Yaşadığımız çağda artık neredeyse her şey geçmişe öykünme ve geçmişten onay alma yolu ile inşa ediliyor. Bunun nedeni insanın hızla tüketen bir varlığa dönüşmesindeki yeri doldurulamayan bir boşluk mudur? Ya da kimliğini, köklerini ve geçmişini tanımlama konusunda bir araç göstermek midir? Ancak belki de daha önemlisi, insanın geçmişe ait ufak tefek ayrıntılar aracılığı ile bir bilgi sistemi oluşturması ve geçmişle kurduğu bağı bu yöntemle özelleştirmesidir. Bu açıdan nostalji kelimesinin özellikle çağımızın en popüler ifadelerinden biri olduğu söylenebilir. Nostalji sözcüğü kısaca acı hissi ve burukluk içerisinde geçmişe duyulan özlemi betimler. Bugün nostalji kelimesini en çok temsil edenler arasında yer alan nesnelerse fotoğraflardır. Özellikle eski fotoğraflar yaşanmış zamanları, insanın tarihinin devinimini betimlerler. Değişen dünya düzenine karşı hafızayı diri tutan bireysel tanıklıklar oluştururlar. Eski kitapçılarda, eski eşya satan yerlerdeki nesneler arasında kim olduklarını bilmediğimiz kişilere ve ailelere ait fotoğraflara rastlamak mümkün. Bu fotoğraflara duyduğumuz büyük ilginin temelinde ise yine eski günlere duyduğumuz merak ve özlem yatmakta. İnsan bulunduğu zamanın hızla geçip gitmesine karşı verdiği mücadelede yine kendi varlığından güç almaktadır. Yaradılışı, kurduğu sosyal çevre, aile bağları, insanın kendini yaşadığı dönemi ve toplumu anlamlandırması, yaşam düzenini biçimlendirmesi konusunda yardımcı olur. Bu nedenle aile fotoğraflarının bireyler için büyük bir önemi vardır. Bazen yaşam içerisinde çok zorlandığımız bir anda elimize geçen eski bir aile fotoğrafı varlığımızın önemi konusunda bizleri ikna eder. O fotoğraftaki kişiyi hiç tanımasak veya hatırlamıyor olsak bile bizim bir parçamız olduğuna inanabilir, nereden geldiğimizi anımsarız. En azından nesillerin devam ediyor olduğunun farkına varabiliriz. Bazen o görüntü bugün bulunduğumuz toplumsal konumla ilgili küçük ipuçları verir ya da zaman içerisindeki değişimi gösterebilir. Eski aile fotoğraflarımız bizlere nostalji duygusunu tattırır ve kendi özel tarihimiz adına farklı çıkarımlarda bulunmamıza olanak sağlar. Bazen buruk bir acı bazen de bir tebessüm ile...
‘Gerçeğin’ yeniden tanımlanmasıdır
Yaşam ve ölüm kavramları, ilişkilerin betimlenmesi, yaşamı biriktirerek oluşturmak ve başka yaşantılara duyulan merak ve yabancılaşma, aile fotoğraflarının içinde keşfedilmeyi bekleyen şeylerden yalnızca birkaçıdır. Aslında burada belki de dikkat çekilmesi gereken şey, fotoğrafların bireysel duyarlılıklara izin veren ve bu duyarlılıklarla daha özgürce okunmayı hak eden yapılarıdır. Buna verilebilecek en iyi örnek kült değeri olan Camera Lucida kitabının ana eksenini oluşturan, Fransız düşünür Roland Barthes’a ait Kış Bahçesi fotoğrafıdır. Barthes’ın bu sıradan fotoğrafla ne çeşit bir ilişki kurduğu, fotoğrafı betimleme biçimine dair öyküsü ve bu fotoğrafın, fotoğraf kuramının yapı taşlarından biri olması dışında Barthes, fotoğrafının çekildiği andaki duygularını tarif ederken de temsili bir yaklaşımda bulunur ve şöyle der: “Fotoğraf, doğruyu söylemek gerekirse, benim ne özne, ne nesne, ama bir nesneye dönüştüğünü hisseden bir özne olduğum o gizli anı temsil eder; o anda ölümün bir mikro çeşidini yaşarım.” Barthes, fotoğrafa konu olan kişinin yaşamsal devinimi içinden kopartılarak bir kesitinin oluşturulduğunu ve bunu yaparken o kişinin de bir nesneye dönüştürdüğünü savunmaktadır. Bu durumu ise varlığın ölümü ile ilişkilendirmektedir. Fotoğraftaki kişi o andan itibaren fotoğrafın algılanabilir gerçekliğinde yaşıyordur. Yani Barthes’a göre fotoğrafçı deklanşöre bastığı anda o kişiyi öldürür ve anıtlaştırır. Bu noktadan sonra o kişinin varoluş mekânı yalnızca fotoğraflardır. Susan Sontag da fotoğrafı ve ölümü Barthes’la benzer açılardan eşleştirir. Ona göre tüm fotoğraflar birer memento mori’dir.
Ölümü anımsa
Dünyadaki her şeyin değişebilirliğine tanıklık eden fotoğraflar bize birincil olarak ölümü anımsatırlar. Hiç bir şeyin kalıcı olmadığı düşüncesi fotoğraflardaki özne ya da nesnelerle yüzleştiğimizde açıklıkla gözler önüne serilir. Fotoğraflar o andan arta kalan tanıklıklardır. Fotoğrafları çekildiğinde ve duyarlı bir yüzeye aktarıldığında henüz o kişi, şey ya da nesne varlığını devam ettiriyor olsa bile, bir gün artık olmayacağı ve ondan geriye fotoğraflarının kalacağı hatırlanır. Bu anlamda onanmış özlem duygusuna da yoldaşlık eden fotoğrafları, belki de sürekli yasla ilişkilendirebiliriz. Sürekli yas, acının şiddetinin tırmandırıldığı bir durum değildir. Aksine, acının nüfuz ettiği, varlığına alışıldığı ve acı ile uzlaşmanın tüm yaşama yayıldığı bir süreç olarak en iyi karşılığını melankoli kelimesinde bulan bir durumdur. Bu nedenle de fotoğrafların melankoli nesneleri olduğu söylenebilir. İngiliz sosyolog Bryan Turner’a göre, Yunan tıbbı tarafından bulunan melankoli, özellikle entelektüel depresyonu ile ilişkilendirilmiştir. Melankolikler ruhen aşırı istikrarsız olmaları dolayısıyla acı çekerler ve sıkıntı nöbetlerinden yaratıcı coşkunluklara bir anda geçiş yaparlar. Melankoli, tıbbi söylemde patolojik bir durum olarak görülürken, Stoacılar melankoli konusuna entelektüel sınıfın bir meslek koşulu olarak bakmışlardır. Ortaçağ edebiyatı ve astrolojide de melankoli entelektüel bir aktivite ve ciddi bilgi arayışı için inzivaya çekilme şeklinde yorumlanmıştır. Kant’a göre de melankolik kişilik, insan hayatının ikilemlere olan hassasiyet duygusu ile donatılmıştır. Melankolik bir insan acılı bir kabullenişle varlığımızın bir sonu olduğunun farkındadır. Amerikalı kültür ve edebiyat kuramcısı Kathleen Turner, yas konusunu ilk ele aldığı yayınlarında melankoliyi başarısız bir yas olarak ele alan Freud’un, torununun ölümünün ardından yas sürecinin sağlıklı bir vazgeçiş süreci olması gerektiğine dair yorumlarında yanılmış olabileceğini ifade ettiğini aktarır.
Sonuç olarak bu çoğaltılabilecek örneklerle de birlikte fotoğraflarla kurulan bağda, kaybettiklerimize sahip olduğumuza dair mantığa aykırı anlatım tarzı teselli edicidir. Bu, hikâyedeki rolümüzü ön plana çıkarır, bir ilişki öne sürer, ölüm olayına gereğinden fazla atıfta bulunmaz, acılarımızı ve çilelerimizi ifade eder. Bu nedenle de nostaljiyle çevrelenmiş olmanın melankolik halini fotoğraflarla kurduğumuz bağ aracılığıyla yaşadığımız söylenebilir. Hatıraları fotoğraflar aracılığıyla geri çağırmak, kaybettiklerimizle kurduğumuz en üst düzey bağlantılardan biridir. Bazen yalnızca bir fotoğrafla kurulan ilişkide bütün hatıralar gözden geçirilir. Sadece üzerine konuşulabilecek olan geçmiş değil, aynı zamanda geleceğin getirebileceklerini de içerir ve geleceğe ait fanteziler de üretilebilir. Fotoğraflar, bu nedenle bir gün sonlanacak olan bir yasın nesneleri değil, devam eden bir yas durumunun yani melankolinin nesneleridir. Son olarak, acıyı, özlemi, çileyi, hastalığı, ölümü, yıkımı ve benzerini atlatmak, başa çıkmak ve çözümlemek için değil, bunların hepsini unutmadan yaşamaya devam edebilmek için fotoğraflara ihtiyaç duyarız demek doğru olacaktır.