“İnsan, bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa, karanlığında yok olacaktır.” Nietzsche - Böyle Buyurdu Zerdüşt
Avrupa’da aşırı sağın yükselişi ve dünyada üstün ırk anlayışının yeniden gündeme gelmesiyle, milletlerin birbirlerinden üstün olduğuna dair tartışmalar ve gerilimler giderek artıyor. Bu gerilim insanlığı büyük bir hızla 3. Dünya Savaşı’na sürüklüyor. Peki, bu kavramlar nereden geliyor ve neden bu kadar tehlikeli? Daha da önemlisi, gerçek üstünlük nerede yatıyor? Hazır mısınız? Hadi, bu yolculuğa çıkalım ve gerçeği birlikte keşfedelim.
Öjeni, Yunanca ‘iyi’ anlamına gelen ‘eu’ ve ‘doğum’ anlamına gelen ‘genos’ kelimelerinin birleşiminden oluşur ve ‘iyi doğum’ anlamına gelir. Bu kavram, 19. yüzyılın sonunda İngiliz bilim insanı Francis Galton tarafından geliştirilmiştir. Galton, Charles Darwin'in kuzeni olup, doğal seçilim teorisinden etkilenerek, insan popülasyonunun genetik kalitesini iyileştirme fikrini ortaya atmıştır. Öjeni, genetik kalitesini artırmak amacıyla insan üremesinin kontrol edilmesini savunan bir hareket haline gelmiştir.
Öjeni hareketi, 20. yüzyılın başlarında birçok Batı ülkesinde popülerlik kazandı. ABD, İngiltere, Almanya ve diğer bazı ülkelerde öjeni programları uygulandı. Bu programlar genellikle zekâ geriliği, zihinsel hastalıklar ve belirli fiziksel kusurlar gibi özelliklere sahip kişilerin üremesini engellemeyi amaçlamıştı. Sterilizasyon yasaları çıkarılmış ve binlerce insan zorla sterilize edilmişti. Bilinenin aksine ABD, Nazi Almanya’sından önce zorunlu sterilizasyon sürecini başlatan ilk ülkedir. 1907’de İndiana eyaletinde kabul edilen yasayla yaklaşık 60 bin kişi sterilize edilmiş ve 1927'de ABD Yüksek Mahkemesi, ‘Buck v. Bell’ davasında bu uygulamanın anayasaya uygun olduğuna karar vermişti. Kulağa çılgınca geliyor, değil mi? Ama maalesef gerçek!
Üstün ırk kavramı, tarih boyunca çeşitli bağlamlarda ortaya çıkmıştır. Bu kavram, belirli ırkların diğerlerinden genetik olarak üstün olduğunu iddia eden ve bu üstünlüğü korumak amacıyla diğer ırkların üremesini kısıtlayan ideolojilerle, soykırımla ilişkilendirilmiştir. Özellikle Nazi Almanya’sında, öjeni politikaları ırk temelli ayrımcılıkla birleşmiş ve Holokost gibi trajedilere yol açmıştır. Naziler, Aryan ırkının üstün olduğunu iddia ederek milyonlarca insanı katletmiş ve sistematik olarak soykırım uygulamıştır.
Günümüze baktığımızda ise, Avrupa ve dünyanın birçok yerinde aşırı sağın ve ırkçılığın yükselişiyle karşı karşıyayız. Bu insanlar, tarih boyunca defalarca yanlış olduğu kanıtlanmış kavramları yeniden diriltmeye çalışıyor. Özellikle sosyal medyada ve politik arenada, ‘üstün ırk’ söylemleri tehlikeli bir şekilde artıyor. Ama bu tehlikeli oyunlar bizi nereye götürüyor? Mavi kanlılık, dinsel veya ırksal seçilmişlik kavramı medyanın gündeminde, sosyal medyada ön sıralara yükseliyor. Geçmişin hayaletleri tüm yıkıcılıkları ile uyanıyor!
Üst sınıflar, genellikle kendi genetik özelliklerini korumak ve yaymak amacıyla öjeni politikalarını desteklemiştir. Bu durum, toplumsal eşitsizlikleri derinleştirmiş ve ayrımcılığı artırmıştır. Ayrıca, bu politikalar, sağlık, eğitim ve ekonomik kaynaklara erişimde ciddi adaletsizliklere yol açmıştır. Tarih boyunca ‘mavi kan’ ifadesi, soyluluk ve aristokrasiyle ilişkilendirilmiştir. Avrupa'da, özellikle İspanyol aristokrasisinde, ‘sangre azul’ (mavi kan) terimi, soylu sınıfın saflığını ve diğer insanlardan üstün olduğunu belirtmek için kullanılmıştır. Bu ifade, soyluların açık tenli olduğu ve damarlarındaki kanın mavi göründüğü inancına dayanıyordu. Mavi kan, genetik saflık ve tanrısal soya atıfta bulunuyordu. Ancak, bu inançların ve üstünlük iddialarının toplumsal ve etik sonuçları çok daha derin ve tehlikeli oldu ve olmaya devam ediyor. İnsanoğlu yetersizliğini, günahlarını, zaaflarını, gölge yanlarını egonun seçilmişlik illüzyonu ile örtmeye çalışıyor. Bunu bilen liderler temsil ettikleri halkları kendi yıkımlarına doğru sürüklüyor. Tarih bir kez daha tekerrür ediyor… Hem de bile bile!
Andrew Niccol'un yönettiği 1997 yapımı ‘Gattaca’ filmi, genetik üstünlüğün ve öjeninin toplum üzerindeki etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Film, genetik olarak mükemmel bireylerin üstün olduğu bir dünyada, genetik olarak ‘kusurlu’ olanların maruz kaldığı ayrımcılığı anlatır. Filmin kahramanı Vincent, genetik olarak yetersiz kabul edilmesine rağmen, azmi ve ruhsal gücü sayesinde hayallerine ulaşır. ‘Gattaca’, insanın genetik özelliklerinden ziyade, içsel gücünün ve ruhsal evriminin önemini vurgular.
Peki, ruhsal evrim nedir? Adam Kadmon, İnsan-ı Kamil gibi kavramlar ne anlama gelir? Hadi, biraz açalım.
Adam Kadmon: Kabalistik öğretilerde, Tanrı'nın yarattığı ilk insan formu. Bu form, ilahi bilinci ve mükemmelliği simgeler. Yani, Adam Kadmon, ruhsal olarak en yüksek mertebeye ulaşmış insan demektir.
İnsan-ı Kamil: İslam tasavvufunda, ruhsal olgunluğa ve mükemmelliğe ulaşmış insanı ifade eder. İnsan-ı Kamil, içsel yolculuğunu tamamlamış, nefsini arındırmış ve ilahi bilince ulaşmış kişidir. Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak görülür ve topluma rehberlik eder.
Ruhsal evrim, gerçek üstünlüğün anahtarıdır. Üstün İnsan (Übermensch), İnsan-ı Kamil veya Adam Kadmon gibi kavramlar, ruhsal olarak gelişmiş ve aydınlanmış bireyleri tanımlar. Bu bireyler, topluma sevgi, saygı ve anlayış getiren, insanlığa rehberlik eden kişilerdir. Nietzsche'nin düşüncesine göre “İnsan, yanılgılardan ve yücelttiği yanılsamalardan kurtulduğunda eksikli varlığını aşabilecek, kendisini tamamlayabilecektir. İnsan hep kendini aşmaya çalışarak, alt ederek üst-insan olma yolunda ilerleyecektir.”
Öjeni ve üstün ırk kavramları, tarih boyunca toplumsal hiyerarşileri ve ayrımcılığı pekiştirmiştir. Ancak gerçek üstünlük, genetik özelliklerde değil, ruhsal evrim ve aydınlanmadadır. İnsanlığın barış ve huzur içinde yaşaması için bireylerin içsel yolculuklarına odaklanmaları ve ruhsal gelişimlerini tamamlamaları gerekir. Bu, toplumda sevgi, saygı ve anlayışın yayılmasını sağlayacak ve insanlığı gerçek anlamda üstün kılacaktır.
Şimdi, durup bir düşünün: Gerçekten üstünlük genlerimizde mi, yoksa ruhumuzda mı? Belki de insan olmanın anlamı, ne olduğumuzda değil, kim olduğumuzda ve nasıl davrandığımızda yatıyor. Belki de gerçek üstünlük, içsel yolculuğumuzu tamamlayıp, İnsan-ı Kamil veya Adam Kadmon gibi, ruhsal olgunluğa ulaşmakta gizli! Ne dersiniz?