•İsrail, sadece Doğu Avrupalı siyonistlerin değil, aynı zamanda Orta Doğu Yahudilerinin ülkesidir. Bu bölgede başta Irak (aslında Türkiye´yi eklememiz gerekiyor) birçok ülkede güvenli yaşam imkânı bulamayan Safarad Yahudiler de ilk başta siyonist projeye yakın olmasalar da sonunda İsrail´e yerleşirler. İsrail aynı zamanda sosyalist Yahudi grupların oluşturdukları emeğe dayalı tarım ve zanaat ahalilerinden oluşan bir ütopya hareketidir. Arap devlerinin saldırılarına karşı ayakta kalmış bir askeri güç oluşturabilmiş, şehirlerini, üniversitelerini kurmuş, güçlü bir kamuoyu olan demokratik kurumları inşa edebilmiş bir ülkedir. İsrail daha düne kadar Filistinliler ile ortak bir yaşam kurma idealini koruyan siyasal hareketleri içinde barındırabilmiştir. ALİ YAYCIOĞLU – www.gazeteoksijen.com
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Metin Sarfati’nin “Yahudi İnsandan İnsan Yahudi’ye” kitabından esinlenerek hazırlanan program serisinin ikinci bölümünde, “Bir Arada Yaşama Kültürü” başlığı ele alındı. Arın Alagün’ün moderatörlüğünde gerçekleşen programda, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya tarih ve medeniyetleri üzerine çalışan Mesut Tufan konuk oldu.
Birlikte yaşama kültürü ve çok kimlikli coğrafyalarda ortaya çıkan zorluklar neler? Cumhuriyet dönemi ve modernizmin bir arada yaşama kültürüne olan etkileri nasıl oldu? ‘Misafir olma’ kavramının birlikte yaşam üzerindeki etkileri neler? İspanya’dan Osmanlı’ya göç eden Yahudilerin hikayesi ve ulus devlete geçişte yaşanan kimlik sorunları nedir? Cumhuriyet dönemi, 1934 Trakya Olayları ve Varlık Vergisi bir arada yaşama kültürünü nasıl etkiledi? Tarih nasıl okunmalı? Dünyada yükselen beyaz ırkçılık ve ‘öteki’ kavramı…
Program, Sarfati’nin kitabında ele aldığı kimlikler ve bireyin özgürlük yanılsaması konularıyla başladı. Mesut Tufan, Ortadoğu ve Balkanlar’ın tarihini ve Yahudiliğin Helenistik dönemden Osmanlı’ya uzanan sürecini değerlendirerek, birlikte yaşama kültürünün kökenlerine dair kapsamlı bir perspektif sundu. Ayrıca, küreselleşmenin ve Sarfati’nin “misafir olma” kavramı da bir arada yaşama kültürüne etkileri de tartışıldı.
https://serbestiyet.com/featured/93-yillik-buyukadali-viktor-albukrekin-harikalar-diyari-170909/
Gelelim İsrail'in trajedisine. Bu çok farklı bir trajedi. Bugün İsrail kuruluşundan beri ileri sürdüğü ahlaki iddialarını büyük oranda kaybetmiş, adeta kendine ihanet etmiş durumda.
Bu biraz zor bir konu. Biraz açayım: İsrail ikili bir tarihsel anlatı üzerine yükselir. Bir yönüyle İsrail başta İngiltere desteği ile kurulmuş, daha sonra ABD'nin desteği ile ayakta kalmış, "yerleşimci kolonyal" bir ülkedir. Diğer yanıyla ise tarih boyunca hem Hristiyanlar hem Müslümanlar tarafından kâh aşağılanmış, kâh kovulmuş, kâh soykırıma uğramış bir ulusun varoluş mücadelesi, dünya tarihi içinde bir adalet arayışıdır.
Siyonizm, kutsal topraklar ile özdeşleştirdikleri Filistin'i adeta Yahudilerin terk etmesinden sonra insansız boş bir toprak parçası olarak kodlar. 1880'lerden başlayarak Orta ve Doğu Avrupa'dan ve Rusya'dan gelen yerleşimci Yahudi toplulukları İngiltere'nin desteği ile çoğalır. Zamanla Yahudi ahaliler koloniler kurarken kadim Filistin ahalisi farklı şekillerde topraklarını kaybeder... Holokost sonrasında Yahudilerin devlet kurmaları üzerine fikirler iyice olgunlaşır. 1948'de İsrail devleti kurulur, İsrail devletinin kurulduğu topraklarda ise Filistinlilerin çoğu ülkelerinden kovulur. Yine de kuruluşunda kapsayıcı bir İsrail-Filistin devleti ideali hayatta kalmaya devam eder.
Zamanla, özellikle Arap-İsrail savaşları içinde İsrail devletinin toprakları genişler. İsrail'in eşit haklara sahip Filistinlileri de kapsayacak bir İsrail-Filistin devletine dönüşmesi imkânı zamanla ortadan kalkar. İki devletli çözüm başta Kudüs ve Yahudi yerleşimciler ve Filistin kurtuluş hareketi ile İsrail arasındaki şiddet sarmalı içinde bir türlü hayata geçemez. İsrail zamanla Filistinlilerin ya ikinci sınıf vatandaş olarak ya da sürekli yıldırma siyaseti ile Batı Şeria ve Gazze'de sıkışmış durumda yaşadığı bir apartheid rejimine dönüşür. Arada FKÖ gücünü yitirir. Hamas Gazze'ye İsrail'in kapalı desteği ile hâkim olur.
Ama İsrail'in hikayesi bu anlatıdan ibaret değildir şüphesiz. İsrail, sadece Doğu Avrupalı siyonistlerin değil, aynı zamanda Orta Doğu Yahudilerinin ülkesidir. Bu bölgede başta Irak (aslında Türkiye'yi eklememiz gerekiyor) birçok ülkede güvenli yaşam imkânı bulamayan Safarad Yahudiler de ilk başta siyonist projeye yakın olmasalar da sonunda İsrail'e yerleşirler. İsrail aynı zamanda sosyalist Yahudi grupların oluşturdukları emeğe dayalı tarım ve zanaat ahalilerinden oluşan bir ütopya hareketidir. Arap devlerinin saldırılarına karşı ayakta kalmış bir askeri güç oluşturabilmiş, şehirlerini, üniversitelerini kurmuş, güçlü bir kamuoyu olan demokratik kurumları inşa edebilmiş bir ülkedir. İsrail daha düne kadar Filistinliler ile ortak bir yaşam kurma idealini koruyan siyasal hareketleri içinde barındırabilmiştir.
Demem o ki İsrail'in bir apartheid rejimine dönüşmesi ve buna meydan okuyan çok sert ve kanlı bir saldırıya cevaben soykırım yapan bir ülke olması zorunluluk değildi. Bugün İsrail'de Filistinlilerle ortak bir hayat kurmak iradesi gösterebileceklerin sayısı iyice azaldı. İsrail muhalefeti rejimin soykırımsal müdahalesini, içlerine sindirmeseler de kötü bir zorunluluk olarak görüyor. Dört İsrailli rehinenin kurtarılması için 250 Filistinlin öldürülmesi, kaçınılmaz ve kötü bir "zorunluluk"...
https://gazeteoksijen.com/yazarlar/ali-yaycioglu/dort-trajedi-filistin-israil-abd-ve-turkiye-214096
Smotrich ve Ben-Gvir’in, Netanyahu'nun ateşkes teklifini kabul etmesi durumunda hükümeti devirme tehditleri sıklıkla duyuluyor fakat bunu gerçekleştirecek cesarette olmadıkları düşünülüyor. Değişimin ancak içeriden olabileceğine inandıkları için koalisyonda kalmayı tercih edebilirler, çünkü aşırı sağ İsrail’de hiç olmadığı kadar güçlü.
Beklenen sona her geçen gün daha çok yaklaşan Netanyahu, bu senaryolarla birlikte hala güvende gözüküyor. Zira Gantz’ın ayrılması hükümetin parçalanmasını sağlamak için yeterli değil. Savaş devam ettiği sürece koltuğunda kalacak olan Netanyahu’nun, bu gelişmelerle birlikte bir süre daha görevde kalacağı düşünülüyor. Elindeki tüm kozları oynamak zorunda kalan Netanyahu, rehinelerin kurtarılması konusundaki baskılara dayanarak erken seçimi engelleyebilirse Ekim 2026’ya kadar görevde kalabilir.
İsrail'in Kanal 13 televizyonunun yayınladığı ankete göre, İsrail Meclisi’nde halihazırda 32 milletvekili bulunan Likud'un 120 sandalyeli meclisteki milletvekili sayısı 16'ya düşüyor. İsrail'deki kamuoyu yoklamaları, bugün seçim yapılması halinde muhalefetin Netanyahu'nun blokundan daha fazla sandalye elde edeceğini gösteriyor. Bu nedenle İsrail siyasetinde muhalefetin atacağı adımların önemi her geçen gün artıyor.
Netanyahu'nun hükümet ortakları Ben-Gvir ve Smotrich, İsrail'in en kötü güvenlik felaketlerinden biri sırasında görevde oldukları için kendi krizleriyle karşı karşıyalar.
Bu yüzden Netanyahu'nun söylemlerini tekrar edecek ve fikirlerinin her fırsatta bastırıldığını, marjinalleştirildiğini iddia edecekler.
Keşke sonuna kadar takip edebilseydik diyecekler. Hesap verebilirlikteki bu eksikliği, seçmenlerin liderleri yaptıklarından ziyade kim olduklarına göre desteklemelerinin beklendiği kimlik siyasetinin de tipik bir örneği.
Netanyahu ve aşırı sağcı yoldaşları, dünyanın dört bir yanındaki benzer aşırı sağcı ve popülist gruplarla kurdukları bağları güçlendirecekler.
Bibi'nin Biden'ın 7 Ekim'den sonra İsrail'e verdiği benzersiz desteğe rağmen ABD'de kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimlerinde Trump'ın zaferine dair büyük umutları olması şaşırtıcı değil.
Trump'ın yakın zamanda Gazze'deki çatışmayı sona erdirme arzusunu dile getirmesine ve geçen yıl Netanyahu'nun kendisine ihanet ettiğini ve hızla Biden'a yöneldiğini açıklamasına rağmen bu durum değişmedi.
Daha genel anlamda İsrail kendisini tüm dünyada izole edilmiş halde bulsa da Batı'yı düşman bir İslam dünyası tarafından kuşatma altında gören Batı'daki ve ötesindeki aşırı sağcı gruplar tarafından halen önemli bir kalkan olarak görülüyor.
Bu gidişat, İsrail'i sadece daha fazla bölünmeye, zehirli siyasete ve ortak değerlerden ziyade paylaşılan korkulara dayalı ittifaklara yol açacak tehlikeli bir kaygan zemine itiyor.
Yahudi lobisinin koç başı olan AIPAC’ta 2016 seçimleri öncesinde yaptığı konuşmada Evanjeliklerin de en hassas olduğu hususta tarafını net ilan etmiş, İsrail’in dostu ve hamisi olduğunu, Ortadoğu’da tek ve güvenilir müttefik olarak İsrail’i gördüğünü açıklamıştı. Bu samimi beyanlar, Trump’ın seçim masraflarının yüzde 60’ını Yahudilerin karşılamasının sağlam dayanağı olmuştu şüphesiz.
Bu destek salt vaatlere binaen olamazdı, daha sağlam kazıklara bağlanmalıydı. Filhakika seçim kampanyasının başına Yahudi David Friedman getirilmişti. O Friedman ki seçim zaferi sonrasında ABD’nin İsrail büyükelçisi olarak atanacaktı. Netanyahu tayinden duyduğu sevinci “David, seni İsrail’de, özellikle de Kudüs’te karşılamak için sabırsızlanıyorum” diyerek aslında Kudüs’le ilgili gündemin çok önceden kaynatılmaya başladığının işaretini de vermişti.
Sonuç olarak makalemizde adını andığımız tüm bu irili ufaklı grupların ana hedefinin Gazze’de yaşanan soykırımı durdurmak için kamu diplomasisi yapmak olduğu, halklarda ve siyasette Gazze’yi sürekli gündemde tutmak için çabaladıkları kuşkusuz. Söylem tonları kimi zaman farklılaşsa da tüm bu çabaların toplamı Türkiye’deki genel duyarlılığı diri tutuyor ve siyaset sahnesinde muhalefet partilerini bile geride bırakacak şekilde yönetimin kimi politikalarına etki edebiliyor. Ancak gruplar arasındaki yöntem ve söylem farklılıklarının ötesinde özellikle iktidar kaynaklı yaygınlaştırılan dezenformasyon, komplo teorileri ve itibarsızlaştırma kampanyaları Filistin dostları arasında ortak hareket etmeyi güçleştirmekte. Hatırdan çıkarılmamalı ki her üç blok da heterojendir, birbirinden farklı ideolojik geçmişlerden gelmektedir. Dolayısıyla bir platformda yer alan herhangi bir bileşenin geçmişi ya da kimliği öne sürülerek, oraya odaklanarak platformun tümü karalanmaya çalışılıyor. Bu gibi kuşkuların giderilmesi için taraflar arasında çok daha fazla diyalog gerekiyor.
Bu gruplar, sadece İsrail’le özel ticaretin önce kısıtlanması sonra da tümüyle kesilmesi değil, devlet olarak İsrail’le ilişkilerin kesilmesi, hava sahasının kapatılması, BOTAŞ-SOCAR üzerinden devam eden resmî petrol ticaretinin de durdurulması, Türkiye’de bulunan ABD üslerinin kapatılması ya da İsrail’le koordinasyonda kullandırılmaması gibi talepleri de dillendiriyorlar. İktidarla paralel hareket eden kimi STK’ların da zaman zaman bu talepleri dillendirmesi, üçe bölünmüş aktivist bloklar arasında iletişim kanallarının güçlendirilmesi için ortak noktaların aslında çok olduğunu gösteriyor.
Barışçıl, sivil ve iktidardan bağımsız tutumun doğru tutum olarak belirlenmesi ekseninde Gazze dayanışması gerçekten tüm bu gruplar arasında dayanışma kültürünü geliştirebilir.
https://www.perspektif.online/turkiyedeki-filistin-protestolarinin-hal-i-pur-melali/
Bu kabus gibi koalisyon şimdilerde ultra-Ortodoks genç Yahudilerin savaşa gitmemesini sağlayacak düzenlemelerle meşgul. Halbuki sekiz aylık çatışma sonunda seküler genç erkek ve kadınlar bitkin düşmüş durumda. İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi geçtiğimiz hafta sonu Gazze’deki askerlere daha az dindar “binlerce” yedek kuvvetin bir kez daha cepheye gönderilmemesi için ultra-Ortodoks Yahudilerin askere alınmasına “acil ihtiyaç” duyulduğunu söyledi.
İsrail’in görece küçük muharip subay kadrosu o kadar zayıfladı ki Lübnan’daki savaşı nasıl sürdürebileceğini hayal bile edemiyorum.
Tüm bunları üst üste ekleyince ortaya ekonomik, askeri ve ahlaki aşırılığın pervasız bir örneği çıkıyor. 7 milyon Yahudi nehir ile deniz arasındaki 7 milyonu aşkın Filistinliyi (aralarındaki 2 milyon İsrailli Arap dahil) sonsuza dek kontrol etmek için seferber ediliyor.
Barış zamanında böyle bir şey delilik olurdu. Bugün hafif seyreden ancak her an şiddetlenebilecek üç cepheli savaş zamanında bunu yapmak zırdelilik. İsrail giderek yalnızlaşıyor çünkü bu ajandaya ortak olmak isteyecek müttefik bulmak imkansız.
7 Ekim saldırısını pogroma benzetmek de yanlış. Tarihçiler 19. ve 20. yüzyılda Doğu Avrupa’da görülen pogromların hemen her zaman çete şiddeti vakaları olduğunu, bazen de yerel yetkililer ve polis tarafından desteklendiğini gösterdi. Buna karşın 7 Ekim’deki kanlı eylem Hamas adındaki örgütlü grup tarafından titizlikle planlanıp yönetildi. Çete şiddetine yapılan atıflar Hamas’ın sorumluluğunu gölgelemekten başka işe yaramıyor.
Nazi rejiminin peşinde koştuğu kitlesel kırımı içeren benzetmeler de aynı derecede kötü. 1930’da ordusu bulunan egemen bir Yahudi devleti yoktu. Bugün bir İsrail ordusu mevcut ve 1948’den beri Yahudileri komşularından koruyor.
Bu basit gerçekle yüzleşmemiz gerek: İsrail hükümeti ve ordu teşkilatı küstah ve kibirli bir tavra büründü. Birçok haberin bize gösterdiği gibi, düşüncesizlik etmeyip kendi kademelerinden gelen analizleri ciddiye alsalar Hamas saldırısı büyük ihtimalle hiç yaşanmayacak, yaşansa bile kesinlikle bu kadar ölümcül olmayacaktı.
Siyasi emellerle umursamaz biçimde Holokost ve pogromları hatırlatmak tarihsel açıdan isabetli de değil gerekli de. Hamas’ın İsraillilere ve Gazze halkına yönelik insanlık dışı eylemlerini kanıtlamak için bunlara ihtiyaç yok.
Aksine böyle sözler ailem de dahil olmak üzere geçmişte antisemitizme kurban gitmiş sayısız insanın hatırasını kirletiyor. İsrail-Hamas savaşı her iki tarafın da dili silah olarak kullanmasının nefreti ve çatışmayı uzatmaktan başka işe yaramadığının kanıtı. Böyle yapılmasının en büyük sebebiyse İsrail hükümetinin bütün rehinelerimizi geri getirmek gibi temel meseleleri unutturup dikkat dağıtmasına imkan vermesi.
İsrailliler için Holokost’un gerçek mirası kurtuluş ve uyanış hikayesi olmalı ve bundan böyle halkımızın ezilmemesini sağlamalı. Bu miras liderlerimizin sürekli söylediği gibi kötü niyetli güçlerin yol açtığı ebedi mağduriyet hikayesine dönüşmemeli. Siyonist projenin en değerli yanı, Yahudi topraklarındaki Yahudi halkının geçmişteki ortak anıların farkında olarak ama onlara esir olmadan varlığını sürdürmesi.
Savaş Kabinesini feshettiğine göre, kaldık Netanyahu ile baş başa… Bir önceki yazılarım ve X paylaşımlarımda da söylediğim gibi:
“Bibi’yi, uluslararası hukuki kurumlardan önce, aylardır yetkilerini budamak istediği İsrail’in bizzat kendi yargısı, sanık sandalyesine oturtacak.”
https://x.com/remzzicetin/status/1803077621766308210
The Times of Israel'in haberine göre, bir Başbakanlık yetkilisi, acil durum birlik hükümeti artık olmadığından, bu düzenlemenin bir parçası olarak ortaya çıkan savaş kabinesinin artık geçerli olmadığını belirtti. Bu gelişmenin ardındanNetanyahu ile Savunma Bakanı Yoav Gallant, savaşla ilgili kilit kararları almak üzere diğer ilgili yetkililerle küçük çaplı istişarelerde bulunacak, daha geniş güvenlik kabinesinden nihai onayı almaya çalışacak. Bu yeni bir Savaş Kabinesi’nin kurulmayacağı anlamaına gelmiyor tabii.
Gantz’ın istifadan amacının ne olduğunu şu açıklaması yeterince ortaya koyuyor: "Nihayetinde halkın güvenini kazanacak, zorluklarla yüzleşebilecek bir hükümet kuracak seçimler yapılmalı". Yani bir erken çağrısı yaptı Gantz. Yeniden başlayan protestolarla birlikte düşünüldüğünde çağrının toplumun büyük kesiminde bir karşılığı olduğu görülebiliyor. Muhtemelen bir seçim göreceğiz İsrail’de. Çünkü hem savaşın yönetilme biçimi, hem de halkın gittikçe öfkelenmesine yol açan rehineler sorunu Netanyahu hükümetine fazla alan bırakmayacak gibi görünüyor. Gantz’ın "Netanyahu'ya çağrıda bulunuyorum: üzerinde mutabık kalınan bir seçim tarihi belirleyin" sözlerinin yankısı büyük oldu. Bu eski askeri şefin savaşa ilişkin Başbakan’la düştüğü görüş ayrılığı hayli derin.
Gantz’ın bu tutumunun son derece anlaşılabilir yanları var. Herşeyden önce Netanyahu'nun, İsrail'in kara harekatının 7 Ekim'den bu yana Gazze sağlık yetkililerine göre 37 binden fazla insanın ölümüne yol açtığı Gazze Şeridi için savaş sonrası bir plan sunmamasına tepkili.
Bakalım Netanyahu bu iki istifa sonrası Savaş Kabinesi’ni feshettikten sonra yeniden benzeri bir kabine oluşturacak mı? Bu kabinede aşırı sağcılar da yer alacak mı?
https://halktv.com.tr/makale/netanyahu-savas-kabinesini-feshetti-844368
Maldivler yönetimi İsrail’de yaşayan 2 milyona yakın İsrailli Arap vatandaşları da kapsama riski olduğu için İsrailli pasaportluların ülkeye giriş yasağını ertelemek zorunda kalmış.
Hata ise rezalet ,yok başka nedenlerden dolayı ise bir başka rezalet.
Neyseki bir işe yaradı.İsrail’de bu kadar İsrail pasaportuna sahip Arap vatandaş olduğunu dünya aleme hatırlatmış oldu.Bunların çoğu da kendilerini Filistinli değil İsrailli olarak tanımlıyor.
https://x.com/basyazar/status/1803150510263799990
Bugünlerde aklımı kurcalayan o 3 soru:
👉 İsrail, Gazze’den sonra -2006 yenilgisi travmasına rağmen- Lübnan’a operasyon başlatabilecek mi? Çünkü bu kez karşısında 2006 Hizbullah’ı ve İran’ı olmayabilir. (Daha güçlü ve karmaşık direniş muhtemeldir)
👉 Olası Ankara-Şam uzlaşısına, İran’ın ayak diretmesi, daha ne kadar devam edecek? Ankara-Şam ‘arka kanal diplomasisi’ işe yarayacak mı?
👉 Batı’nın Ukrayna’ya stratejik silah sevkiyatını genişletmesine karşın, Putin’in Batı’ya vereceği cevabın ölçüsü/niteliği ne olacak?
https://x.com/remzzicetin/status/1802661946941902906
https://www.bbc.com/turkce/articles/cz99zpm7yjgo
Wall Street Journal,Hamas’ın Gazze lideri Sinwar’ın kimi Filistinli liderlerle olan özel yazışmalarını ele geçirmiş.
Sinwar’dan Haniye’ye:
‘Gazze’deki sivil katliamlar Hamas’a yardım etmektedir’’.
https://x.com/basyazar/status/1800449319134175430
Bu yüzden eğer bir savaş olacaksa bu savaşın İran ve İsrail'in sınırlarının dışında gerçekleşmesi iki aktöründe de fakto olarak uzlaştığı bir önceliktir. Nitekim aktörlerin ilk kez doğrudan karşı karşıya geldiği 13 Nisan saldırısında dahi bu çekince başvurulan askeri kapasiteler dahilinde açıkça gözetilmiştir. Söz konusu çekincenin iki aktör için önemli ve sınırlayıcı olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki 13 Nisan saldırısı sonrası yeni angajman şartlarının ilk testi niteliğinde olan 3 Haziran'daki İsrail'in Halep hava saldırısına karşılık İran "mütekabiliyet esasına" uygun bir misilleme gerçekleştirmemiştir. Bu örneklerde görüldüğü üzere aktörler mücadelenin ağırlık merkezini önceden de olduğu gibi üçüncül ülkelere taşımış, doğrudan maliyetlerden olabildiğince kaçınarak vekil güçlere ve üçüncül ülkelere maliyetleri yükleme eğilimlerini izlemiştir. Bu durum bölgesel kapsamda süre gelen İran-İsrail mücadelesinin 7 Ekim ya da 13 Nisan öncesi ve sonrası süreçteki değişmeyen en önemli karakteristiklerinden birini sunmaktadır.
https://anlatilaninotesi.com.tr/20240612/1084769896.html
https://www.youtube.com/live/99Wy5zGC2aw
Hizbullah bir taraftan her ihtimale ve hatta geniş çaplı bir savaş ihtimaline dair açıklamalar yapıyor olsa da sık sık “Savaş istemediğini” de vurguluyor. Çünkü ortada açık ve net bir gerçek var; Hizbullah’ın savaşa girmesi demek Lübnan’ın savaşa girmesi demek. Ancak Lübnan bir savaşı kaldırabilecek askeri, siyasi, ekonomik güçte değil. Ayrıca Lübnan’ın savaşa sürüklenmesinin Hizbullah’a nasıl bedeller ödeteceği de belirsiz.
Evet 2006 savaşında Hizbullah, İsrail saldırılarına karşı direniş gösterdi ve İsrail ordusunun geri adım atmasını sağladı. Hizbullah açısından zafer olarak nitelendirilen bu sonuç örgütün Lübnan içindeki siyasi gücünü iyice perçinleyip farklı dinler ve mezhepler dahil toplumdan aldığı desteği büyüttü.
Ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar ve bu sorunların temel sebebi olan mezhepçi yapılanma sebebiyle iyice zayıflayan Lübnan ordusu da Hizbullah’ı partner olarak görmeye başladı. Lübnanlılar hâlâ “İşgal başladığında ordunun sınıra gidecek benzini yoktu ama Hizbullah güçlüydü” diye anlatıyor.
Ancak yıl artık 2024. Köprünün altından çok sular aktı. Ne İsrail eski İsrail ne de Hizbullah 2006 yılındaki kadar bağımsız hareket edebilecek bir yapı. Her şeyden önce Hizbullah, Lübnan içindeki iki ana siyasi kutuptan biri ve bir kez daha belirtmek gerekiyor ki Lübnan’da Hizbullah’sız hükümet kurulamaz, Hizbullah’sız hükümet yıkılamaz. Haliyle bu durum yani Hizbullah’ın, Fransa’dan Suudi Arabistan’a çok sayıda ülkenin kıyasıya nüfuz savaşlarının devam ettiği Lübnan’da perçinlediği siyasi gücü hesaba katmadan, hele de pervasızca askeri gücüne güvenip savaş kararı alması hiç kolay değil.
İşin önemli boyutlarından biri de İran… Hizbullah’a askeri, siyasi, lojistik, finansal, silah dahil ciddi destek akıtan İran elbette bunca ‘yatırım’ yaptığı ve İsrail’e karşı zaman zaman caydırıcı gücü olan bir askeri yapının, yani Hizbullah’ın yıpranmasını istemez.
Bu nedenlerle Hizbullah bir taraftan geniş çaplı savaş dahil her türlü seçenekten bahsederken diğer taraftan amacının “İsrail ordusunun kuzeyde Lübnan sınırı ve güneyde Gazze olmak üzere ikiye bölünmesini sağlamak ve topyekûn, var gücüyle Gazze’ye yüklenmesine engel olmak” olduğunu vurguluyor. Ayrıca Hizbullah tarafından yapılan bütün açıklamalarda “Lübnan-İsrail sınırındaki gerilimin Gazze’de bir ateşkes yapılmasına bağlı olduğu” belirtiliyor.
Çatışmaların diğer tarafındaki İsrail de, Hizbullah ile geniş çaplı bir savaş ihtimalinden hâlâ kaçınıyor gibi görünüyor. Gerçi İsrail Başbakanı Netanyahu üzerindeki uluslararası baskı arttıkça Netanyahu’nun özellikle kuzey yani Lübnan sınırındaki gerilimi alevlendirme ve üzerindeki markajı bölgeye yayma gibi bir hamleye başvurma ihtimali hâlâ oldukça yüksek. Ayrıca İsrail içindeki ve kabinedeki aşırıcı sağcıların baskıları da giderek artıyor. Hem Lübnan’a hem de Gazze’ye son darbeyi vuracak geniş çaplı ve etkili saldırılar yapılmasını isteyen bu kesime göre iyice çıkmaza giren Gazze labirentinden çıkmanın tek yolu bu.
https://www.evrensel.net/yazi/95053/sinirda-tehlikeli-oyun
Makalede Hamas için “terör örgütü” ifadesi kullanılıyor ve PKK-IŞİD gibi diğer terör örgütleriyle benzetme yapılıyor. Ayrıntılardaki hataların ötesinde makale toplam olarak ele alındığında Hamas’a verilen destekteki artışı, verilerle açıklıyor ve bunun nedenlerini ele alıyor. Sonuç olarak “Dokuz ay süren yorucu savaşın ardından artık şu gerçeği kabul etmenin zamanı geldi: Hamas’ı yenmek için tek başına askeri bir çözüm yok” diyor - Cansu Yiğit
https://harici.com.tr/foreign-affairs-hamasin-davasi-7-ekim-oncesine-gore-daha-cazip/
https://fikirgazetesi.org/2024/06/19/rosenbergler-olmemeli/
Emekli Yargıç Ali Suat Ertosun’dan Moris Şinasi Çocuk Hastalıkları Hastanesi için duygulandıran çağrı... ABD’de zengin olan Moris’in vasiyeti ile doğduğu Manisa’ya 1933’te yapılan hastane 2018’de kapatıldı. Hastaneyi kültür varlığı olarak tescil ettiren Ertosun “Moris Şinasi’ye vefa borcumuzu ödeyelim” diyerek Sağlık Bakanlığı’na çağrı yaptı.
https://www.sozcu.com.tr/91-yillik-cumhuriyet-mirasina-sahip-cikin-p58694
Güzel haberler de oluyormuş..
Kapısına ‘Yahudiler giremez’ yazmıştı: O kitapçı kapandı.
https://x.com/basyazar/status/1802998966012809339
🇫🇷 12 yasinda bir kiza 12 ve 13 yasinda (birisi eski erkek arkadasi) 3 erkek tecavuz etti. Bu antisemit bir tecavuz, cunku yapanlar ayni zamanda kiza « pis yahudi » demis ve dini hakkinda sorular sormuslar ve tecavuzun videosunu cekmisler.
Paris’te insanlar belediye binasinin onunde protesto ediyorlar. 12 yasindaki jbr cocuk..
https://x.com/devpinar/status/1803479852588167230
“Hamas'ın yaptığı mantıksız ve kınanacak bir şeydi. Rehinelerin serbest bırakılması gerekiyor. Terörizm gezegendeki tüm vicdanlı insanlar tarafından adlandırılmalı ve onunla mücadele edilmelidir. Hiçbir durumda bunun mazereti olamaz.
İsrail halkının ve onların barış ve güvenlik içinde yaşama haklarının yanındayım. Aynı zamanda İsrail hükümetinin savaşı nasıl yürüteceği konusundaki tercihlerinin tümüne de katılmıyorum. Şiddetin son bulmasını ve yaşanan insani krizden etkilenen masum Filistin halkının ihtiyaç duyduğu hayat kurtaran yardımlara kavuşmasını istiyorum. İsrail'deki pek çok kişinin de bu duyguyu paylaştığını biliyorum.
İsrail'deki ve dünyadaki pek çok insanın yaptığı gibi, İsrail halkının barış ve güvenlik içinde yaşamasını sağlayacak, Filistin halkına da aynı faydaları sağlayacak bir vatanın yanı sıra iki devletli bir çözüme ihtiyaç duyulduğuna inanıyorum. .
Ayrıca İsrail hükümetinin eylemlerine yönelik eleştiriler ile tüm İsraillilere ve Yahudi halkına yönelik suçlamaların rahatsız edici bir birleşimini de görüyorum. Sonuç olarak, küresel antisemitizmde yadsınamaz bir artış görüyoruz. Büyüdüğüm şehrin sokaklarında bunu bizzat görüyorum. Doğru değil ve ihbar edilmesi gerekiyor.
Antisemitizm ne zaman olursa olsun ve nerede olursa olsun kınanmalıdır. Tıpkı İslamofobi ve her türlü bağnazlık gibi. Havada tarihe dair korkutucu bir unutkanlık var. Daha umutlu, adil ve barışçıl bir geleceği ancak geçmişten ders alarak ortaya çıkarabileceğimizi kendimize hatırlatmalıyız.”
Ben Stiller Time için yazıyor:
https://time.com/6989720/israel-hamas-war-ben-stiller-essay/
https://x.com/HenMazzig/status/1803864482885648742
Bugün Capitol'de ortak bir insani ve ahlaki amaç etrafında birleşen endüstri ve siyasi liderlerle birlikteyiz: Gazze'de esir tutulan 100'den fazla kişinin (erkek, kadın ve çocuk) güvenli bir şekilde geri dönüşünü savunmak.
Rachel Goldberg-Polin ile oğlu Hersh'ün yakalanmasının 103. gününde tanıştım. Artık 255. Gün. Rachel'la geçirdiğim zamanlar hayatımda derin ve kalıcı bir etki bıraktı. Bir baba, eş ve oğul olarak ne onların acısını, ne de sevdiklerinin acısını tam olarak anlayamıyorum. Ancak platformu olan biri olarak, onların geri dönüş amacını ilerletmek için sesimi kullanma konusunda eşsiz bir fırsata sahibim ve #BringThemHomeNow gelene kadar bunu kullanmayı bırakmayacağım.
Bu nedenle, liderlik ve nüfuz sahibi konumdaki çoğumuz, bir yandan bu yıkıcı savaşı sona erdirecek bir çözüm ararken, bir yandan da rehinelerin güvenli bir şekilde geri getirilmesi çağrısında bulunuyoruz. İsrail ve Gazze'deki trajik can kaybının yasını tutarken kalıcı bir barış için dua ediyoruz.
Sen de yardım edecek misin? Durumla ilgili öğrenebileceğiniz her şeyi öğrenerek başlayabilirsiniz. Daha fazlasını öğrenmek için https://stories.bringthemhomenow.net adresini ziyaret edin. Konuşun ve bu haberi ağlarınıza yayın. Ve bu çatışmada gereksiz yere yakalanan bu masum rehinelerin güvenli bir şekilde geri dönmesini talep etmek için seçilmiş yetkililerinizle iletişime geçin.
https://x.com/AlbertBourla/status/1803128999679295738