Yorgos Lanthimos ´MERHAMET HİKAYELERİ´ ile düş kırıklığı yaşattı.
Yunanlı yönetmen vatandaşı Efthimis Filippou ile senaryosunu yazdığı film, üç ayrı hikayeden oluşan, izlenmesi son derece yorucu, aceleye getirildiği her halinden belli olan, karanlık, karmaşık, absürt bir film.
77. Cannes Film Festivali seçkisi açıklandığında ana yarışmada yer alacağı heyecanla karşılanan 3-4 filmden biri Yorgos Lanthimos’un ‘Merhamet Hikâyeleri / Kinds of Kindness’iydi. Birçok ünlü yönetmen gibi Lanthimos da derin düş kırıklığı yaratanlar arasındaydı. Zira kendisi son altı yılda yaptığı iki filmle beş Oscar Ödülü kazanmıştı. Beklenti çıtasını yükseklere taşıyan, benim de aralarında bulunduğum festival takipçileri derin bir düş kırıklığı yaşadı. Francis Ford Coppola, Kevin Kostner, Andrea Arnold, Paul Schrader, David Cronenberg, Kirill Serebrennikov, Paolo Sorrentino gibi birinci sınıf yönetmenlerin filmleri sıradan çıkınca festival hoşnutsuzluk ve memnuniyetsizlik havası içinde izlendi. Ancak Greta Gerwig başkanlığındaki jüri, erkek oyuncu dalında öne çıkan performans olmayınca, son yıllarda çıkışını sürdüren Amerikalı aktör Jesse Plemons’u ödüllendirince, ‘Merhamet Hikâyeleri’ ödül listesine girmiş oldu.
Sevme ve sevilme arzusu
‘Sarayın Gözdesi / The Favourite’ ile ‘Zavallılar / Poor Things’in Oscar Ödüllü ikilisi Yorgos Lanthimos ile Emma Stone’u tekrar bir araya getiren film, üç ayrı hikâyeden oluşan bir yapım. Bu üç parçalı masalda, kendi hayatının kontrolünü ele geçirmeye çalışan, seçeneği olmayan bir polis memuru, özel bir güce sahip bir kişiyi bulmaya çalışan bir kadın var. Denizde kaybolan karısının geri döndüğünü fark eden polis memuru ve kaderinde olağanüstü bir ruhani lider olacak özel yeteneklere sahip birini bulmaya kararlı bir kadın, bu karmaşık konulu hikâyelerin kahramanları. Her biri yaklaşık bir saat süreli üç bölümlük bu tuhaf, karanlık antoloji filmi, hiçbiri bir yere varmıyor. İzlenmesi son derece yorucu, beklentilere cevap vermeyen, aceleye getirildiği her halinden belli olan, bu karanlık, absürt film, belki de Festival’in en büyük hayal kırıklığıydı.
Yorgos Lanthimos filmin senaryosunu, daha önceleri ‘The Lobster’, ‘Kutsal Geyiğin Ölümü / Killing of Sacred Deer’ ve ‘Köpek Dişi / Dogtooth’ filmlerinde birlikte çalıştığı vatandaşı Efthimis Filippou ile yazdı. Bu ikili ‘The Lobster’ ile 2017’de En İyi Orijinal Senaryo dalında Oscar’a aday gösterilmişti. İkili Cannes’da ‘Kutsal Geyiğin Ölümü’ ile En İyi Senaryo Ödülü’ne layık görülmüştü. Lanthimos-Filippou son filmlerinin senaryosuna başlangıçta tek anlatıyla başladılar. Yazım sürecinde önceki çalışmalarından farklı bir film yaratmak için çoklu hikâyeye yer verme ihtiyacını duymuşlar. İkili, son olarak Wess Anderson’un ‘The French Dispatch’i gibi, farklı hikâyeleri tek çatı altına getiren antoloji formatında karar kılmışlar.
Temalar ve metaforlar aracılığıyla bağlantı kurmayı amaçlarken izleyiciye bilgi vermekte bir hayli cimri davranan ikili, insanın kontrol etme ve edilme arzusunu, sevme ve sevilme ihtiyacını araştırmayı hedeflemişler. Film, güç, kontrol, özgür irade ve insan ilişkileri dinamikleri temaları etrafında dönüyor. Lanthimos filmini kısaca şöyle anlatıyor: “Konusu günümüzün Amerika’sında geçen, birbirlerinden bağımsız üç hikâyeden oluşan bir film. Tümünde aynı oyuncular değişik rolleri canlandırıyorlar.” Yönetmen The Guardian’a verdiği röportajda “4-5 oyuncuyla yaptığım film gerçekte neredeyse üç film yapmak gibiydi.” Filmin prodüksiyon süreci Ekim 2022’de ABD’nin New Orleans şehrinde başladı; çekimler aralık ayında tamamlandı.
Üç hikâyede özetle bir adamın önceden çizdiği yoldan kurtulmaya çalışması, bir polisin sözde boğulma olayından dönen karısındaki değişikliği sorgulaması ve bir kadının ünlü bir ruhani rehber olacağı kehanet edilen gizemli kişiyi araması anlatılır. Film David Cronenberg’in ünlü ‘Çarpışma / Crash’ filmini akla getiren bir sahneyle açılıyor: ‘R.M.F.’nin Ölümü’ başlıklı bölümde, avını bekleyen kahramanımız Robert (Jesse Plumons) arabasının direksiyonunu bir başka arabanın üstüne kırıp hızla çarpar. Bu patronu Raymond’un (Willem Dafoe) önceden planladığı bir çarpışmadır. Ancak adamı öldürmediği için görevini yapmamış sayılan Robert’in, patronu tarafından dışlandığını ve hayatının kontrolünü yeniden kazanabileceğine inandığını öğreniriz. Bunda muvaffak olmayınca Raymond’un güvenini tekrar kazanmak ister. Köle durumundaki Robert’in, beslenmesinden evliliğine kadar hayatındaki her ayrıntı despot patronu Raymond tarafından planlanmaya devam eder.
İkinci bölümün kahramanı Daniel (J.Plemons) adlı sıkıntılı, sorunlu bir polis memuru, bilimsel bir gezi sırasında denizde kaybolan karısı Liz’in (Emma Stone) bulunmasını ümit ediyor. Bir akşam beklediği haber gelir. Liz bulunmuştur ve helikopterle evine dönüş yolundadır. Ancak kavuştuklarında Daniel’e karısı farklı biri gibi görünür. Karısında gördüğü değişiklikler Daniel’de şüpheciliğe ve paranoyaya yol açar.
Zayıf karakterli adamla güçlü patron ilişkisine dönüş yapan üçüncü bölümdeki garip tarikatın amacı ve işlevi hakkında izleyiciye bilgi verilmez. ‘R.M.F. Eats a Sandwich’ başlıklı son bölüm, Omi (W.Dafoe) ve Aka (Hong Chan) liderliğindeki gizemli bir tarikatın etrafında dönüyor. Tarikatın iki öğrencisi, Emmy (E.Stone) ve Andrew (J.Plemons) önemli bir görev esnasında komünün güvenlik bölgesiyle kızların oturduğu banliyö arasında gidip gelmek zorundadır. Ölüleri yeniden canlandırma konusunda özel yeteneği olan birinin izini sürmekle görevlendirirler. Görüldüğü gibi filmin iç açıcı bir konusu yok.
Jesse Plemons Cannes’ın en iyisi
‘Zavallılar / Poor Things’in kahramanı genç kız Bella Baxter (Emma Stone) başkasının beynini taşıyordu. ‘Merhamet Hikayeleri’nde tecavüz, fiziksel güçle tahakküm etme, sakatlama var. Film üç hikâyesi aracılığıyla özgürlüğün imkânsızlığını anlatma iddiasını taşıyor. Her bölümde ayrı rollere soyunan oyuncu kadrosuna gelince, Yorgos Lanthimos ABD’de birlikte çalıştığı oyuncuların bazılarına yeni filminde rol veriyor… Geçen yıl Cannes’da yarışma dışı gösterilen ‘Dolunay Katilleri / Killers of the Flower Moon’ için gelen Jesse Plemons, Amerikan sinemasının onore edildiği 77. Festival’de En İyi Erkek Oyuncu seçilerek, Altın Palmiyeli Sean Baker ile birlikte ödül listesine giren ikinci Amerikalı oldu. 2006-2011’de fırtınalar yaratan 65 bölümlük ‘Friday Night Lights’ ile tanınan Jesse Plemons, 2022’de Kristen Dunst ile evlenmiş, Jane Campion’un Oscar galibi ‘The Power of the Dog’unda birlikte oynamıştı. Bu filmle de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilmişti.
Yorgos Lanthimos, Jesse Plemons’un kariyerini bir süredir takip ettiğini söyleyerek, kendisini günümüzün büyük aktörlerinden biri olarak kabul ettiğini, profesyonelliğini takdir ettiğini ve inanılmaz bir mizah anlayışına sahip olduğunu söyledi. Yunanlı yönetmen son filmiyle fetiş oyuncusu Emma Stone ile dördüncü kez bir araya geliyor. ‘Sarayın Gözdesi’yle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilen Stone, Lantimos’la ikinci birlikteliği ‘Zavallılar’ ile En İyi Kadın Oyuncu Oscar Ödülüyle taçlandırılmıştı. Amerikalı oyuncu bir yıl önce Lanthimos’un kısa metrajlı ‘Bleat’inde oynamıştı. Oscar’a dört kez aday gösterilen Willem Dafoe ile Andie McPowell’in yetenekli kızı Margaret Qualley, ‘Zavallılar’dan sonra bu son filminde de Lanthimos ile çalışıyorlar.
1973 Atina doğumlu Yorgos Lanthimos ilk uzun metrajlı filmi ‘Kinetta’ ile Berlin ve Toronto Festivallerinde beğeni kazandı. İkinci filmi, 2009 Cannes Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünün En İyi Filmi seçilen ‘Köpek Dişi’ ile uluslararası şöhrete ulaştı. ‘Alpler’ 2011’de Venedik’te En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. Cannes Ödüllü ‘İstakoz’ senaryo dalında Oscar adayı oldu. ‘Kutsal Geyiğin Ölümü’nün Cannes’daki En İyi Senaryo Ödülü’nden sonra Lanthimos’un Hollywood’da yaptığı, Venedik’ten Jüri Büyük Ödülü sahibi, 10 dalda Oscar adayı ‘Sarayın Gözdesi’ Olivia Colman’a En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını getirdi. 2023 Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan Ödülüyle dönen ‘Zavallılar’ 11 Oscar adaylığının dördünü ödüle çevirdi.