Ben başarı odaklı biriyim. Olmaktan çok yapmaya ve yaptıklarımla değer bulmaya çalıştım yıllarca. Yapmamayı bilmiyorum. Azimli, çalışkan ve kafasına koyduğunu gerçekleştirmek için kendi şartlarını zorlayan biriyim. Gelişim için alternatif yollar araştırır, farklı stratejiler denerim. Kendimi bildim bileli böyleyim. Performansıma o kadar odaklanırım o kadar inanırım ki kim olduğumu ve ne istediğimi unutacak hale gelebilirim. Kişisel gelişim yolculuğum bana yapmak kadar olmanın önemini öğretti ve hatta deneyimletti ancak içerdeki ben, Jung’un ‘öz’ dediği halim yine de ‘başarıyı’ hep sevdi, seviyor.
Başarıyı sevmenin dikenleri var elbet! Hem zaten kim sevmez ki başarıyı. Burada ‘başarı’ tanımımız önem kazanıyor. Çalıştığım gençlere ve ebeveynlere hep sorarım başarı tanımlarını. Doğrusu yanlışı yok çünkü başarı tanımımız seçimlerimizi, yaşam yolumuzu belirliyor.
Gençlik yıllarımda komşumuzun kızı, ki benden yaşça küçüktü, başarı mutlu bir yuva kurup anne olmaktır demişti. Çok şaşırdığımı hatırlıyorum ve hatta yargıladığımı; benden küçük başarı olarak kendine koyduğu hedefe bak diye içimden geçirmiştim… Bir başka tanıdığım başarı okulunu okuduğun işi yapmaktır demişti o dönemde verilen tüm kararların gelecekteki beni yansıttığını varsayarak. Başarı çok para kazanmaktır diyeni hatırlıyorum paranın sunduğu konforu arzuladığı için. Statüdür diyenler hiyerarşik olarak değerini yukarıya çekmek isteyenlerdi. Fiziksel güzellik, fit bir bedene sahip olmayı da başarı olarak görmek mümkün, akademik ya da profesyonel bir hedefe ulaşmak da…
Hal böyle olunca galiba başarı tanımını yargılamaktansa netleştirmeye ve o yönde önceliklerimizi hayata geçirmeye odaklanmak gerekiyor.
Başarı odaklı olunca bende sistem böyle işliyor.
***
Geçtiğimiz haftalarda koçluk destek gruplarımdan birinde ‘Enneagram’ tanıtımı ve koçlukta uygulanması üzerine bir paylaşım yapıldı. Bilmeyenler için Enneagram kişinin dünyayı ve kendini nasıl algıladığını, hislerini nasıl yönettiğini inceleyen ve buna dayalı geliştirmiş olduğu davranış kalıplarını 9 tiple özetleyen bir sistem. MÖ 2500’lü yıllara dayanıyor öğretisi.
Don Richard Riso ve Russ Hudson’un Enneagram ile Kişilik Analizi adlı kitabı bu dokuz tipi şöyle özetliyor:
1. Reformcu: ilkeli, amaçlı ve kontrollü, kusursuzluk peşinde
2. Yardımcı: cömert, kendini göstermeyi seven, insanları memnun etmeye çalışan, baskı kuran
3. Başaran: duruma uyan, hırslı, imaj meraklısı ve küstah
4. Bireyci: canlı ifade gücü olan, etkileyici, romantik, saklayıcı ve değişken ruh halli
5. Araştırmacı: yenilikçi, beyinsel, mesafeli ve kışkırtıcı
6. Sadık: güvenilir, kendini adayan, savunmacı ve şüpheci
7. Hevesli: kendiliğinden davranan, çok yönlü, dikkati çabuk dağılan, aşırıya kaçabilen
8. Meydan Okuyan: öz güven sahibi, kararlı, hükmedici ve yüzleşme eğilimli
9. Barışçı: destekleyici, uyumlu, kopuk ve inatçı
Bu tiplemeler ülkelerle bile özdeşleştirilmiş. Bana çok ilginç geldiği için paylaşıyorum: İsviçre ve Japonya mükemmeliyetçi, Türkiye yardımsever, Çin başarı odaklı, İtalya ve Fransa özgün, Finlandiya ve Kanada araştırmacı, Almanya sorgulayan, Brezilya Maceracı, Rusya ve İsrail Meydan Okuyan, Meksika Barışçı.
(İnternette ücretli/ücretsiz bu testi yapıp kendi tipolojiniz keşfedebilirsiniz. Ancak geribildirim için danışmanlık almanızı tavsiye ederim.)
Bilin bakalım ben kaçıncı tip çıktım?
Evet ‘başaran’ ya da ‘başarı odaklı’.
Şaşırdık mı?
***
“Bir işi nasıl yaparsan her işi öyle yaparsın” diyor Martha Beck, Oprah’nın yaşam koçu.
Bunu ilk duyduğumda nasıl da itiraz etmiştim. “Hayır, canım ne alakası var?” diyen zihin sesimi çok iyi hatırlıyorum. Zaten şu zihin sesimle neye hemen itiraz ettiysem zaman içinde onu kabul ettim, hatta gerçeğim olduğu ile yüzleştim. Artık belki de bu yüzden o hemen itiraz eden Aylin yerine daha az reaktif versiyonumla durmaya çaba harcıyorum. Sonradan tornistan etmemek için. Kendimle daha barışık ve dengede olabilmek için…
Şimdi Martha Beck’in sözünü tekrar okuyun ve yaşama karşı tutumunuza bakın ve bu ifadeyi lütfen sadece başarı odaklı algılamayın.
Sabırsızsa kişi her konuda sabırsız ve aceleci oluyor, olumsuzluklara odaklanan biriyse yolunda gitmeyenler keyfini kaçırır ve sürekli şikâyet eden birine dönüşüverir. Dünyayı güvenilir görmüyorsa her konuda risk analizi yapar ve çekimser kalır. İhtiyacı olan cesaretle buluşmakta zorlanır.
Yeter ki davranışlarımız şekillendiren kalıpları fark edelim. O kalıplar ki kırıldığında bize sayısız fırsat ve büyüme noktası olarak geliyor. Konfor alanında büyüme olmadığını biliyoruz. Bazen konfor alanı dediğimiz şey şikâyet etmek ve söylenmek olabiliyor.
Gelelim bugüne.
Bugünkü Aylin başarı tanımını yaparken kendi gerçeğiyle yaşayabilmek diyor. Uyumlu, kabul gören, sevilen olmak yerine kendi doğrularıyla, arzularıyla hayalleriyle barışık ve o doğrultuda eylemlerine şekil verebilen olmak.
Ulaşılması mümkün en ‘zor’ hedef galiba kendin olmak. Olduğun halinle değerli olduğuna inanmak ve kendi gerçeğini gerçekleştirmek üzere yaşayabilmek.
Yolda öğrenecek çok şey var başarmak uğruna öğrenmenin keyfini sürecin hediyelerini kaçırmadan yaşamak lazım…
Sevgiyle…