En eski üniversitemiz İTÜ'nün 21. yüzyıla doğru evrimi

Bu zamana kadar bilimsel araştırmalara yer verdiğim yazılarımda, bu araştırmaların arka planında -yani bilim yönetiminde- nasıl bir çalışmanın ve çabanın olduğunu İstanbul Teknik Üniversitesi özelinde anlatacağım. İTÜ´nün, 250. yılını kutlayan köklü bir öğrenme yuvasının 21. yüzyıla kendisini nasıl hazırladığını, bu okulun yegâne kadın rektörü Gülsün Sağlamer´den dinledim.

Asım ŞENGÖR Kültür
5 Haziran 2024 Çarşamba

İstanbul Teknik Üniversitesi-İTÜ, Türkiye’nin en eski üniversitesidir (İstanbul Üniversitesi değil) ve köklü gelenekleri olan bir kurumdur. Günümüzde İTÜ Cumhuriyetimize çok donanımlı insanlar kazandırmaktadır. Ancak her kurum gibi İTÜ de bir süre sonra değişen dünyaya uyum sağlamak için bazı yenilikler yapmak zorunda kaldı. Gülsün Sağlamer, İTÜ’nün yegâne kadın rektörü ve 2000’li yıllara girerken, İTÜ’nün sekiz sene rektörlüğünü yaptı (1996-2004). Onunla, rektörlüğünden yıllar sonra İTÜ’nün modernleşme hikayesini konuşmak benim için apayrı bir mutluluk.

İTÜ’nün modernleşme hikayesini sorduğumda, Sağlamer ilk olarak 1974 yılında, zamanının rektörü Kemal Kafalı yönetiminde yapılan eğitim süresi reformundan bahsetti. İTÜ, bu reformdan önce, Avrupa’daki muadilleri ETH Zürich, Münih Teknik Üniversitesi gibi beş senelik eğitim veren ve mezunlarını ‘Yüksek Mühendis’ olarak mezun eden bir üniversite idi. Bu değişimle İTÜ öğrencileri uzun süreli, berk bir eğitim yerine, 4+2 ile lisans ve yüksek lisans olarak, uzmanlaşmayı destekleyen ve kendilerine yabancı dil eğitimi alma fırsatı veren bir sistem ile eğitime başlamış olacaktı. Bu sistem, Sağlamer’e göre çağın gereksinimlerine uyum sağlamak için çok önemli bir adımdı. Bu sistemde yüksek lisans daha çok araştırmaya odaklanan ve yabancı dilde -İngilizce- verilen bir eğitimdi. Sağlamer, dünyadaki gelişmelerden kopmayacak bir İTÜ’lünün eğitimi için İngilizcenin ne kadar önemli oluğunu ve 4+2 sistemine geçtikten sonra da İTÜ mezunlarının, aldıkları iyi temel bilimsel eğitime rağmen, dil bariyerinden dolayı gelişmelerden koptuğunu anlattı. İTÜ mezunları yabancı dil eksikliklerinden dolayı zamanla daha az tercih edilir hale gelmişti. Dolayısıyla İTÜ, yüksek lisansta aradığı ivmeyi yakalayamamıştı. Rektör olarak göreve geldiğinde Sağlamer, İTÜ’nün lisans programına İngilizce eğitimi ekletti ve lisede İngilizce eğitimi iyi olmayan gençler için İTÜ Yabancı Diller Okuluna anadili İngilizce olan, çoğunluğu Amerikalılardan oluşan eğitmenler katarak, İngilizce eğitimini daha verimli hale getirdi.

Şengör ve Sağlamer

Sağlamer’in rektörlüğü döneminde çözülmek istenen başka bir problem de ders içeriğinin güncelliğini kaybetmesi ve öğrencilerin gereğinden fazla ders yükü ile vakitlerinin harcanmasıydı. Bunu Sağlamer “Bizim programınız eski programların üzerinde oynanarak getirilmiş 200 kredilik programlardı. Dört yıllık program 200 kredi ediyordu. Avrupa’daki, Amerika'daki okulların, mühendislik okullarının programlarına 140-150 kredinin üzerinde zorunlu kredi yok. Hocaların bir kısmı çok eski metotları anlatmaya devam ediyordu. Siz hâlâ 1940-50’lerdeki eğitim içeriğini sürdürmeye çalışıyorsanız, bu doğru olmaz. Dersler uzadıkça uzuyor, çocukların ilgisi azalıyor. Halbuki daha somut, uygulamalı, daha öğrencileri dersin içine alacak aktif eğitim yöntemlerini kullanacak genç akademisyenlere ihtiyaç vardı” sözleriyle ifade ediyordu. Netice itibariyle İTÜ, zorunlu ders yükünü 140 kredi bandına çekti, ders içeriklerini modernize etti ve bu modernizasyonu desteleyecek yurt dışı tecrübesi yaşamış akademisyenleri bünyesine kattı.

İTÜ Kütüphanesinin geliştirilmesi

Modernleşme çabaları bazen yeni altyapı bazen ekstra bütçe gerektiren bir çabadır. Bir üniversitenin en önemli birimlerinden biri kütüphanedir. Kütüphanede hem kitaplar, makaleler, dergiler saklanır, hem de öğrencilerine ve araştırmacıların konularını öğrenip araştırabilecekleri uygun bir ortamdır. İTÜ, Sağlamer’e göre 90’lı yıllarda ciddi bir kütüphane açığı yaşıyordu. Öğrenci sayısı ODTÜ ve Boğaziçi gibi kurumlardan daha fazla olmasına rağmen devlet tarafından İTÜ’ye verilen kütüphane bütçesinin daha az olduğunu öğrendim. Burada devletin yükseköğretim titizliğinin de zayıf kaldığını görüyoruz. Ancak Sağlamer ve ekibinin bu konudaki kararlılığı sayesinde İTÜ kütüphane bütçesini (bu bütçe de öğrenci başına düşen kütüphane bütçesi olarak hesaplanıyor) muadili üniversiteler seviyesine çıkartabilmiş ve yeni modern bir üniversite kütüphanesinin inşa edilmesini sağlamış. Ayrıca Sağlamer’e göre İTÜ’de uzun süre sadece Türkçe eğitim verilmiş olması sebebiyle yabancı kaynaklara ulaşım ve özellikle yabancı dergilerin sıkça kullanılması alışkanlığı tam oturmamıştı. Dekan yardımcısı iken dergi alımını arttırma çabalarının nasıl karşılık bulamadığını şu anekdotla anlattı: “Dergilerin sayısı az, dergileri arttırmaya çalışıyoruz. İlgili rektör yardımcısına kitap ve dergi listelerini götürüyorum. Rektör Yardımcısı bana diyor ki mimara kitap ne lazım, mimara dergi ne lazım?” Bu yüzden rektör olduğu zaman üniversitenin kütüphanesinde mümkün olduğu kadar çok yayına sahip olması için büyük mücadeleler verdiğini belirten Sağlamer şu cümlelerle kütüphanenin gelişmesinin önemini anlattı: “Kütüphanelerinin yenilenmesi, dergi sayısının kitap sayısının artması, uluslararası ilişkilerin gelişmesi, araştırma fonuna daha fazla kaynak alınması, eskisine oranla üç-beş kat arttı. Desteklenen proje sayıları bu çabalarla arttı ve üniversite inanılmaz bir dinamizm kazandı.” Özetle bu dönemde Sağlamer ve ekibi İTÜ’nün tüm dünya ile etkileşimini arttırmak için tüm iletişim araçlarını araştırmacılarının ve öğrencilerinin hizmetine sunmak için ciddi bir çaba sarf etti.

Bağış toplama konusu

Sağlamer döneminin, benim en çok dikkatimi çeken uygulaması ise üniversitenin bağış toplamasıdır. Bu bağışların bir kısmı kütüphanenin inşasını da desteklemiştir. Sağlamer “Önceki dönemlerde bağış toplanmıyor muydu?” diye sorduğumda “Hayır, yoktu. Bizimkiler bağış almıyor. Çünkü o zaman bağış veren insanlar onları baskı altında tutarmış, yani bu bağımsızlıklarını engelleyen bir şey” diyor ve biraz içini çektikten sonra kendi dönemi ile ilgili olarak şöyle devam ediyor: “80 milyon dolar bağışlayan o insanların hiçbiri bana telefon açıp, Rektör Hanım bizim şu işimiz var, yapar mısın? demedi.”

Bağışların toplanması için Sağlamer kendi çabasının yanında, İTÜ’ye gönül vermiş insanları ve özellikle devlet görevlilerini bu konuda motive edip İTÜ’ye ciddi yardım edebilmelerini sağlamıştır. Bunun en çarpıcı örneği, kendisi rektör seçilmeden önce hiç tanımadığı 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile kurduğu ilişkidir. Demirel İTÜ mezunudur ve ayrıca okulunun tam anlamıyla aşığıdır. Bir gün Dolmabahçe Sarayı’nda İTÜ için düzenlenen bir bağış yemeğinde Süleyman Demirel, İTÜ için 25 milyon dolar bağış toplamıştır. Sağlamer’in Demirel ile kurduğu ve okuluna müthiş katkı sağlayan bu güzel ilişkinin başlangıcını, yani rektör olarak atandığını öğrendiği anı Gülsün Sağlamer bana şu anekdotla anlattı: “…Bir telefon çaldı. Adam, Cumhurbaşkanlığından arıyorum, sayın Cumhurbaşkanımız sizinle görüşmek istiyor, dedi. Galiba oldu bu iş dedim. Ondan sonra Demirel dedi ki, Rektör Hanım tebrik ederim ilk atamayı kendi üniversitem için yaptım. Hayırlı olsun!” Kendi döneminde 80 milyon dolar bağışın bugünün 500 milyon dolarına denk gelecek kadar iş yaptığını anlattı. Sağlamer-Demirel iş birliği kanaatimce ülkemizde bu tarz devlet iş birliklerinin hayırlı işler için kullanılmasının en güzel örneklerinden biridir

İTÜ’de yepyeni bölümler

Sağlamer dönemi İTÜ’ye bağışlarla iki yeni bölüm de kazandırdı. Bunlardan birisi MOBGAM (Moleküler Biyoloji ve Genetik Araştırma Merkezi) diğeri de MİAM (İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi). Bugün İTÜ’ye apayrı renk katan bu iki bölüm üniversitelerimize bağış yapılmasının ne kadar önemli olduğunun önemli göstergelerindendir. Belki de yeni üniversiteler kurmak yerine İTÜ gibi köklü kurumlarımıza destek olmak eğitim ve öğretim kalitemizin artmasına, kaynakların yeniden tekerleğin icat edilmeye çalışılarak israf edilmesinin de önüne geçecektir.

İTÜ’nün devlet seviyesinde ihtiyacının karşılanması mücadelesi başka bir boyutta da verildi. Sağlamer İTÜ’nün öğrenci sayısının devlet tarafından belirlendiğini ve bunun İTÜ’nün kapasitesi ile uyuşmadığını, İTÜ’nün öğrencisi sayısı ve dağılımının (yani kaçı lisans, kaçı yüksek lisans ve kaçı doktora öğrencisi olacak) kontrolünü eline alması için de çaba sarf ettiğini şu cümlelerle anlattı: ‘Neden Orta Doğu Mimarlık Fakültesi'ne 60 kişi alınırken İTÜ Mimarlığa 150 kişi alıyorsunuz? Bizi zorluyorsunuz, zorlayamazsınız. Biz ne kadar bildirirsek, bizim kapasitemizde bizim standartlarımızda eğitimin hangi seviyede olmasını istiyorsak, öğrenci öğretim üyesi oranımızı nerede tutmak istiyorsak ona göre bize öğrenci vereceksiniz. Bunların hepsini sağladım. 25 bin öğrenciden 19 bine indirdim. 25 bin öğrencinin 5-6 bini yüksek lisanstayken, 19 bin öğrencinin 8500’ü yüksek lisans doktorada oldu.”

Uluslararası eğitim programları

Bu dönemde İTÜ uluslararası ilişkileri de oldukça gelişme gösterdi. Bunların örneklerinden biri SUNY (State University of New York) ile kurulan ikili ilişkiydi. “Amerikan üniversiteleriyle SUNY programı çerçevesinde imzaladığımız anlaşmalarla iki sene burada, iki sene ABD'de okuma modelini Türkiye'de en başarıyla uygulayan üniversite olduk.” İTÜ bu dönemde tekstil konusunda da modernleşmeyi ilerletmek için FIT (Fashion Institute of Technology) ile bir anlaşmayla öğrencilerini bir süre orada okutmuş. Sağlamer, “…Benim en sevdiğim yer FIT’di. New York'ta dünyanın en ünlü moda okuluyla Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi adında moda tasarımı programı açtık. Bugün çocuklarımızın hâlâ hepsi iki senesini FIT’de okuyor ve oralardan birincilikle mezun olan çocuklarımız var. FIT buradan giden öğrencileri çok beğendi” sözleriyle hem programın hem de iftihar ettiği öğrencilerinin başarılarını heyecanla dile getirdi.

Buraya yazmakla bitmeyen çabaların kanaatimce en önemlilerinden biri de Sağlamer’in kadınların hakları ve onların fırsatlarının artması için verdiği çaba olmuştur. Mesela İTÜ’nün ilk kadın rektörü olarak bu zorlukları birebir yaşamış, bunun için mücadele vermiştir. Kendi döneminde İTÜ Denizcilik Fakültesi ilk kadın mezununu vermiştir.

Özetle en eski üniversitemiz İTÜ, bünyesinde köklü ve değişmesi zor gelenekler barındıran bu şanlı kurum, 21. yüzyıla tarihindeki yegâne kadın rektör, bir cumhuriyet kadını liderliğinde girmiştir. Atatürk’ün tahlil ettiği gibi, bir millet kadınlarına fırsat vermezse potansiyelinin yarısını kullanamaz. Kullanabildiğinde de ne denli güzel gelişmelere şahit olacağını sanırım İTÜ’nün bu örneğinde görüyoruz. Bir diğer taraftansa üniversitelerimizin çağdaş hayata uyum sağlayabilmesinde toplumun tüm kesimlerinin buna katkı sağlaması gerektiğini hem bağış örneklerinde hem devlet kademesinde yapılan değişikliklerin faydasında hem de kendi yönetiminde yenilikçi yaklaşımları kullanabilmesinde görüyoruz. Bu örneklerin daha da artmasını dilerim…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün