Geçen Mevsimin En İyi Oyunları-III

Bu yazıda İKSV Tiyatro Festivali´nde prömiyer yaptıktan sonra sezon boyunca izleyici ve eleştirmenlerin çok beğenerek izlediği oyunlardan en öne çıkanlarından söz edeceğim.

Sanat
10 Temmuz 2024 Çarşamba

‘Çirkin’

1920’lerden 2000’lere kadar hizmet verdikten sonra kapanan, restore edilerek 2021’de Hope Alkazar adıyla tekrar açılan Alkazar Sineması’nda özel bir teatral deneyim olarak tasarlanan ‘Çirkin’, Anadolu gelenek ve masallarından esinlenen gerçeküstü bir lanet hikâyesini, fiziksel tiyatroyla dijital enstalasyonu ustalıkla harmanlayarak aktarıyordu.

Firuze Engin’in yazdığı, Lecoq ekolünden Güray Dinçol’un yönettiği ‘Çirkin’de bin yıllardır yaşayan çirkin mahlûk Şiva’yla (Nihal Yalçın) kendisiyle birlikte lanetlenerek ölümsüzlük cezasına çarptırılmış Tavuk (Onur Berk Arslanoğlu), geçmiş ve bugün arasında gezinirler. Zamanın dışına atılmış iki karakterin didişmeleri sahnedeki anlatı evreninde gerçekleşirken, hikâyenin geçmişine ait parçalar, duvarlardaki etkileşimli görüntü evreninde canlanır.

Dinçol, teknolojinin görsel işitsel şölene dönüştürdüğü Çirkin’i izleyicilerin arasında yaşanan bir clown / bufon gösterisi olarak sahnelemişti. Kimyaları müthiş uyuşan, çılgın kostümleri, ürkünç makyajlarıyla tanınmaz hâle gelmiş Nihal Yalçın’la, bu yıl Afife Jale’de aldığı En İyi Erkek Oyuncu ödülünü bileğinin hakkıyla kazanmış Onur Berk Arslanoğlu, gösteriyi 80 dakika boyunca soluk aldırmaksızın götürüyorlardı.

Festivalin ve sezonun en iyilerindendi. Gelecek sezon da Hope Alkazar’da olacak. Kaçırmayın. 

‘Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın

Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı’

 

İBB’nin restore ederek kültür merkezine dönüştürmekte olduğu Metro Han’ın üst katında yazar-çevirmen-dramaturg Ferdi Çetin ile yönetmen-oyuncu Kayhan Berkin’i ilk kez bir araya getiren ‘Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı’, geleneksel bir anlatıya odaklanmak yerine düşsel bir atmosferde anların, imgelerin ve duyguların peşinden giden bir oyun.

Merve Yörük’ün mekâna özgü enstalasyonuyla bir yazarın çalışma odasına, bir müze-eve dönüştürdüğü ortamda gerçekleşen bu rüya gibi oluşum, Ferdi Çetin’in yaratmış olduğu, bizimkine benzer, ancak kuralları ve anlamları biraz farklı bir paralel evrende geçer. İzleyici bu evrene girdiğinde, bir kadının parçalı anlatısı etrafında şekillenen bir anne kız ilişkisi üzerinden geçmişe açılan öykünün kıvrımlarında kaybolur, bu yeni gerçeklikleri anlamaya çalışır, yaşadığımız çağ üzerine sorular sorar. Seyirci, genç kontrtenor Anıl Aslan’ın nefis aryasının eşliğinde çıktığı bu yolculukta yaşadıklarını kimi zaman çözemese de yolculuktan müthiş zevk alır

Kayhan Berkin’in didik didik ettiği zor metnin anlaşılamayanını açıklamadan hissettiren parlak yorumu yolculuğun keyfini kat kat arttırır.

Berkin’in Ayşe Lebriz Berkem, Nergis Öztürk ve Okan Urun’le birlikte oynadığı ekibin toplu performansı kusursuz. Özgün ve ayrıksı bir metnin benzersiz bir mekândaki bu farklı ve etkileyici sahnelemesi, gelecek sezon da Metro Han’da olacak.

‘Büyük Zarifi Apartmanı’

Ana karakterlerden biri olan binanın adını alan ‘Büyük Zarifi Apartmanı’, proje tasarımını ve yönetmenliğini İlyas Özçakır’ın yaptığı, yapımcılığı Anna Maria Aslanoğlu’nun üstlendiği, apartmanın üç farklı dairesinde geçen üç ayrı hikâyeden oluşan, İstanbul’da doğup sürgünlerle evlerinden, yaşadıkları sokaklardan, komşularından, arkadaşlarından, mezarlarından ayrılmak zorunda bırakılan Rumların yaşadıkları üzerine ayrıksı bir çalışma.

‘Bir Ev Hatırlıyorum’, kiracı Serap’la (Pınar Fidan) eski komşusu Tasula’yı arayan Rodoslu turist Elefteria (Rasmi Tsopela) arasında geçer. Birbirinin dilini bilmeyen iki kadın, Serap’ın yarım yamalak İngilizcesi, ‘translate’, çoklukla da bakış ve beden dilleriyle iletişim kurarlar.

1964’te Kıbrıs olaylarına ‘koz’ olarak Yunan uyruklu İstanbul Rumlarının ülkeyi terk ettirilmelerinin anımsandığı ‘Mavi Çiçekler’de, eski Rebetiko şarkıcısı, Tasula’nın ahretliği Hrisula, Tasula’yı ve ailesinin mezarlarını bırakıp gitmediği için kardeşini, aşkını, şarkıcı ve müzisyen arkadaşlarını kaybeder. Hrisula’nın perdeye yansıyan anılarına izleyiciler de şahit olur.

‘Çatlakların Arasında, Orada Bir Yerlerde’, katıldığı eylemde polisten kaçarken huysuz Leandros’un (Gafur Uzuner) evine sığınan Aslan’ın (Umut Çınar) hikâyesidir. Telefonla Yunanistan’da yaşayan oğluna ulaşmaya çalışan Leandros, istemeyerek evine aldığı Arslan’ı bir an önce göndermeye çalışırken, aralarında gelişen diyalog görünenden daha fazlasını ortaya çıkarır.

Metinlerinden, sahneleniş ve oyunculuklarına, özgün ve farklı bir deneyim. İzlemediyseniz gelecek sezonda kaçırmayın.

‘Flu Lysistrata’

 

Kocalarının savaştan dönmesini beklemekten usanan Atinalı ve Spartalı kadınların barışı sağlamak amacıyla başlattıkları, “barış yoksa cinsellik de yok” olarak özetlenebilecek aşk grevini ele alan Aristofanes’in ‘Lysistrata’sı, tiyatro tarihinin ilk savaş karşıtı komedisi. Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın, çok farklı ve etkileyici bir bakışla yeniden yorumladığı, Barış Arman’ın yönettiği ‘Flu Lysistrata’, Ceren Ercan’ın metni yeniden oluştururken farklı ufuklara da açılan olağanüstü dramaturgisi aracılığıyla, antik öyküyü kimlik, cinsellik, iktidar, statüko üzerinden yeniden irdeliyor, tüm bunların sahne üzerinde var oluşunu sorguluyordu.

Lysistrata’yı bir tür atölye çalışması olarak sahneleyen BBT ekibinden sekiz oyuncu ilk provaları anımsıyorlar, metni tartışıyorlar, anlayışlarını ve kişisel deneyimlerini sahneye taşıyorlar, konu ve olaylar hakkında ne düşündüklerini sordukları seyircileri de sürecin bir parçası hâline getiriyorlardı.

Barış Arman’ın doğaçlama izlenimi bırakan, son derecede doğal bir toplu performans olan sahnelemesi, seyirciyi pasif izleyicilikten çıkarıp aktif katılımcıya dönüştüren yapısıyla, tiyatronun özünü sorgulayan, geleceğin tiyatrosuna açılan müthiş etkileyici bir çalışmaydı.

‘İstanbul Mon Amour: Beyoğlu’

Festivalin sekiz saati bulan kapanış etkinliği ‘İstanbul Mon Amour. Beyoğlu’, yazdığı ve yönettiği oyunlarla çok sayıda ödül alan, mekâna özgü çalışmaları, tarihle kurmacayı harmanlayan özgün metinleri görsel-işitsel birer şölene dönüştürdüğü farklı sahnelemeleriyle ün kazanmış Ahmet Sami Özbudak’ın yönetiminde bir projeydi. 

Oyun dizisi, izleyicileri Beyoğlu’nun görkemli tarihinde benzersiz bir yolculuğa çıkararak, anılarda kalmış, farklı kültürlerin zenginleştirdiği, çok dilli, dinli, kozmopolit Beyoğlu'na sekiz saatliğine geri götürmüştü.

Bu, Beyoğlu’na tiyatronun büyüsüyle sarmalanarak bırakılmış aşk mektubunda, Osmanlı’dan günümüze sayısız yaşanmışlığın tanığı, yıllarca Levantenlerin, Yahudi, Rum, Ermeni azınlıkların ve elit Müslümanlarının çocuklarına eğitim veren üç Fransız Lisesi, salonları, sınıfları, koridorlarıyla birer sahneye dönüşmüş; gerçek hikâyelerden esinlenerek yazılan oyunlarla şehrin geçmişine dair düşler, heyecanlar ve aşklar izleyicilere yaşatılmıştı.

Özbudak’ın, yarattığı monologlar müzesini kat kat aşan bu müthiş etkileyici tiyatro maratonu, Notre Dame de Sion Lisesinde, Burak Üzen’in kusursuz Fransızcası ve nefis Türkçesiyle izleyicileri karşıladığı son derece sevimli monologla başladı.

Seyirciler, galeride Ahhan Şener’in doğallıkla yorumladığı ‘Aynı Anda İki Yerde’nin ardından 121 no.lu dersliğin sıralarında, 7 Eylül 1955 sabahı Madam Argıri’nin vereceği son dersin öğrencileri oldular. Sema Elçim’in yazdığı ‘1955’, ekalliyetin dükkânlarıyla meskenlerinin yağmalandığı, mutfaklarından kadınların, kundaklarından bebeklerin, mezarlarından ölülerin çıkartıldığı meşum 8-7 Eylül trajedisini 10 dakikaya sığdıran, pırlanta misali, boyu küçük değeri çok büyük bir mücevherdi. Kerem Pilavcı’nın ustalıkla yönettiği Burcu Halaçoğlu'nun, dozunda Rum aksanıyla, her bir gözyaşının yüreğimizi dağladığı hoca hanım yorumu müthişti.

NDS programı, çok amacı salonda Ozan Ömer Akgül’ün yarı fantastik şiirsel oyunu ‘Regine’, kafeteryada Kerem Pilavcı’nın ‘Müessif Bir Hadise’siyle devam etti ve gösteri salonunda Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği 40 dakikalık nefis aşk ihanet ve ölüm öyküsü ‘Ateşbazlar’la son buldu.

Koştura koştura ulaştığımız Galatasaray Lisesinin Tevfik Fikret Salonu’nda Fatma Onat’ın yazdığı ‘Ah!’ı, sınav salonunda, Dicle Doğan’ın dans tiyatrosu ‘Terk-i Dünyam’ı izledik. Tekrar Tevfik Fikret Salonu’nda, eski Galatasaraylı, Okan Bayülgen, okuldan abisi Ferhan Şensoy anısına ‘Kalemimin Sapını Gülle Donattım’ kitabından bölümler okudu.
Uzun günün son durağı Saint Benoît’da, Kerem Pilavcı’nın ‘Bir Nebatın Gölgesi’, Canan Atalay ve Ayfer Dönmez’in faklı yorumlarından izlendi. Gösteri Salonunda, Özbudak’ın yazıp yönettiği, 10 kuşaktır cellat olan, lanetli adamın öyküsü ‘Bab’ gösterinin ve festivalin kapanış oyunu oldu.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün