Futbolun Avrupa kıtasındaki öneminin adım adım arttığı yıllarda hem kıtanın hem de futbolun tarihi paralel bir değişim gösterdi.
Ben 2000 yılında doğdum. Çok sık düşündüğüm bir konu da ben dünyaya gelmeden önceki dünyanın günümüzdekinden ne kadar farklı olduğu. Bunun en güzel örneği 50-60 yıl öncenin Avrupa’sının günümüz Avrupa’sından apayrı oluşudur. İlginç bir şekilde de bu tarihi tamamen spor tarihi ile de görebiliyoruz. Aktif olarak devam eden UEFA Avrupa Şampiyonası şerefine de bu hafta hem turnuvanın hem de kıtanın tarihinden bahsedeceğim.
Avrupa ülkelerinin birbirleri ile ayrı bir turnuva yapması fikri oldukça eski bir fikir. 1900’lerin başlarında Birleşik Krallık ülkeleri ile İrlanda arasında küçük uluslararası bir turnuva oynanıyordu. Benzer bir şekilde Avusturya öncülüğünde merkez Avrupa’da farklı bir turnuva organize ediliyordu. Bütün Avrupa’yı kapsayan bir turnuva fikri 1927’de ortaya atılmış olmasına rağmen Avrupa ülkeleri bunu organize edemedi. Turnuvanın oluşumu da İkinci Dünya Savaşının bitişini beklemek zorunda kaldı. 1960’da ilk Avrupa Şampiyonası Paris’te organize edildi. Bu turnuva hem sosyo-politik hem de taktiksel olarak çok şey anlatıyor. Öncelikle, Yugoslavya ile Sovyetler Birliği mücadele ettiği karşılaşmayı Sovyetler Birliği kazanıyor. Bu iki ulusun da zamanın ideolojik savaşından dolayı uluslararası spora verdiği önem bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Aynı zamanda Fransa ile Yugoslavya arasındaki yarı final mücadelesinin 5-4 bitmesi günümüzde neredeyse hiçbir turnuvanın yarı finalinde göremeyeceğimiz bir sonuç. Zamanın daha az taktiksel ve açık futbol anlayışını da çok güzel betimliyor.
1960’lı yıllar
1964 ile 1968 turnuvaları sırasıyla ev sahipleri İspanya ile İtalya’nın turnuvayı kazanması ile sonuçlanıyor. Bu süreçte Sovyetler Birliği ile Yugoslavya finale kadar çıkmayı başarıp turnuvayı kaybediyorlar. 1968 turnuvası hakkındaki en ilginç hikaye kesinlikle İtalya’ya ait. Zamanında eleme maçları uzatmalar sonrasına beraberlik ile sonuçlanırsa günümüzdeki gibi seri penaltı atışları yerine yazı tura ile sonuçlanıyordu. İtalya da üstün bir taktiksel başarı sergileyerek “tura” tahmini ile finale çıkmaya hak kazandı. Finalde ise yine acayip bir sonuç elde edildi. Finallerde berabere kalınması durumunda yazı tura yerine aynı maç bir kez daha oynanıyordu. İtalya ile Yugoslavya arasındaki maçın berabere bitmesi üzerine iki gün sonra tekrar maçı oynandı ve İtalya galibiyet ile kupayı müzelerine götürdü.
1970’ler Batı Almanya ile Çekoslovakya’nın yılları olarak kalacaktı. 1972 turnuvasını Batı Almanya kazandı ve 1976’da turnuvanın ilk penaltı atışları ardından Çekoslovakya’ya mağlup oldular. Bu yıllar içinde futbolun öneminin artışı ile yazı tura atışları ve tekrar maçları yapılmayı bırakıldı. Aynı zamanda Soğuk Savaş’ın sonlarının yaklaşması ile Yugoslavya eski gücünü kaybediyor, Sovyetler Birliği’nin ise Batı Almanya’da finalde aldıkları 3-0’lık mağlubiyet sanki futboldan çok daha fazlasını temsil ediyordu.
80’lerin şampiyonları
1980 ile 1984 turnuvaları sırasıyla Batı Almanya ve Fransa’nın galibiyetleri ile sonlandı. Fransa’nın şampiyonluğu kendi evlerinde gerçekleşti ve 1960’da oluşan hayaller gerçekleşti. 1988 turnuvası ise finalde Van Basten’in Sovyetler Birliğine attığı gol ile ölümsüzleşti. Futbol tarihinin en büyük iki hocalarından olan Valeriy Lobanovskyi ile Rinus Michels arasında mücadele aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin aldığı ikinci anlamlı mağlubiyet olarak sonuçlandı. Zaten artık duvar yıkılmak üzereydi.
Danimarka sürprizi
1992 turnuvası tarihin en inanılmaz hikayelerinden birine ev sahipliği yaptı. İçerde yaşanan sıkıntılardan dolayı turnuvaya katılamayan Yugoslavya’nın yerini alan Danimarka sürpriz bir şekilde turnuvayı kazanmayı başardı. Bu turnuva aynı zamanda “geri pas” kuralının ortaya çıkmasını sağlayan turnuva olarak bilinir. Danimarka takımı sürekli vakit geçirmek için kaleciye pas atmış ve kaleci Peter Schmeichel topu eline alarak süreyi eritmişti. Bu büyük peri masalının arından 1996’da Almanya (artık bütünüyle) turnuvayı kazandı ve kendilerini Avrupa futbolunun liderleri olarak ilan ettiler.
2000’li yıllar Avrupa’nın her geçen gün daha da birleşmesini ve Avrupa Birliğinin güçlenmesini sergiliyordu. Yapılan üç turnuvanın ikisi birkaç ülkenin ortak ev sahipliği ile organize edildi. En şaşırtıcı hikaye 2004 yılında sürpriz bir şekilde Yunanistan’ın şampiyonluğu olsa da 2008 yılında Türkiye’nin yarı finale çıkması Türk futbol tarihinin en büyük başarılarından biri olarak akıllarda kalacaktır. Aynı sene İspanya ve Almanya arasında oynanan final ise bir maçtan ziyade bir futbol ideolojisi maçıydı. Avrupa futbolunu domine eden Almanya yeni jenerasyonu ile dikkat çeken İspanya’da mağlup oldu. İspanya bu galibiyet ile Avrupa futboluna tamamen hakim oldular. Hatta 2010 yılında Dünya Kupasını kazanan takım 2012 yılında finalde İtalya’yı 4-0 yenerek bir kez daha Avrupa Şampiyonasını kazandı. Bu süreçte İspanya kendisi ile özleştirilen futbol stilini bir marka haline getirmeyi başardı.
2016 turnuvası Portekiz’in sürpriz şampiyonluğu ile sonuçlandı ve Fransa bir kez daha kendi evlerinde büyük hayallere rağmen mağlup oldu. 2020 yılındaki turnuva COVID-19 pandemisi yüzünden 2021’e ertelendi. Globalleşen dünyayı en güzel anlatan bu turnuvaya bütün Avrupa ev sahipliği yaptı ve 11 farklı ülkede maç yapıldı. İngiltere’nin finalde kaybettiği maçın ardından final maçında penaltıyı kaçıran üç oyuncunun ten renginden dolayı ülke içindeki ırkçılığı gün yüzüne çıkardı. Günümüz Avrupa'sındaki bu büyük problem de bir kez daha futbol arenasında sergilendi.
Ve 2024
Ve şimdi 2024 turnuvası. Turnuva öncesi ev sahibi Almanya’nın forması Adidas ‘Typisch Deutsch / Tipik Alman’ başlıklı çok güzel bir reklam çıkardı. Reklam, yıllar içinde Almanya’nın ne kadar değiştiği ve farklı kültürlere ev sahipliği yaptığını anlatıyor. Avrupa da futbol da değişmeye devam ediyor. Umarım ki yıllar sonra bu turnuvaya dönüp baktığımızda da pozitif değişimin habercisiymiş diyebiliriz. Bazen öyle hissetmesek de.