardında anlatabilseydi, Washington'un İsrail yanlısı duruşunda -kökünden olmasa bile- küçücük de olsa bir değişim yaşanabilir miydi? Filistinlilere küçücük bir soluk borusu yaratıla bilinir miydi? Bunlar, görüşme gerçekleşemediği için yanıtı olmayan sorular haline geldi.
Şimdilerde ise, Hamas'ı resmen "terör örgütü" olarak gören Batı cephesinde, Türkiye'yi "terörle ilişkili" gösterme eğilimini ortaya koyan işaretler ortaya çıkmaya başladı.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/tehlikeli-gelismeler/743219
Yakın zamana dek uluslararası algı, Hamas’ın hamisinin İran olduğu yolundaydı. İran hâlâ Hamas’ın en önemli silah ve para kaynağı sayılıyor. Ancak Fidan’ın “Öncülük gerekiyor” sözlerinden Türkiye’nin Hamas’ın hamiliğini, Katar ile birlikte İran’dan almak niyetinde olduğu da okunabilir. Türkiye’nin 9,5 milyar dolar ticaret kaybını göze alarak İsrail’le ticareti tamamen durdurması bu bakımdan örnek oluşturan bir öncülük sayılabilir. İran, İsrail’le “danışıklı dövüş” görüntüsündeki hava saldırısı ardından o kadar öne çıkmıyor zaten.
ABD ile Hamas üzerinde ama aslında İsrail-Filistin konusunda giderek derinleşen ayrım Hamas’ın hamiliği konusunda zemini aslında Batıyla köprüye çekiyor. ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük askeri üssünün Katar’da olduğunu da Hamas’ın İsmail Haniye dahil üst düzey kadrolarının da halen Katar’da yaşadığını da unutmadan bakmak lazım resme.
https://yetkinreport.com/2024/05/16/abdyle-israil-hamas-uzerine-ayrim-derinlesiyor/
https://harici.com.tr/israil-yonetiminde-ertesi-gun-kamplasmasi/
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün, bugüne kadar hiç ama hiç duymadığımız bir tez ortaya attı.
“Hamas, Anadolu’nun ileri hattını savunuyor…”
Böyle bir tezi ilk defa duyuyorum.
Peki, biz Türkleri Filistin “ileri hattında” savunan hangi Hamas?
Diyor ki Cumhurbaşkanı, “Ben Hamas’ı Kuvayı Milliye'ye benzetince rahatsız olanlar var... Bugün Hamas’a terör örgütü diyenler 100 yıl önce -affedersiniz- eşkıya demediler mi? Asi demediler mi? İsyancı demediler mi?”
Evet, sayın Cumhurbaşkanım, dediler…
Ama bugün Hamas’a "terör örgütü" diyenler demedi 100 yıl önce...
Kimler dedi, bir hatırlayalım.
Atatürk hakkında ölüm fermanı çıkaran şeyhülislamlar dedi…
İngiliz savaş gemileriyle kaçan sultanlar dedi…
Yani, 100 yıl önce bugün Türkiye seçilmiş Cumhurbaşkanı'nın, İstanbul’da çalışma ofisi olarak kullandığı sarayın adını taşıyanlar.
İşte onlar, Kuvayı Milliye'ciler için dedi.
Önce bu konuda bir anlaşalım.
Erdoğan, Filistin mitinginde
Hamas, Gazze'de Anadolu'nun "ileri hat savaşını" mı veriyor?
Ama beni asıl ilgilendiren ortaya atılan yeni bir tez oldu.
Cumhurbaşkanı, İsrail’in er geç gözünü Anadolu’ya dikeceğini söyleyip şöyle devam ediyor:
“İsrail Gazze’de sadece Filistinlilere saldırmıyor. Bize saldırıyor. Hamas Gazze’de Anadolu’nun ileri hat savunmasını yapıyor. Bunu görmeyecek kadar kör müsünüz…”
İşte vatandaşlar olarak bugüne kadar hiç duymadığımız yeni bir tez.
Hamas, aslında İsrail’in Anadolu’ya saldırmasının önlemek için bir cephe savaşı veriyormuş.
Tarihçiler söylemeli; Türklerle Yahudiler kaç kere savaştı?
Şunu anlamadım ve samimi olarak öğrenmek istiyorum.
Türkiye’nin “Milli siyaset belgelerinde, Milli Güvenlik Kurulu raporlarında gerçekten böyle İsrail’den Anadolu’ya gelecek bir tehdit” değerlendirmesi mi var?
Tarihe bakıyorum.
Bugüne kadar Türklerle Yahudilerin karşı karşıya geldiği bir savaş ben hiç duymadım.
Çanakkale Savaşı’nda, İngilizlerin emrindeki bir “Yahudi katır birliğinden” söz edilir.
Ama cephe gerisinde hizmet etmiş küçük bir birlikmiş tarihçilerin anlattığına göre.
Tarihinde hiç savaşmamış Türkler ve İsrailliler şimdi niye savaşacak ki…
Ayrıca savaşacaksak; Anadolu’yu kendi ülkesini savunamayan zavallı Gazzeliler mi savunacak?
Bir de şu var...
Batı Şeria’da böyle bir ileri hat savunması yapan Filistinli var mı acaba…
Oradan hiç ses gelmiyor da…
Duyguların, ideolojilerin, coşkuların, dindaşlığın konuştuğu bir meydanda rasyonel şeyleri savunmak hiç kolay değildir.
https://t24.com.tr/haber/ertugrul-ozkok-yahudi-katir-birlikleri-anadolu-ya-mi-yuruyor,1165073
Asimetrik savaşa dair teorik bilgilerin ışığında devam eden İsrail-Hamas çatışmasının stratejik sonuçlarına dair bazı öngörülerde bulunabiliriz. İsrail, Hamas’a karşı giriştiği bu savaşta hasmının mevcudiyetini tümüyle ortadan kaldırmayı hedefliyor. Gazze Şeridi’ne yönelik kara operasyonlarının başlamasından kısa süre evvel, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, savaşın askerî amaçlarını Hamas’ı tasfiye etmek ve Gazze’de yeni bir güvenlik sistemi inşa etmek olarak ilan etti. Gelinen noktada, İsrail’in Gazze’de uyguladığı yüksek yoğunluklu şiddet kampanyasına karşın Hamas’ın halen çatışmalara devam ettiği görülmektedir. Bu bakımdan İsrail’in harekâtın birincil amacını henüz gerçekleştiremediği ortadadır.
Hamas’ın ise bu savaş neticesinde elde etmek istediği temel amaçlar bir süredir gündemden düşen Filistin sorununa ilişkin global farkındalığı yükseltmek ve İsrail’in Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirme sürecini sekteye uğratmak olarak sıralanabilir. Hamas’ın söz konusu amaçlarını gerçekleştirebilmesi İsrail’i savaş alanında yenmesi bir zorunluluk değil. Başka bir ifadeyle, Hamas’ın ihtiyacı olan İsrail ordusunun topyekün saldırısından sağ çıkmak. Dolayısıyla Hamas’ın asıl başarısı hâlâ ayakta olmasıdır.
Üstelik İsrail güçlerinin ayrım gözetmeden sivillerin ikamet ettiği bölgeleri bombardımana tabi tutması İsrail’e yönelik desteğin kayda değer bir biçimde azalmasına ve stratejik enformasyon savaşında dengelerin Hamas lehine değişmesine yol açtı. Her ne kadar İsrail Gazze Şeridi’ne yönelik orantısız şiddet kampanyasını sürdürse de başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin İsrail’in tutumunu tenkit etmesi savaşın sürdürülebilirliği noktasında Tel Aviv üzerinde baskı oluşturuyor.
Özetle, İsrail her ne kadar Gazze Şeridi’ni kuşatmayı başarsa da Hamas’ın direnişini bütünüyle etkisiz hale getiremedi. Buna ek olarak savaşın uzadığı her geçen gün İsrail’in imajına ciddi bir şekilde zarar vermekte. Dolayısıyla hedefi Hamas’ı siyasi ve askerî yapısıyla toptan yok etmek olan bir operasyonun şu ana kadar başarılı olduğunu söylemek zor. Diğer yandan, maruz kaldığı ağır kayıplara rağmen Gazze’deki faaliyetlerini sürdüren ve halen toplumsal desteğini muhafaza eden Hamas’ın ayakta kalmayı başarması durumunda uzun vadede bu savaştan güçlenerek çıkması son derece olası.
https://www.fikirtepemedya.com/dis-politika/israilin-pirus-zaferi/
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında "İsrail'in gözünü er ya da geç Anadolu topraklarına dikeceğini" söyledi:
"Sanmayın ki İsrail Gazze'de duracak. Bu azgın devlet, bu terör devleti eğer durdurulmazsa vadedilmiş topraklar hezeyanıyla gözünü er ya da geç Anadolu'ya dikecekler. İsrail, Gazze'de sadece Filistinlilere saldırmıyor. Bize saldırıyor. Hamas, Gazze'de Anadolu'nun ileri hat savunmasını yapıyor."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iktisatçı olduğunu öğrenmiştik ama Yahudi ilahiyatı uzmanlığını bilmiyorduk.
Ancak öyle görünüyor ki iktisatçılığı ne kadar kötüyse, Yahudi ilahiyatı bilgisi de o kadar kötü.
Yahudi inancına göre "vadedilmiş topraklar", İbrahim ve soydaşlarına tanrı Yehova tarafından gösterilen bölgedir. Yani bugünkü İsrail ve Filistin'in bulunduğu bölge ve Anadolu'yu da içine almıyor.
Vikipedi'ye bile baksa bunu öğrenebilirdi.
Cumhurbaşkanı, bu konuda ağzına geleni söylüyor belli ki ancak lafın gittiği yerin gereklerini nasıl yerine getirecek, orası bir muamma.
İsrail sadece Filistinlilere değil, bize de saldırıyorsa ve "durdurulamadığı takdirde" Anadolu tehdit altında ise Türkiye Cumhuriyeti ne yapmalı?
Ne yapması gerektiği açık: İsrail'i durdurmalı!
Bunu nasıl yapacağız: İsrail'e savaş mı ilan edeceğiz? Ordularımızı İsrail'in üzerine mi yollayacağız?
Bu Türkiye'nin askeri ve iktisadi çapının çok ötesinde bir hareket olur.
Bu nedenle de bu sözler İsrail nezdinde bir "tehdit algısı" yaratmaz.
Bu yüzden Gazze'ye de bir faydası olmaz.
https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/akp-mhp-koalisyonu-dagilmaz,44844
Ülke’nin kimliği birden fazla faktörün etkileşimi ile oluşur ve bir spektruma yayılır. Çıkarları da bunların kesişiminden teessüs eder. Sormak gerekir;
❓Hamas Anadolu’nun savunmasını yaparken #Türkiye Cumhuriyetinin hangi değerlerini temsil ediyor ve koruyor?
❓Durum bu kadar ciddiyse Hamas’a silah, mühimmat yollamak hatta olaya doğrudan müdahale etmek gerekmez mi?
❓Bu yapılmıyorsa niye, hangi nesnel nedenlerle, yapılamamaktadır?
❓Bu türden bir müdahale yapılamayacak gibi göründüğüne göre, iktidar tabanının, daha doğru ifadeyle Yeniden Refah Partisine kayan tabanının, baskısıyla karşılaşırsa; veya muhalefet bu noktadan sıkıştırırsa, ne yapacak, çıtayı nereye yükseltecek, fazladan hangi riskleri almaya hazır?
❓Daha önemlisi maddi imkanları hayallerinin ne kadarına izin verebilir?
❓İran’ın savunma doktrini Devrim Muhafızları ve Hizbullah vasıtasıyla Tahran’ın savunmasını Şam’dan başlatmaktır.
❓Türkiye, kamuoyunun bilgisi dışında, benzer bir yeni savunma doktrinine mi geçti?
❓Hamas ile böyle bir anlaşmamız olamayacağına göre, Anadolu’nun savunmasına ilişkin değerlendirme nereden kaynaklanıyor?
❓Eğer durum buysa, Türkiye ülke savunması için devlet dışı silahlı bir örgütün performansına niye ihtiyaç duymaktadır?
❓Tek başımıza kalsak da mazlumların hakkını savunmaya devam edecek oluşumuz,
✅Asla “aynı masada oturamayacak” olduğumuz “darbeci” ve “zalim” Sisi’nin elini sıktığımız;
✅Milletin zararına olduğu için yapmayacağımız EYT’yi, herhalde seçim kazanmak için, kabul ettiğimiz;
✅“Her geçen gün, her geçen hafta, her geçen ay inmeye devam edecek” faizi 6’ya katladığımız;
✅“Üst makamlarının” Cemal Kaşıkçı’nın Türkiye topraklarında ölüm emrini verdiğini “bildiğimiz”, “yalan ve tezatları” ortaya dökülen, “katil” diye nitelenen Suudi Arabistanla ilişkilerimizi onardığımız;
✅“Darbe finansörü” Birleşik Arap Emirlikleri “yönetimiyle… diplomatik ilişkileri askıya” alıp “büyükelçiyi geri” çekebileceğimizi söyledikten sonra barıştığımız;
gibi bir konu mudur?
Bu açıklamalarla,
Uluslararası ortamda Hamas’ı İran aksında çıkarmaya çalışıyor olduğumuz söyleminin sağlayabileceği “stratejik derinliğin” sınırları dışına çıkmaya başlıyor gibiyiz.
‼️Kendimizi koyduğumuz bu pozisyonla, maliyetli ve fırsatçı sıcak paraya milli serveti yedirdiğimiz model dışında bir ekonomik kurtuluş formülünün kalmayacağı bir köşeye sıkışmak, bu halkın üzerinde ittifak ettiği bir bedelse eğer bunları umursamamak bir tercih olabilir…
⁉️Ancak, öyle midir?
❓Nihayet; siyasette tarihi ve günceli çarpıtmanın bir sınırı olmalı mıdır?
Koskoca bir 95 yıla ermiş #Filistin direnişinin mazisini, tarihini ve bugününü #Hamas’a indirgemenin Filistin halkına ve davasına ne gibi bir faydası vardır?
‼️Ve en önemlisi;
❗️Kuvâ-yı Milliye ile Hamas’ı “işgale direniş” üst başlığı altında birleştirmenin,
❗️Düşmanın yere serilmiş bayrağını yerden kaldırtan siyasi zekanın,
❗️İnsani zarafetin ve nezaketin,
❗️Toplamda Türkiyenin tertemiz #KurtuluşSavaşı’nın,
itibarına etkisi nedir?
❓Bu iki aktörü yöntemleri ve uluslararası konumları bakımından kıyaslamak acaba ne kadar gerçekçidir?
Liste uzatılabilir ama bilmem gerek var mı? 🤔
‼️Filistin’de olan bitene uluslararası ortamda sahip çıkmakla, bir yandan bunu tarih üzerinden, Türkiye’nin iç siyasi tartışmasının aleni parçası yaparken öte yandan ülkenin uluslararası manevra alanını daraltmak, kuşkusuz aynı şey deği…
https://x.com/Ahmet_K_Han/status/1790799742806425629
Görüldüğü üzere UAD’ın 1948 BM Soykırım Sözleşmesi’ni temel alarak bir “soykırım suçu” kararı vermesi oldukça nadir görülüyor. Davanın açılmasından başlayan ve davanın ilerleyen süreçlerinde UAD’ın bu konudaki yavaşlığı yaşanan toplu katliamı engellemiyor. Çoğu kez eylemleri,n “soykırım” olmadığına hükmeden UAD, aynı zamanda ilerleyen süreci engelleyemiyor ve toplu katliamları durduramıyor. Rusya’nın Ukrayna Savaşı’ndaki durumu ve bugün İsrail’in Gazze’deki operasyonları bu konudaki örnekler arasında.
Peki uluslararası hukukun bu çıkmazı neden kaynaklanıyor?
Öncelikle dava süresinin uzun olması ve detaylı bir inceleme halihazırda sürmekte olan soykırımın devam etmesine olanak tanıyor. Özellikle güçsüz bir grubun uğradığı toplu katliamlar devletler tarafından devam edilirken UAD, teknik detayların içerisinde “soykırım” kararına varmaya çalışıyor.
Bir diğer neden ise UAD’ın yaptırım mekanizması olmaması. Her ne kadar UAD’ın kararları bağlayıcı da olsa, devletler UAD’ın aldığı kararları uygulamadığında herhangi bir yaptırım mekanizmasıyla karşılaşmıyorlar. Genel uluslararası siyasetin öngördüğü düzlem devletlerin bir arada yaptırım uygulaması ve UAD kararlarının gerçekleşmesine yardımcı olmak. Ancak bu da liberal uluslararası hukukun çıkmaza girdiği bir başka nokta. Çünkü uluslararası hukuktaki anarşi, hukukun da üstünde bir siyasetin varlığını öngörüyor. Dolayısıyla ABD gibi ülkelerin yaptırım uygulamama kararı alması hem birçok devleti etkiliyor hem de düzendeki güç dinamiklerini gün yüzüne çıkarıyor. Örneğin İsrail soykırım işledi dense de ABD’nin herhangi bir yaptırım uygulamadığı senaryoda UAD’ın yapabileceği herhangi bir şey kalmıyor.
Dolayısıyla alınan teknik kararın uluslararası siyasette hayata geçmesi başka bir konu olarak önümüze çıkıyor. Bu da siyasetin ta kendisi. İşte uluslararası siyasetin hukuktan da üstün olduğu bir düzlemde İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları bir insanlık trajedisi olarak anılmaktan öteye gidemiyor. Hatta daha ileri giderek şunu da söylemek mümkün: Filistin’in devlet olarak görülmesi uluslararası hukuk perspektifinde pek tabii mümkün olmakla birlikte ABD’nin bu alandaki siyaseti sebebiyle Filistin’in BM’ye tam üye ülke olamaması bu çıkmazı daha da gözler önüne seriyor.
Mitch Albom @freep da şöyle yazıyor: "Bu kampüs protestolarının gerçekte neyle ilgili olduğunu açıklayalım"
"Hıristiyansanız, dünyada çoğunlukta olduğunuz (150'den fazla değil) tek bir ulus olduğunu düşünün. Ve dünyadaki Hıristiyanların neredeyse yarısı orada yaşıyor.
Ya da Müslümansanız ve neredeyse 50 yerine çoğunlukta olduğunuz tek bir ülke varsa ve dünyadaki Müslümanların yarısı bu ülkenin sınırları içinde yaşıyorsa.
Eğer Siyah iseniz, baskın ırk olduğunuz ve dünyadaki Siyah nüfusunun yarısının aynı alanı paylaştığı tek bir ülke hayal edin. Latin ya da Asyalıysanız da aynı şey geçerli.
Şimdi Amerika'daki üniversite kampüslerinin ülkenizin elenmesi için çığlık attığını hayal edin. Tek ülkeniz. Tek ülkeniz. Ve bu protestoların boyutunun, nefretinin ve şiddetinin arttığını izlediniz ve neden bu kadar az insanın sizi savunduğunu merak ettiniz.
O zaman Yahudi halkının son birkaç haftadır nasıl hissettiğini hissetmeye başlayabilirsiniz."
https://x.com/AvivaKlompas/status/1791090587606614383
ABD hükümetinin Gazze'deki sağlık yetkilileri tarafından verilen kayıp rakamlarını güvenilir bulduğunun bir işareti olarak Başkan Joe Biden mart ayındaki ulusa sesleniş konuşmasında bu rakamlara atıfta bulundu. Birleşmiş Milletler, sağlık bakanlığının rakamlarını bir web sitesinde yayınlıyor ve BM liderleri sık sık bu rakamlara atıfta bulunuyor. Birkaç hafta önce Sağlık Bakanlığı, tam olarak belgelediği ölülerin kimliklerini detaylandıran son listesini yayınladı. Ayrıca kayıp rakamlarını nasıl derlediğini açıklayan bir dizi ayrıntılı rapor yayınladı.
Savaşın başlarında, rakamları sorgulandığında, sağlık bakanlığı ölenlerin isimlerini, yaşlarını ve kimlik numaralarını içeren bir liste yayınladı. Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu'ndaki araştırmacılar kasım ayında Lancet'te yayınlanan bir raporda bu verileri analiz ettiler ve "verilerin geçerliliğinden şüphe etmek için bariz bir neden" bulamadılar.
Bu ve diğer savaşlar sırasında Gazze'deki sağlık yetkilileriyle birlikte çalışmış olan uluslararası uzmanlar, bölgedeki hastane ve morgların bölgede öldürülen insanların isimlerini, kimlik numaralarını ve diğer ayrıntılarını toplayıp rapor ettiklerini söylüyor. Bu ayrıntılı sayıma, hastanelerde kayıp olarak bildirilen ancak enkaz altında kaldığına inanılan binlerce kişi dahil değil; bu kişiler ancak cesetleri bulunduğunda ölü olarak sayılır.
Eğer barışı düşünmekteysek, devletlerin varlığının önemini kavrayabilirsek, iki devletli bir yapının bu topraklarda kurulma imkanlarının var olduğuna ve var olmaya devam etmekte olduğuna olan inanç saklanmalıdır: Amos Oz, “bize boşanmamız için artık yardım edin” diyordu. Halkların her ikisinin de etnik veya dini bütünlük içinde değil, ama eskisi gibi beraber yaşama inancının sürdürülebilirliğine güvenilmelidir. Karşı taraflardan şüphe değil güven sağlanmalıdır. İsrail’in yüzde 80’inin Yahudi olduğu ve yüzde 20’sinin ise Müslüman ve Hristiyan olduğu gerçeğini kabul etmek gibi bunun benzerinin, olası bir Filistin devleti için de geçerli olması gerektiğin vurgulanmalıdır. Üzerinden çizgi çizerek yok edilmeye çalışılsa bile kimlikçi hale sokulan bu durum, sanki upuygun değilmiş gibi kabul edilse bile, vazgeçilemez tarihi bir gerçek olarak asırlardır ortada durmaktadır.
Barış hasımlardan değil hısımlardan oluşan bir harekettir. Beraber yaşamanın imkanları Levinas’ın vurguladığı gibi “başkasının yüzünden” geçmektedir. Bu bir etik olarak öngörülmelidir. Ötekinin görünürlüğünün şartı işaret vermesinde saklıdır. Ötekinin işaretinin görünürlüğü kendimizin varlığının bir kanıtı olmak durumundadır. Bu işaretler seslerdir, ötekinin sözleri ve izleridir. İzleri olmazsa eğer onların işaretlerini duymamız imkânsız hale gelecektir. Onları duyduğumuz zaman ancak izlerinin sayesinde varlıklarının kabulü ön koşul olarak yan yana yaşamaya bir olanak sağlayacaktır. Olasıdır. Olanaklıdır. Hiç de imkânsız değildir. Ötekinde o halde ilk gördüğümüz diğerinin yüzü olacaktır. İki karşılıklı yüz ancak birbirlerini tanıyabilir ve köle efendi diyalektiği içindeki karşılıklılık içinde yeniden birbirlerini tanıma imkanına geçebilecekler ve eşitliği sağlayabileceklerdir. Eşitlik, iki karşılıklı yüzün karşılaşmasıyla oluşur. Biri diğerini tanıdığında bu mümkün hale gelmeye başlayabilir. Yüzler konuşur, birbirleriyle konuşurlar. Etik olanın izi birbirleriyle söyleşmelerinden geçmektedir; çünkü arzu birbirlerine bakışta ortaya çıkabilecektir. Gerçek arzu başkasına doğru dönüktür, kendine kapalı arzu olamaz; olursa eğer o da hastalıklıdır. Zaten Levinas Beyrut’ta 1982’de Sabra ve Şatilla katliamında Tsahal’in, İsrail Müdafaa Kuvvetinin rolünü kınarken, Holocaust’un kınarken Tanrı bizimle demek 1982’de saçma bir durumu ortaya koymaktadır. “Her şeyin bir sınırı vardır” demiştir.
Bu anlayışta en başta birbirlerinin var olmasının tanınması (bu topraklarda Filistinlilerin olası devletinin ve İsrail Devleti’nin varoluşu) gerekecektir. Bir devletin kabulü diğer devletin kabulünü gerektirir. Bunu da dışarıdakilerin değil, içeridekilerin gerçekleştirmesi gerekmekte: Hrant Dink’in lafı burada kulaklarımda çınlıyor.
Tarihin acılarından uzaklaşarak, iki hasta halkın iyileşmesi için dışarıdan yapılan müdahaleler değil, asıl olan hakların birbirlerine bakışlarındaki “onurda” gerçekleşmelidir. “İki Yakın Halk İki Uzak Komşu” böyledir. “Su çatlağını bir gün bulur.” Belki!
https://t24.com.tr/yazarlar/ali-akay/savas-nereye-kadar,44875
Grup 2006'daki parlamento seçimlerinde çoğunluğu kazandı ve birçok kişi yozlaşmış Filistin Yönetimi'ne hakim olan El Fetih'e alternatif olarak Hamas’a oy verdi. Bir yıl sonra El Fetih'le bir hafta süren kanlı çatışmaların ardından Hamas’ın silahlı güçleri Gazze'yi ele geçirdi ve o zamandan beri de yönetiyor. Ancak mart ayında Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi tarafından insanların özgürce konuşabilmeleri için “gizli” yapılan bir ankete göre Gazze'de Hamas'a karşı ciddi bir muhalefet var ve Gazzelilerin üçte ikisi İran'la müttefik olan bu gruba karşı çıkıyor. Anketi yürüten Halil Şikaki “Yarın seçim olsa, Hamas şu anda Batı Şeria'daki Filistinlilerin yaklaşık üçte birinin, Gazze'deki Filistinlilerin ise üçte birinin desteğine sahip. Bu oran 7 Ekim öncesine göre daha düşük” dedi.
İsrail'in merkezi savaş stratejisi Hamas'ı yok etmeyi hedeflerken, Gazzeliler İslamcı gruba destek vermenin ağır bedelinin farkında. Ancak Hamas aynı zamanda acımasız bir yönetici olarak da görülüyor. Yardım kuruluşları Hamas'ı muhaliflerini gözaltına almak, işkence etmek ve hukuksuz bir şekilde öldürmekle suçluyor ve İsrail ile “işbirlikçi” olmakla itham ediyor.
Harari, Siyonizme a priori bir meşruiyet kazandırarak iddialarını kendince temellendirdikten sonra Siyonizme ve İsrail devletinin varlığına karşı olmanın Yahudi aleyhtarlığı, dolayısıyla ırkçılık ve suç olduğunu ileri süren şu satırlarla karşımıza çıkıyor:
“Siyonizmin ırkçılıkla eş tutulması – 1991 tarihli Birleşmiş Milletler kararının bu yöndeki önceki bir kararı iptal etmesinden çok sonra bile devam eden bir iddia – bu nedenle sadece yanlış değil, aynı zamanda ırkçılıkla lekelenmiştir. Siyonizmi yasaklamak, diğer tüm halkların aksine Yahudilerin meşru ulusal istekleri olamayacağını ima etmektedir. Columbia Üniversitesi’ndeki son protestoların liderlerinden biri “Siyonistlerin yaşamayı hak etmediğini” iddia ettiğinde, aslında ulusal istekleri olan Yahudilerin sistematik olarak öldürülmesi gerektiğini savunuyordu. Diğer protestocular “Burada Siyonist istemiyoruz” gibi sloganlar attıklarında, belki ırkçılığa karşı düşmanlık ifade ettiklerini düşünüyorlardı ama aslında ulusal duygulara sahip tüm Yahudilerin taciz edilmesi ve sınır dışı edilmesi çağrısında bulunuyorlardı. Elbette bazı Siyonistler – diğer tüm ulusal hareketlerin taraftarları gibi – ırkçı ya da bağnaz olabilirler. Uluslar arasındaki ilişkiler, özellikle de çatışan toprak talepleri olduğunda, genellikle gerginlikler, nefretler ve hatta zulümlerle doludur. Tarihteki hemen her ulusal hareket, maksimalist taleplerde bulunan sertlik yanlılarını ve uzlaşmaya istekli ılımlıları içermiştir. Siyonizm de bir istisna değildir.”
Siyonizm’in 19 ve 20. yy.’da ortaya çıkan diğer ulusal ve milliyetçi hareketlerle karşılaştırılabileceği yönündeki iddiası, oldukça tartışmalıdır. İlk olarak Siyonizm, bir etnik kökene aidiyet hisseden insanları değil bir din mensubu olan insanları uluslaştırmaya çalışmıştır. Tıpkı Müslümanlık ve Hıristiyanlık gibi Yahudilik etnik bir köken değil bir dindir. Elbette dini ya da mezhebi aidiyet zamanla bir etnisiteye dönüşebilir, ya da etnik bir aidiyetle tanımlanabilir. Ancak bunun kendi toplumsal ve tarihsel doğallığında gerçekleşmesi gerekir. Bu mantığın doğal sonucu, Filistin’de doğan büyüyen bir çocuğun o topraklarda yaşama hakkı sorgulanırken Brooklyn’de doğan bir Yahudi’nin doğal İsrail vatandaşı sayılması, Filistin topraklarında yaşama hakkına otomatik sahip olmasıdır.
https://yeniarayis.com/islamozkan/noah-harari-ve-siyonizmin-irkciligi-ve-mesruiyeti-meselesi/
https://www.youtube.com/watch?v=vZqOOAX39xE
https://dergipark.org.tr/tr/pub/ombudsmanakademik/issue/84567
7 Ekim olayında saldırıya uğruyorsun ama bunun için şarkı yazınca bile özür dilemen lazım çünkü Yahudi'ysen durum bu. Dünyada ciddi bir Yahudi düşmanlığı sorunu var gerçekten.
https://x.com/DLeilaErtug/status/1791928068493222150
İsrail'e kızıyor musunuz? Bence de kızın.
Bir yandan kızarken, bir yandan da gücünün aldığı önemli bir yeri görmek ister misiniz?
Bakın İsrail, bölgenin en önemli yetenek mıknatısı olmuş durumda. Stanford AI Index 2024 raporuna göre yapat zekada yetenek yoğunlaşmasının en yüksek olduğu ülke.
Rapor: https://aiindex.stanford.edu/wp-content/uploads/2024/04/HAI_2024_AI-Index-Report.pdf
https://x.com/eeebektas/status/1790925941755027777
Hatırlama kültürü işte böyle bir şey, Kuzey Ren-Vestfalyalılar için gerçek bir gururlanma anı.
KRV Başbakanlığı, Neonazi terör örgütü NSU tarafından sadece Türk olduğu için evi kundaklanarak 5 akrabasını yitiren Mevlüde Genç adına verilen madalyayı bu sene Holokost'tan sağ kurtulan Margot Friedländer'e layık gördüklerini duyuruyor.
Nazi ideolojisinin hedefi olan toplumumuzun iki kadının nefrete karşı verdikleri savaş bu şekilde onore ediliyor.
https://x.com/IpekMayaSaygin/status/1791036434213707895
Fransa'nın büyük sanatçısı Yahudi Enrico Macias, Fransa'da bir televizyon röportajında dün Fransa'nın Rouen kentindeki sinagogun yakılmasının ardından gözyaşlarına boğuldu. "Günlerimin sonunda bu korkunç Yahudi düşmanlığını ve Fransa'nın parçalandığını görmek zorundayım. Olan biten her şey beni kırıyor." Masias her zaman Fransa'daki Yahudiler için bir gelecek olduğunu iddia etti ve artık bu geldi.
Bu sözlerinin sosyal ağlarda Müslümanlar kendisine karşı bir nefret dalgası başlattı ve hayatı ile ilgili tehditler yoğunlaştı.Fransa'da görünür bir Yahudi olmak artık mümkün değil. "Sen Paris'sin, beni kollarına aldın" diye cümlesini bitirdi.
https://x.com/ShemaNews/status/1791712615774707868
#MazalTov ! 7 Ekim'de saldırıya uğrayan yerlerden biri olan Kibbutz Nir Am'da ailelerin 15 bebeği dünyaya geldi.
https://x.com/HumansOfJudaism/status/1790916658485137559
7 Ekim 2023'te Gazze'de başlayan çatışmalar ve sonrasındaki gelişmeler nedeniyle, Türkiye 9 Nisan 2024'te İsrail'e yönelik ihracatını 54 ürün grubu için kısıtladı ve 3 Mayıs 2024'te tüm ürünleri kapsayacak şekilde tamamen durdurdu. Türkiye'nin başka bir ülkeye karşı ilk ekonomik yaptırımı olan bu karar ülke genelinde farklı etkiler yaratıyor.
TEPAV Proje Yöneticisi Merve Dündar tarafından kaleme alınan değerleme notunda, söz konusu kararın olası etkileri, özellikle iller ve sektörler açısından incelendi.
Buna göre, 2008'de 1,9 milyar dolar olan Türkiye’nin İsrail’e ihracatı, 2022'de 6,7 milyar dolara yükselirken 2023'te %23,3 düşerek 5,2 milyar dolara geriledi. 2024'ün ilk üç ayında ise 1,1 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhracatta İsrail'in payı 2022'de %2,9 iken 2023'te %2,2'ye düştü.
İller bazında, Siirt'in ihracatının yüzde 37,1'i İsrail'e yapılırken bunu Burdur yüzde 17,2, Bilecik yüzde 8,0 ve Çanakkale yüzde 7,3 oranlarıyla takip etti. İsrail’e ihracatın il milli geliri içindeki payı Burdur'da yüzde 2,5, Denizli'de yüzde 2,3 ve Sakarya'da yüzde 1,9 olarak gerçekleşti.
Sektörel olarak, 2023'te cam ve cam eşya ihracatının yüzde 8,3'ü, demir ve çelik sektörünün yüzde 8,1'i İsrail'e yapılırken ana metal sanayii, mineral ürünler, motorlu taşıtlar, elektrikli teçhizat ve plastik ürünler İsrail’e ihracatta önemli sektörler olarak sıralandı.
İsrail'e yapılan ihracatın durdurulmasının, illeri ve sektörleri farklı düzeylerde etkilediği kaydedilen notta, alınan idari kararın yükünün ülke sathında eşit bir biçimde paylaşılmadığına da dikkat çekildi.
Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanı Kararı veya Ticaret Bakanlığı tebliği ile yürürlüğe sokularak, bu yöndeki iradenin Dünya Ticaret Örgütü’ne bildirilmesi gerekirken, İsrail Ambargo kararının bir bildiri yayımlanarak yürürlüğe sokulmasının, bu konuda oluşan spekülasyonların yapılmasına ortam hazırladığı gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/israil-ambargosu/743890
1948 yılında İsrail Devleti'nin kurulmasıyla Diyarbakır'ın Yahudi Mahallesi boşalmaya başlamıştı. Evler yok pahasına satılıyor, uzun bir yolculuk için hazırlıklar yapılıyordu. Tanıklık ettiği o günleri anlatırken iki istisnadan söz ediyor Margosyan. Giden Yahudi ailelere katılamayanlardan biri Yahudi Yunus'tur. Hatta tam o dönemde bir pusuda öldürülmesinin Yahudilerin şehri terk edişini hızlandırdığı söylenir.
Diyarbakır Yahudileri bu dönemde topluca İsrail’e göç etmişti. O dönemden bir hikayeye göre göçü tetikleyen (bence sadece kozmetik bir şekilde hızlandıran) meselelerden biri Qırıx Yunus’un vakasıydı. Bunlardan biri Yahudi Yunus olarak bilinirdi. Rıfat Bali’ye göre Yunus olarak bilinen Yona’nın Buğday Pazarı’nda manifatura dükkanı vardı. Yahudi Yunus, kendilerine zorla çay verip kendi mekanına alıştırmak isteyen bir çaycıyı dövüyor ve zorlamalarını şikayet ediyor. Hem suçlu hem güçlü imiş Qırıx Yahudi Yunus. Yunus’un şikayeti üzerine çaycıya dava açılıyor. Mahkeme günü gelince çaycının yakınları oracıkta Yunus’u sırtından bıçaklıyor. Bu olaydan kısa süre sonra, 1948’de İsrail’in de kurulmasıyla beraber Yahudiler şehri terk ediyor
https://diyarbakiryenigun.com/diyarbakir/bir-diyarbakir-kabadayisiqirigi-yahudi-yunus-180102h