“Bu kültürün içindeki seslerin kaybolmasına içim el vermedi”

Uluslararası tanınan Türk piyanist, besteci, soprano ve müzik terapisti Renan Koen ile Arsuz Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi´nde ve Serinyol-Antakya´da Elif Ovalı tarafından depremden sonra kurulup birçok kişiye yuva olmuş HASAT çiftliğinde gerçekleştirdiği ses hafızası projesi ve piyano konserleri hakkında konuştuk.

Selin Sebla OK Söyleşi
26 Haziran 2024 Çarşamba

Sevgili Renan, Hatay’da büyük ilgi gören bir ses hafızası projesi yaptın. Bu projeyi neden yaptığını biraz anlatır mısın?

Soykırımla ve soykırımdan kurtulanlarla, ayrıca toplumsal trajediler yaşamış ailelerin üyeleriyle uzun senelerdir çalışıyorum ve onlarla yaptığım konuşmalarda gördüm ki ağır bir travma olduğu zaman çok büyük bir donukluk oluyor. Ve o donukluktan ötürü gelecek nesillere bazı bilgiler eksik anlatılabiliyor veya hiç anlatılmıyor. Çünkü geçmişi hatırlamak çok acı verebiliyor. Veya bu travma yaşayan kişiler bu olayla bağlantılarını kesmek istedikleri için geçmişle de bağlantıyı kesiyorlar. Hatay benim için çok özel bir bölge. Babam Mersinli; halam İskenderun’da yaşadı uzun seneler. Hatay bölgesinde tanıdıklar çok. Dolayısıyla oranın eşsiz bir kültürü olduğunu biliyordum ve bu kültürün içindeki seslerin kaybolmasına içim el vermedi. O yüzden ses hafızası projesini başlatmış oldum.

Neler tasarladın ve neleri hayata geçirebildin bu çalışma kapsamında?

Ses hafızası projesi kapsamında Hatay’da 106 kişiyle bire bir röportajlar yaptım. İstanbul’daki Hataylılarla da röportajlar yaptım ve halen de yapıyorum. Bu da bir web sitesi ve bir kitap olarak dinleyicisiyle ve okuruyla buluşacak. Hem konserlerim hem de müzik terapi ve sanat terapisi çalışmalarım oldu. Ayrıca ses hafızası projesi de orada gerçekleşti. Arsuz Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde konser verdim. Daha sonra Hasat’ta bir konser verdim. Hasat, depremden sonra kurulmuş bir yer. Hatay, Tarım, Sanat ve Tasarım olarak geçiyor. Hem Arsuz Füsun Sayek Sağlık ve Eğitim Merkezi’nde anne-çocuk müzik terapisi yaptım hem yine Hasat’ta, civar köylerden gelen anne çocuklara müzik terapisi ve sanat terapisi çalışması yaptım. Daha sonra yine Serinyol’da bulunan SEDYAD’ta, Antakya merkezinde bulunan Zeytin Konağı’nda, Samandağ’da bulunan Samandağ Travma Merkezi’nde ses hafızası görüşmelerini gerçekleştirdim. Son olarak da Arsuz’a tekrar dönüp oradaki ses hafızası çalışmalarını yaptım.

Peki bu proje için dışarıdan destek aldın mı?

Tabii çok önemli destekler aldım ki bu çalışmaların hepsi büyük destekler olmasaydı olamazdı. Öncelikle bu deprem olduktan sonra bu konuyu Alarko’yla paylaştım. Onlar hiç tereddütsüz hemen destek olmaya karar verdi ve tüm projeye maddi destek oldular. Manevi destekleri zaten sonsuz ve çok büyük. Hala iş birliğimiz devam ediyor. Onlar da benim görüşümdeler çünkü. Konu, bir konser verip veya bir müzik terapisi yapıp dönmek değil. Bunu sürdürülebilir hale getirmek için uğraştık. Alarko tamam dedikten sonra Miss Arsuz gönüllüleriyle görüştüm. Çok değerli, çevrecilik bilinciyle kurulmuş bir gönüllü ekibi. Onu kuran, halen başkanı olan Rahel Elvaşvili Butros’a ulaştım. Bana inanılmaz kapılar açtı bu bölgede. Hasat’ı tanıştırdı. İstanbul’da yine Hatay bölgesi için ne yapabiliriz diye düşünüp kurulan Biriz Dayanışma Derneği’ni tanıştırdı. Hasat SEDYAD’la tanıştırdı beni. Üyesi olduğum ve çok değer verdiğim Kültür Mirasını Koruma Derneği ve destek veren sgtfilo var. KMKD üyesi ve Antakya’da çok önemli mimari işler yapan Buse Ceren Gül Zeytin Konağını tanıştırarak kapılarını açmasını sağladı. Başka Yol Açık Yol Açık diye bir dernek var yine Antakya’da, onlar Hasat Psikologlar Derneği'ni tanıştırdılar. Hasat Psikologlar Derneği Hatay Samandağ Travma Merkezi'ni derken biz kocaman bir aile olduk gerçekten. Bu dernekler, konserlerde dinleyenler, çocuklar, müzik terapi çalışmalarına gelenler olsun kalpten kalbe bağlandık ve halen de devam ediyoruz.

Hiç unutamam dediğin ve oradayken istediğin geri dönüşleri almaya başladığını hissettiren deneyimler nelerdi?

Konserler dahil herhalde 700-800 kişiyle görüştüm. Her bir deneyim o kadar değerli ki… Bir hanımefendi, Hatice Hanım, konserden sonra dedi ki, “Bizim için hayat depremde donmuştu ve biz kendimizin kim olduğunu unutmuştuk. Fakat bu konserle, ah evet ben eskiden müzik dinlerdim, konserlere giderdim, ben böyle biriymişim, kendimi hatırladım bu konserde ve çok ağladım”. Herkes çok ağladı zaten. Beni de çok ağlattılar. Ayrıca konserlerde seslendirmek üzere Antakyalı, genç besteci Selen’e bir Antakya türküsü sipariş etmiştim. Selen burada İTÜ Devlet Konservatuarında Türk müziği bölümünde okuyor. “Ne yazayım” dedi. Ben dedim ki “Sen ne istiyorsan, çünkü senden daha iyi bilemem oraları.” Ve bana çok güzel bir türküyü düzenledi. Selen’in bu oluşturduğu eseri seslendirdim konserlerde bununla birlikte konserde bis istendiği zaman sordum “Programdan ne istiyorsunuz” diye. Dediler ki “Antakya Türküsünü”. “Peki beraber söyleyecek misiniz benimle” dedim. “Evet” dediler. Orada birlikte seslendirdik. Çok duygulu anlardı. Hangi birini anlatacağımı bilemiyorum. Çünkü hepsi yaşanmışlıkla ödenmiş. Herkes depremi yaşamış. Yaşamasa bile ailesi yaşamış. Sonra kendileri bölgeye cam pare bir şekilde gelmişler ve nasıl yardım edebiliriz diye böyle inanılmaz görevler üstlenerek çalışıyorlar şu anda. Dolayısıyla yaşamla ödenen bir şeyin geri dönüşünün değeri paha biçilmez diye düşünüyorum.

Müzik terapi ve ses hafızası çalışmalarında Hatay’a özgü nasıl bir yol izledin?

Orada tabii ki çok derin travmalar var. Bu travmayı çözme amacıyla gitmedim oraya. Çünkü travmayı çözmek için erken olduğunu düşünüyorum. Travmayı yaşamış insanlar şu anda hayatta kalma mücadelesi içinde. Psikolojinin temeline de bakarsak hayatta kalma içgüdüsünden sonra gelir bazı şeyler. Dolayısıyla ben sadece yaratıcı çözümler bulabilmeleri için yaratıcı modüller tasarladım müzik ve sanat terapisinde. Ses hafızasına gelince, ses hafızası, kendi müzik terapi metodumdan yola çıkarak yaptığım bir şey. Çok kabaca anlatmak gerekirse, kişiyi rahatsız eden şeylerin bir yüzde hesabı var benim metodumda. Tabii ki rahatsız eden diye geçemiyoruz çünkü içinde bayağı anılar birikmiş oluyor. Onu çok az ve çok filtreli kullanıyorum. Mutlu edenlere de geniş yer veriyorum ve daha az filtreli kullanıyorum. Dolayısıyla kişi bir anda kendisini travmasının içinde bulup da sorunundan kaçmamış oluyor. Bazı travma psikologları, psikiyatristler var benimle çalışıyorlar. Bazı seanslarında ikinci bir terapist olarak bu çalışmayı yapıyorum. Bu şekilde ilerliyorum. Tabii ki yine altını çizmek gerekirse Hatay’da yaptığım bir travma tedavisi değil. Sadece bir hafıza çalışması olduğu için o metottan sadece birkaç soruyu alıp onların ses üzerinden algıladıkları hafızalarının kalıcı olması için uğraştım. Neydi bunlar? Sokak sesleri, aile içinde kaç dil konuşulduğu, varsa söylenen ninniler, dışarıdan duydukları sesler vb. Değişkenlik gösteren birkaç soru sordum. Tabi cevaplara göre bazı sorular da eklemiş oldum. Böyle bir çalışma yapıyorum.

Tekrar gidecek misin?

Hatay bölgesine tekrar gideceğim. Nedenine gelince de aslında orada çok güzel bir açılım oldu. Hatay Psikologlar Derneği, Samandağ Travma Merkezi’nde beni konuk ettikleri zaman ses hafızası görüşmelerini yapayım diye önce benden mini bir seminer rica ettiler. Müzik terapisi nedir diye. Ben anlattım, onlar dinlediler, sorularını sordular. Çok özel anlardı onlar da gerçekten. Ve hem birçok üniversitede öğretmen olan hem de Hatay Psikologlar Derneği başkanı olarak Samandağ'da psikolog görevini sürdüren dernek başkanları bana şöyle bir şey önerdi: “Sizin yaptığınız terapiyi EEG aletleriyle beyin fonksiyonları üzerinde ölçmek istiyorum.” Çok memnun oldum çünkü senelerdir yapmak istediğim bir şeydi. Bir pilot grup seçtik oradayken. Ben yazın onlara sorularımı sorarak süreci başlatacağım uzaktan. Eylül ayında da bizzat gideceğim. Ama bu vesileyle gitmişken de müzik ve sanat terapisi için sözüm olan SEDYAD gibi bazı kuruluşlar var.

Neden yüzyılımızda hafızaya daha çok önem veriliyor?

Kişisel görüşümü paylaşacak olursam, günümüzde tarihi ve güncel gerçekler çarpıtıldığı için belki de hafıza ihtiyacı artık çarpıtmaya karşı kolektif bir başkaldırı olarak sayılabilir. Yemek olsun, yaşam olsun, sokaktaki yaşantı olsun, birbirine duyulan nezaket ve saygı olsun, içtenlik, gerçeklik, hakikat olsun Antakya’nın eşsiz kültürünün bozulmasından gerçekten çok korktum. Antakyalıları gördükten sonra ve konuştuktan sonra, bu kültürün hiçbir zaman bozulmayacağına emin oldum aslında. Bir de tabi dünyaya duyurulması gereken bir eşsizliği var Antakya'nın Hatay bölgesinde. Büyüdüğüm ortamda, gittiğim ülkelerde veya ülkenin başka yerlerinde birtakım topluluklar var. Ben azınlık demeyi hiç sevmiyorum. Topluluklar var ve bu toplulukların kendi dilleri var. Şimdi Hatay bölgesinde şöyle bir şey var. Hiçbir topluluğun kendi dili yok. Ortak dilleri Arapça ve Türkçe. Her yemek ortak. Aynı mahallede herkes oturuyor. Tarihe de bakarsak bu o kadar eşsiz bir şey ki. Bu nereden geçer? Saygıdan geçer. Ama en başta sevgiden geçer. Büyük bir sevgi, büyük bir kapsayıcılık.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün