Bu kez bir yaz yazısı yazmak istedim. Gündemimize şöyle sağlam bir heyecan girsin, kanımız kaynasın, yüksek sesli kahkahalar atalım, fısır fısır dedikodu yapalım, azıcık bozalım kendimizi, şımaralım, biraz serseriliğe izin verelim, kendimizi olmayacak işler yaparken bulup yine de kendimize kızmaya kıyamayıp elimizi utanır gibi ağzımıza kapatıp kıs kıs sırıtalım, hayaller kuralım, şöyle uzanıp bir kestirelim, uyanınca buz gibi kahvemiz başucumuzda hazır bizi bekliyor olsun, her şey olanaklı, her şey tatlı, her şey muzip, her şey rengârenk olsun. Ama sonra bir baktım ki, benim için yaz daha başlamamış bile! Hala gün içinde halletmem gereken kıştan kalma işler var, abajurun yanında ellerinde “Let it snow” yazısı tutan kardan adamlar gülümsüyor, daire kapısında yılbaşı çelengi duruyor, yılbaşı temalı kırlentleri değiştirmek için aldığım renkli yazlık kırlentler hala ambalajlarında, yazlık sandaletler portmantonun üst raflarındaki kutularda, bereler atkılar koridorda asılı, mayo bile almadım, hatta yazlık hiçbir şey almadım, yaz gelince hep beraber rejime girmiyor muyduk, o da olmadı bende, içimdeki kıpırdanmalar da bir var bir yok. Hava bu kadar sıcak olmasa yaz gelmediğine yemin edebilirim!
Nedir olmayan diye düşünüyorum, yaz içime neden bir türlü gelmedi? O kadar da Instagram postu okudum, haziran beni mutlu et, temmuz beni göklere çıkar, kişisel gelişim ve popüler psikoloji kitapları gözden geçirildi, günlük olumlamalar yapıldı, meditasyonsuz günüm zaten geçmiyor, yaz müzikleri, bossa novalar açıldı, yemek hazırlamaya bayılıyorum diye kendimi telkin için mutfakta müzik eşliğinde danslar edilerek çorbalar ısıtıldı, klima kullanmıyoruz ama çok şükür vantilatörümüz çok iyi çalışıyor, kişisel dünyamı kirletmemek için günlük haberlerden zaten uzak duruyorum, kızım yaz okuluna severek gidiyor, daha ne olsun, içimdeki güneş neden açamadı o zaman? Bu kardan adamlar neden hala her gün gözümün önündeler, temmuzun ortasında neden bu kadar mutlular?
Öyle ki, yaz yazısı yazacağım diye başladım, ben bu satırları yazarken İstanbul’da hava kapadı, yağmur ha yağdı ha yağacak. Bu kasvetli havayı, temmuz doğumlu bir yengeç olarak kişisel gelişim sektörünün en büyük yanılgılarından biri olduğunu düşündüğüm, ‘standart reçeteler’ konusunu konuşmak için bir vesile yapabiliriz belki.
“Kendinize güvenin”, “kendinizi sevgiyle kucaklayın”, “kendinizi affedin”, “kendinizi ifade edin”, “sadeleşin”, “sınırlarınızı belirleyin”, ve daha nice, hepimizin büyük olasılıkla katılacağı tavsiyeler. Oysa galiba hepimizin ihtiyacı farklı. Narsist birinin “kendinize güvenin, siz çok özelsiniz” postlarıyla iyice canavara dönüşmesi işten bile değil. Narsistin ihtiyacı, kendisinin çok özel biri olduğunu değil, sıradan bir fani olduğunu fark etmesi. Kimimizin gerçekten kendine güvenmeyi öğrenmesi gerekirken, kimimizin sınırsız özgüveninden kurtulup biraz daha alçak gönüllü olmayı öğrenmesi gerekiyor; kimimizin parlamayı, kimimizin artık biraz geri çekilmeyi; kimimizin paylaşmayı, kimimizin artık kaynaklarını kendisi için kullanmayı öğrenmesi gerekiyor. Kimimizin kendini ifade etmeyi öğrenmesi gerekiyor, kimimizin artık susup başkalarını da dinlemesi. Kimimiz için artık yola çıkma vakti, kimimiz için olduğu yerde durma. Kimimizin artık özgürce sevmeyi, kimimizin sakince sadık kalmayı; kimimizin ataleti bırakmayı, kimimizin mola vermeyi; kimimizin cesareti, kimimizin itidali öğrenmesi gerekiyor; kimimizin önce kendini iyileştirmesi gerekiyor, kimimizin başkalarına yardım ederek iyileşmesi. Kimimizin elini uzatan taraf olması gerekiyor, kimimizin uzanan eli tutan taraf olması. Kimimizin kendini affetmesi, yargılamayı bırakması gerekiyor, kimimizin nihayet kendiyle yüzleşip özeleştiri yapması.
Bu yaz belki kimimizin içinde havai fişekler patlayacak, kimimiz, sakince, kışın kartopu oynamak için hazırlık yapacağız. Kimimiz her pası gole çevirecek, kimimiz “golden güzel” deyip pasın isabetliliğine hayran kalacak. Kimimiz deniz kenarında saatlerce güneşlenecek, kimimiz serin gölgelerdeki dost sohbetlerinde kendini arayacak. Kimimiz kalbini tüm güzellikleriyle açmayı öğrenecek, kimimiz kalbini her heyecanlandığında açmamayı. Bu yaz, kimimiz aşkı başkasında bulacak, kimi kendisinde.
Ben ne yapacağım? Önce zihnimdeki karmaşanın dışarıya yansıması olan evdeki dağınıklığı toparlamakla, etraftaki geyikleri, kar tanelerini, kardan adamları kaldırmakla işe başlayacağım. Bereler, atkılar, çizmeler kalkacak; yazlık kıyafetler çıkarılacak, etrafta kışlık, soluk bir şey kalmadığına emin olunduğunda, masalar, kağıtlar, kalemler toplanacak. Valiz hazırlanacak. Valize herkese değil, sadece bana iyi gelen şeyler konacak. Biraz yalnızlık, tabii ki koca bir şapka, kitaplar, defterler, kalemler, çok az insan, kendime duyduğum sevecenliğim. Ayrıca bu sene doğum günümde kendime aldığım hediyeler olan, kimseyi kendi duyguma dâhil etmeye, ortak etmeye çalışmadan yaşamaya karar verdiğim kişisel neşem, kişisel heyecanım, kişisel mutluluğum. Gittiğiniz yer bir aile yazlığıysa ve siz de ailece gidiyorsanız, haliyle, bu kalabalıkta nasıl olacak sorusu ortaya çıkıyor, evet. Ama evinizi içinizde taşıyorsanız, istediğiniz zaman içine/içinize girip oturabilir, keyif çatabilirsiniz. İşte ben valizimi hazırlayıp oraya gidiyorum, içime. Kendimle iç içe, içerde bir tatile. İçimde kendimle sohbet etmeye, içimin sesine sahip çıkıp, onu şefkatle kucaklamaya, onu yargıladığım ve zor durumda bıraktığım haller için ondan özür dileyip boynuna sarılmaya, gölge yerlerde onunla baş başa çay içmeye, anlat anlat demeye, gözyaşı akarsa silmeye, onu dizime yatırıp saçlarını sevmeye gidiyorum.
Bu yaz siz tatile nereye gidiyorsunuz?