İzlandalı-Danimarkalı sanatçı Olafur Eliasson´un otuz yıllık kariyerinden kapsamlı bir seçki, ´Senin Beklenmedik Karşılaşman´ başlığı altında İstanbul Modern´in ev sahipliğinde izleyicilerle buluştu. Sanatçının odaklandığı su, ışık, renk, algı, hareket, geometri ve çevre gibi konuların izlenebileceği serginin küratörlüğünü, Öykü Özsoy Sağnak, Nilay Dursun ve Ümit Mesci üstleniyor. 2019 yılında, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İyi Niyet Elçisi seçilen Eliasson, sürdürülebilir enerji ve iklim krizini odak alan çalışmaları ile küresel sorunları sokaklardan müzelere getiren önemli isimlerden.
“Keşke bütün dünyanın tek derdi sadece bu olsaydı;
Koyun çiçeği yedi mi? Yemedi mi?
Her şey nasıl da değişirdi…”
Küçük Prens, A. de Saint Exupery
Olafur Elliason da bir anlamda küçük prens. Bir roman kahramanı değil. Bir sanatçı. Üzerinde yaşadığımız dünyamıza bakan, hayır hayır, bakmakla kalmayıp onu deneyimleyen, değişimini izleyen, o değişimin üzerinden kendini fark eden bir sanatçı. Kendini, kendindeki değişimleri ve gittiğimiz yeri, dünyanın gittiği yeri fark eden. Fark etmekle kalmayıp atölyesinde mühendisler, mimarlar, tasarımcılar, renk kimyagerleri, aşçılar ve daha birçok farklı yetkinlik alanına sahip yüzlerce kişiyle birlikte çalışarak bu değişimin bizlerin de farkına varmasını sağlamaya çalışan İzlandalı-Danimarkalı dev bir sanatçı.
Büyüdüğü coğrafyada buzulların yıllar içindeki değişimini gözlemlemiş, bir gemici olan babasından denize -suya- toprağa ve güneşe dair deneyimlerle hemhal olmuş bir sanatçı.
“Bu kadar büyük ekiple çalışan bir sanatçı mı?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama otuz yıllık kariyerinde bu temel malzemeleri sanatına taşıyor Eliasson. Doğaya zararsız yeşil üretim yaptıkları mutfaklarında kurutulmuş sebzelerden öğütülmüş boyaları, kurguladığı makinelerde kullandığı mercekler aracılığıyla güneş ışığı ile yakma tekniklerini, erimekte olan buzullardan kopan buz parçalarıyla boyayı dağıtma yöntemlerini kullandığı eserlerinin yanı sıra çok renkli, çok ışıklı büyük boyutlu enstalasyonlarla izleyiciyi müzelerde oyuna davet eden bir sanatçı o. Mimari ekibiyle yarattığı binalar ve dış cepheler de yaşama oyunu, oyuna yaşamı katan kült eserler.
Oyuna davet diyorum. Evet, bu bir davet. Olafur Eliasson, bu davetine icabet eden sanat izleyicisini izleyici olmaktan çıkaran, sanatı süre giden bir deneyime dönüştüren bir sanatçı. Sergi dolayısıyla İstanbul Modern’de yaptığı konuşmasında Filozof Alva Noë’nin sözlerini hatırlatarak deneyimi tanımladı bizlere. “Deneyim, kişiye verilen, ona gelen bir şey değil, kişinin kendi yaratımıdır.” Bu anlamda ziyaretçiler, eserlerin sadece ‘izleyicisi’ değil, onları yorumlayan ve içselleştiren birer katılımcı aynı zamanda. Eliasson’a göre sanat eseri ancak izleyici tarafından deneyimlendiğinde yaratılıyor. Ve kişi bu deneyim üzerinden, ışıklar, renkler, aynalar ve yansımalar üzerinden kendine (ve dünyaya) yeni bir bakış geliştiriyor.
Yeni bir ben. Olduğunu zannettiği benden çok daha fazlası olduğunu fark ediyor kişi. “Dağılıp paramparça olduğunuz zaman parçalarınızı sevin” diyor Eliasson. Yeni bir ışıkta, yeni bir bakışla bakın kendinize. Yeni bir kent yaratın. Yeni bir dünya. Buzulların uzaklarda bir yerlerde eridiği bilgisine sahip olsanız da onların sizden ayrı oldukları algısında olabilirsiniz. Ama bir de o buzulun yanına gittiğinizde ya da olur da içine girdiğinizde (ki sergide -müzenin güvenlik görevlilerinin tepkisine rağmen- çelik bir buzula girme şansınız var) o buzulun da, o sanat eserinin de, sizin dağılan parçalarınızdan ayrı bir şey olmadığını daha kolay fark edeceksiniz. İzleyici olmayın. Bakın. Okuyun. Eser isimlerini ve tanıtımlarını okuyun. Sergideki her eserde kendinizle beklenmedik karşılaşmalar yaşayın. “Sanatı tüketmeyin, yaşayın.” Çünkü Eliasson’un da dediği gibi “Müzeler alışveriş merkezi değil.” Yaşarken de sanattan ve sanat eserinden ayrı olmadığınızı onun bir parçası olduğunuzu hatırlayın. Bunu sanatçı söylüyor. Ama bunu söylerken şunu da söylüyor: “Bu cümlelerden sanat kelimesini çıkarın doğa kelimesini koyun! O da aynı.” Demek istediği şu… Dağda bir yürüyüşe gittiniz mesela, belli bir noktada kayaların arasından fışkıran şelale ile karşılaştınız. O şelaleye sadece bakıyor musunuz? Yoksa onu kendinizden bir parça olarak deneyimliyor musunuz? Hatta onun üzerinden kendinizi tekrar fark ediyor musunuz? Müzenin kapısından içeri girerken tuttuğunuz kapı kulpunun rengini, şeklini fark ediyor musunuz? Kendinize de, çevrenize bir kaleydoskoptan ya da farklı merceklerden bakar gibi bakıyor musunuz? Ya da sarı ışığın altında kendimizin siyah beyaz halini görseydik sürekli farklı bir ben olmayacak mıydık? Güneşin yaratıcı ve besleyici yanını gördüğünüz gibi, yakıcı yanını da görün. Her sabah işinize giderken orada olan nehri – ya da İstanbul boğazını mesela- fark edin. Ya bu sabah kalktığınızda yemyeşil olsaydı Boğaz? Medya veryansın edecekti belki çevre fabrikalarından kimyasal atık sızmış diye. Ama belki de sadece Olafur Eliasson, onun oradaki varlığını hatırlatmak üzere doğal ve zararsız bir boya akıtmış olacaktı Boğaz’a. Yeşile dönmüş İstanbul Boğaz’ının neresinde konumlandığınızı fark edin. Veryansın edenlerden misiniz? Çözüm arayanlardan mı? Parçalarınızı görün. Parçalarınızın yanında çevrenizde, arkanızda, karşınızda olanların parçalarını da görün. Bencillikten uzaklaşın. Bütünden ayrı olmayan parçalarınızı sevin. Çünkü zaman akıp gidiyor. Bu akış süresince dünya da siz de her an bir değişim içindesiniz. Fark edin. Ve bu değerli zamanın içinde o şelale ile karşılaştığınız an (tabi burada konu sadece şelale değil, o yürüyüşteki hatta hayatınızın her anında) şelale ile ne kadar bütünleşebildiğinizi fark edin. Fiziksel bedeninizle zihniniz arasındaki boşluğu doldurun. Çünkü ancak o zaman, parçalarınızı sevip, bu parçaların sizden ayrı olmadığını fark ettiğiniz o zaman kendiniz olan dünya için iyi bir şeyler yapacaksınız. O gün, bütün dünyanın tek derdi sadece bu olacak:
“Koyun çiçeği yedi mi? Yemedi mi?”
Meraklısına not:
Olafur Eliasson’un ‘Kendinizle Beklenmedik Karşılaşmalar’ sergisini mutlaka eserlerin isimlerini ve müze duvarlarında eserlerle ilgili yazılı bilgileri okuyarak deneyimleyin. O zaman sergiden çok daha deneyimleyerek çıkacaksınız. Demedi demeyin.