Üniversiteli gençlere sunacağımız ne kaldı?-2 “SEÇENEKSİZ HİSSEDİYORUZ”

Burcu SUNAR CANKURTARAN Perspektif
12 Haziran 2024 Çarşamba

Bugün, “Üniversiteli gençlere sunacağımız ne kaldı?” başlığıyla geçen ay yazdığım yazının ikinci bölümüyle devam edeceğiz. İlk yazıda özellikle ekonomik sorunlardan bahsetmiş, bozulan ekonominin ve artan enflasyonun, öğrencileri hem maddi hem de manevi anlamda kıskaca aldığını, sosyalleşmelerinin önüne geçtiğini, büyük bir çoğunluğunu çalışmak zorunda bıraktığını konuşmuştuk. Çalışma hayatı bir kez başlayınca da gençlerin kendilerini öncelikle öğrenci olarak görmeyi bir kenara bırakıp iş hayatına odaklanmaları, derslerde başarılı olma arzusunun giderek azalması sürpriz değil. Böylece derslere katılım giderek düşerken, üniversite de hayatın anlamlı bir parçası olmaktan uzaklaşarak, diploma almak için geçilmesi gereken sınavlara girilen bir binalar bütününe dönüşüyor.

Ancak öğrencileri derslerden uzaklaştıran tek sebep tabii ki ekonomik zorluklar değil. Gençlerdeki karamsar havanın bir sebebi de üniversitede aldıkları eğitime, üniversite yönetimlerine ve genel olarak işleyişe güvenmemeleri. Bazı derslerin verimsiz geçtiği ve günü yakalayamadığı konusunda öğrencilerin ortak itirazları var. Sabah 9’da başlayan derslere hem öğrencilerin hem de hocaların sıklıkla geç kalmaları nedeniyle bu ders saatlerinin verimli kullanılamaması; dersliklerin yerlerinin ve koşullarının yetersizliği sebebiyle hem hocaların hem öğrencilerin konsantrasyon sorunu yaşamaları; son birkaç senedir sürekli yıkım ve tadilat işleri sebebiyle gürültü, görüntü ve toz toprak kirliliği içinde kalan kampusun zaten fazla olmayan cazibesinin iyice kaybolması; öğrencilerin moralini bozan etkenlerin aynıları sebebiyle kendi moralleri de bozuk olan hocaların bazen derslere isteksizce gelmeleri, kısa ve özensiz dersler işleyerek öğrencilerin kendilerini önemsiz hissetmelerine yol açmaları; gerçek hayatın gerektirdiği becerilerle derslerde öğrenilenler arasındaki uçurumun giderek artması, öğrencilerin kendilerini geliştirdiğini düşünmedikleri derslere girmek yerine, üniversite dışı sertifika programlarına, kurslara, stajlara, çeşitli yurt içi-yurt dışı deneyimlere yönelmeleri; üniversite yönetimlerinin siyasallaştığı ve gençleri anlamaktan çok uzak oldukları, eleştiriler arasında en çok öne çıkanlar. Üstelik öğrencilerin hemen hepsi, artık çok sayıda üniversite olduğunu, üniversite mezunu olmanın ve hatta yüksek lisans yapmanın bile hiçbir ayrıcalığı kalmadığını düşünüyorlar. Bazıları, üniversitelerin ve mezunlarının giderek niteliksizleştiğini vurgularken, kısıtlı iş piyasasında kendilerine yer bulabilmek için, mutlaka öne çıkmalarını sağlayacak ek nitelikler edinmek zorunda olduklarını, bunun da önemli bir stres kaynağı olduğunu vurguluyor. Bazıları ise, ne kadar nitelikli olurlarsa olsunlar, ‘tanıdık’ olmayınca, iyi bir işe giremeyeceklerine şimdiden ikna olmuş olmanın çaresizliğini yaşıyor.

Bir başka deyişle, “Üniversite ‘artık’ bize ne verebilir ki?” sorusu pek çoğunu birleştiriyor. Gelecek kaygıları çok yoğun. Henüz 20’li yaşlarının başındalar ancak pek çoğu, hiçbir zaman iyi bir kazancı olmayacağına, hiçbir zaman ev alamayacağına, evlenip çocuğu olsa bile ona iyi bir eğitim sağlayamayacağına, sosyal refah devletlerinde yaşayan Avrupalı yaşıtlarının yarısı kadar bile rahat ve huzurlu bir hayat yaşayamayacağına şimdiden kanaat getirmiş durumda. Daha bugünden ileriki yılların umutsuzluğunun ağırlığını taşıyorlar. “Hiçbir şeyin değişmeyeceğine” inanmış durumdalar. Pek çoğu tek çarenin yurt dışına gitmek olduğunu düşünüyor, ancak bu da her genç için yapılabilir bir şey değil. Bazısı ailemi yalnız bırakamam diyor, bazısı burs olmadan gitmesinin imkânsız olduğunu söylüyor, bazısı burs bulsa bile yine de aile desteğinin önemli olduğunu ve ailesinin ekonomik durumunun minimum desteği vermek için bile uygun olmadığını anlatıyor. Kimisi yurt dışı başvurusu yapan arkadaşlarına bakıp kendisini yetersiz hissediyor, bu yetersizlik hissiyle boğuşurken derslerden iyice kopuyor.           

Ne yapmak istediklerine dair konuşmalarda, kamu sektörü mü, özel sektör mü, serbest meslek mi, akademi mi gibi sorular üzerinden giderken, pek çoğu bu saydıklarımızın alternatifler gibi durduğunu ancak bunun gerçekçi olmadığını, bunların aralarında özgürce seçim yapmanın mümkün olmadığını söylüyorlar: “Seçeneksiz hissediyoruz.” Bu seçeneksizliğin, Türkiye’nin son yıllarda içinden geçtiği süreçle, kendi talihsizliklerinin adeta kesişim kümesine denk düştüğünü tarif ediyorlar.             

Dileyelim ki, gençleri üniversiteden kaygıyla değil coşkuyla mezun edeceğimiz günler yakın olsun. Gurur, mutluluk, coşku, geleceğe güven, hayal değil, gerçek bir seçenek olsun…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün