Carlos Santana’yı yazmayı niyetlendiğimde aklımdaki ilk şarkı, yıllardır her daim dinlediğim, görece az bilinen ve kanımca daha yalın olmasına rağmen şiirsel ve berrak gitar tonuyla her türlü ruh halinde kişiyi etkileyen ‘Bella’yı kaleme almaktı. Ancak yazmaya başladıktan sonra gerek hikayesinin ilginçliğinden gerekse tanınmış bir başyapıt olmasından ‘Black Magic Woman’ sırayı aldı ve bir önceki yazımın konusunu oluşturdu. ‘Bella’yı atlamadan müzik yolculuğumuza yine Santana ile devam edip, sanatçının kişiliğinin ve müziğinin doksanlı yılların sonuna dek evrilmesini dile getirerek bu şarkıyı öne çıkarmayı arzuladım.
Carlos Santana önderliğindeki Santana Band, Woodstock festivali ve ‘Abraxas’ albümü ile tüm dünyada üne kavuştuktan sonra, sürdürmek istedikleri müzik stilinde topluluk üyeleri arasında görüş ayrılıkları oldu. Ayrıca Santana’nın kişisel ruh hali değişimler geçirmekteydi. Başta klavyeci ve vokalisti Gregg Rollie olmak üzere diğer üyeler, güncel rock müzik yapmayı tercih ederken, Santana jazz ve Latin tınılarını kullanmakta ısrarcıydı. Miles Davies, John Coltrane ve Pharaoh Sanders gibi caz ustalarının müzik stilleri onu etkiliyordu. Dahası, topluluk üyelerinin sağlık ve uyuşturucu sorunları bulunmaktaydı. Yine de 1972 yılında çıkardıkları ‘Caravansarai’ albümü müzik yönlerinin jazz fusion’a doğru kırıldığını gösteriyordu; üstelik bazı parçalar mistisizmin izlerini taşımaktaydı. Albüm kritiklerde övgüler almakla birlikte, ticari hedefleri ağır basan müzik direktörleri bu yaklaşımla Santana’nın popülerlik açısından üst düzey konumunu kaybedebileceği endişesindeydi. Önceleri çok tutmamasına rağmen zaman içerisinde platin statüsüne ulaşan bu albümün sonlarına doğru gitgide olgunlaşan müziğinden sevdiğim iki parçaya önceki yazımın seçkisinde yer vermiştim.
Carlos Santana ve John McLaughlin guruları Sri Chinmoy ile birlikte (1973)
Caravansarai albümünün yayınlanması sonrasında, Gregg Rollie ve geleceği parlak görünen gitarist Neal Schon topluluktan ayrıldı. Aslında grubun üyeleri yıllar içinde sıklıkla değişti, değişmeyen tek müzisyen sadece kendisi oldu. Santana 1979’a dek sıklıkla rock ve jazz’ın birleşiminden doğan “fusion” müziğine yönelmeyi yeğledi, bu stilin öncüsü virtüöz gitarist John McLaughlin ve grubu The Mahavishnu Orchestra’dan etkilendi. Meditasyona ilgilerinin farkında olan McLaughlin, Santana ve eşi Deborah’ı gurusu Sri Chinmoy ile tanıştırdı. Her ikisi de gurunun müritleri oldular. Santana’ya, “Tanrı’nın ışığı ve gözü” anlamına gelen ‘Devadip’ takma adı verildi. Santana ve McLaughlin ikilisi bu süreçte, ‘Love, Devotion and Surrender’ (1973) albümünü yayınladılar. Avant-garde stilde, Hint ve klasik müzik ezgilerini de içeren diğer bazı albümler bunu takip etti. Albümler müzik kalitesi olarak özellikle caz çevrelerinden olumlu eleştiriler alıyordu, ancak Santana’nın organizatörü Bill Graham, ünlenmesini sağlayan etnik ve latin rock stiline dönmesi gerektiği konusunda onu sürekli uyarıyordu. Zira, fusion müzik stili ana hayran kitlesini uzaklaştırıyor ve satışları düşürüyordu.
‘Amigos’ ve ‘Moonflower’ albümleriyle kısa bir dönem başlangıç müzik tarzına dönmekle birlikte (özellikle ‘Europe’ adlı parça ilk dönem lirik gitar stilini anımsatır), Santana meditasyon ve kişisel arayışlar içinde olduğundan, bu süreçte ticari kaygıdan nispeten uzak ve içe dönük müzikler üretti, popüler olmamakla birlikte kalitesi üst seviyelerdeydi. Ancak, ünlü bir rock idolü olmanın gerektirdiği baskı ve talepler, ruhani bir yaşam tarzı sürmenin gereksinimleri ile çatışıyordu. Sri Chinmoy’un dayattığı kurallar, Santana ve eşine yük olmaya başlamıştı. Gurunun onların ününden faydalanarak daha fazla tanınmaya çalıştığından şüphelenmeye başlamışlardı. Nihayet, Santana ve eşi Deborah 1982’de gurularıyla ilişkilerine son vererek eski yaşam tarzlarına geri döndüler.
Rock ve latin stiline dönmenin ilk güçlü sinyalleri ‘Zebop’ albümü ile geldi. İlginç olan farklı vokalistlerin eşlik ettiği pop etkisinde olduğu söylenebilecek bu albümün ilk bölümünden sonra, sonlara doğru müzik tarzı ve seviyesinin bir anda artmasıydı. Santana’nın kendine has ve kolaylıkla ayırt edilebilen tarzı peş peşe bestelerde hissedildi. ‘Tales of Klimanjaro’ bu parçalar arasında öne çıkarken, sanatçının gitarı ‘I love you much too much’ ile tavan yaptı. Sonrasındaki albüm ‘Havana Moon’ ile, adeta çocukluğunda müziğe ilk adımlarını attığı Meksika Tijuana’daki günlerine döndü.
Santana 1998 yılında, “Hollywood Walk of Fame” ödülünü alırken
Gelelim 1987 yılındaki ‘Blues for Salvador’ albümüne ve içindeki ‘Bella’ parçasına. Sanatçı albümü ailesine ithaf etti; adından anlaşılacağı üzere müziği oğlu Salvador için yaptı, tanıtımında albümdeki müzikleri aşk ve minnettarlık duyguları ile eşi Deborah’ya adadığını belirtti. Santana bu albümü grubuyla değil, bir solo çalışma olarak hazırladı ve 1989 yılında En İyi Rock Enstrümental Performans olarak Grammy’ye layık görüldü. Albümdeki birçok şarkıyı beğenmekle birlikte, favorim açık ara ‘Bella’, hatta tüm Santana besteleri içinde dahi en ön sıralarda. Bu bestede kızı Stella’ya sevgisini ve onun güzelliğini müziğine yansıttı, aynı zamanda ilham aldığı Wes Montgomery, Otis Rush, Buddy Guy gibi gitar üstatlarına hayranlığını ifade etti. Güçlü ve derinlikli gitarının yanında parçada klavyenin eşliği ve yerinde dokunuşları da enfes bir uyum sağlıyor. Santana’nın tutkulu gitarı aynı zamanda hem neşeli hem hüzünlü ve akıcı bir tempo içeriyor. Sonlara doğru bende oluşturduğu duygu ise kısa süreli bir başkaldırı veya isyan, hemen sonrasında ise durulma ve kabullenme. Bu kadar farklı ve karmaşık duyguları böylesine kısa ve yalın bir bestede bu denli saf bir şekilde aktarabilmek sanırım ancak böyle usta sanatçıların yaratıcılığı ile olabiliyor. Yıllar sonra, Santana’nın 2009’daki bir konserinde Bella’yı nasıl çaldığını linkte izleyebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=7bg2KQ35m5Y
Bir diğer başarılı albüm ise 1992 yılındaki ‘Milagro’, yani mucize. Önceki bir konser başlangıcı kaydından alınma olan albüm girişindeki tanıtım konuşmasını, 2. Dünya Savaşı öncesi Almanya’da doğan ve Yahudi olduğundan çok zor şartlarda çocuk yaşta Fransa üzerinden Amerika’ya göç eden zamanın önde gelen müzik organizatörü ve dev konserlerin prodüktörü Bill Graham yapıyor. Santana bu albümünü çok değer verdiği iki kişinin, ilham kaynağı Miles Davis ile mentörü Bill Graham’ın anısına ithaf etti. Her ikisi de bir önceki yıl hayatını kaybetmişti: Davis sağlık sorunları nedeniyle, Graham ise daha genç sayılabilecek bir yaşta helikopter kazasında. Albüm tanıtımında Graham’ın bir deyişi şöyle yer alıyor: “Müzik, ezilen toplumların iç çekişidir. Kalpsiz bir dünyanın kalbidir.”
Nihayet 1999’da sanatçı çok tanınan ‘Supernatural’ albümüyle satış rekorları kırdı, büyük ticari başarı elde etti ve 9 Grammy ödülüne layık görüldü. Böyle büyük başarılara rağmen, albümün müzik kalitesi daha önce bahsettiklerim kadar yüksek midir diye sorarsanız, doğrusu pek emin değilim. Yine de temposu çok neşeli ancak sözleri hüzünlü olan ‘Corazon Espinado’yu, yani “Dikenli Kalbi” keyifle dinlediğimi söyleyebilirim, bir de Eric Clapton ile gitarlarını ‘The Calling’ adlı parçada atıştırmalarını öne çıkarıyorum.
Kapanışı, Santana’nın ‘A Dios’ adlı kısa kapanış parçasının sözleriyle yapalım.
“A Dios, Mis Amigos a Dios, Hasta Manana!!”
KAYNAKÇA:
CARLOS SANTANA
Link’e ulaşmak için:
Spotify / Sami Asa, Playlist adı: MY_18_BELLA_240626