Metin Sarfati ile Spinozyen Düşünceler 8

“Hayvanın içine kim bakacak? İşte biz, kendi gözümüzün içine bakacağız.”

Metin SARFATİ Perspektif
17 Temmuz 2024 Çarşamba

Hayvan Acısı İnsan Acısıdır II

Geçen konuşmamızda hatırlarsanız konu Wittgenstein’a ve “sıradan dilin felsefesi”ne  gelmişti.  Wittgenstein deyim yerindeyse bir sözcük filozofu, temel bir yapıtı var Tractatus ve ana konusu metafizik ve dil oyunları. Dilin felsefesi teorisinde, kullandığımız kelimelerin önce tasvirini yapmak gerektiğini söylemiştik.  Dili kullanan insan olarak biz  hepimiz kendimize merkezi bir konum atfediyoruz. Bu konum, insanın evrenin merkezinde olduğu tahayyülüdür.

İnsan nasıl oluyor da evrenin merkezine oturtulmuştur? İnsan ne zamandan beri evrenin merkezine oturtulmuştur?

Bu sorunsalı çözmeden hayvanla ilişkimizi anlamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Ama hayvanla ilişkimizi anlamaya çalışırken “sıradan bir dil”i kullanmaya başlayacağız.

Hayvanın ağrısı için fizyolojik bir ağrı diyebiliriz. Ama hayvanın ıstırabı hakkında bilimsel bir şey söylemek çok da mümkün değil. Mesela, bir hayvanın bebeklerini aldınız götürdünüz, sonra şöyle diyebiliriz: “Aldım götürdüm, nasıl olsa hayvan için önemli değil”.  Öbür taraf da diyebilir ki, “Hayır, hayvan için çok önemli onun bebekleri.” Önemli değil diyen şu bahaneye sığınabilir: “Konuştuklarım bilimseldir.” Bütün mesele buradan itibaren başlayacak. Hayvanın çocukları alındığında ıstırap çektiğine dair bilimsel bir kanıtımız olamaz. Hayvan bunu dile getiremez. Herhangi bir laboratuvar tetkiki sırasında bunun anlaşılma ihtimali çok zor. “İspatla ıstırap çektiğini, bence hayvanlar ıstırap çekmez,” diyecek ve deniyor. Yani hayvan ıstırap çekmeye muktedir bir canlı değildir(!) Hayvanların ıstırap çektiğini ispatlayabilir miyiz? Hayır, ispatlayamayız. O zaman ne yapacağız? Rasyonel açıdan bu ileri sürülebiliyor çünkü “o zaman bana ayının bilimsel olarak ıstırap çektiğini ispatla,” deniyor, “İspatlayamazsan benim görüşüm doğrudur.” Aslında gücünü öncelikle antroposentrik kelimelerden, o kelimelerin zihnimizde yarattığı imgelerden alıyor. İkinci olarak teolojiden alıyor. Tam burada Wittgenstein, “bilimselin dışında kriterler de var,” diyor. Bilimsel kriterler dışında kriterler var dediğimiz anda o zaman, “ben de kendi dini inanışıma göre köpeklerin öldürülmesini öneririm,” denebilir. “Hayır, bilimsel kriterlerin dışında kriter yok,” dersek, “Hayvanlar, ayılar, balıklar ıstırap çekmezler. Onları mezbahada istediğimiz gibi kesebiliriz,” denebilir. “Sıranın önündeki inek kesildiğinde arkadaki ineğin de ıstırap çektiğini, korktuğunu ispat et bana,” denecek, ispat edemeyeceksiniz, o zaman tezinize geri döneceksiniz. Ama Wittgenstein’ın “bilimsel kriterler dışında kriterler var,” demesi, bilimselliği inkar etmek değildir.

Wittgenstein metafiziğinde /dil oyunlarında,felsefi problemlerin dile getirildiği cümleler, tümceler, önermelerin tümü, ki bütün bunlar bir dil önermesidir, anlamdan yoksundurlar,” der. Bütün bildiklerimiz altüst oldu şu an. Bütün dile getirdiklerimizin hepsi anlamdan yoksun mudur? Wittgenstein’a göre, “felsefi analiz, bu anlamsızlığın altını çizmekle mükelleftir önce.” Felsefi analiz, felsefi önermenin anlamsız olacağının altını çizmektedir. Felsefi analiz önce bu tespitten sonra işe koyulacaktır.  Wittgenstein’a göre temel mesele, anlam meselesidir.  Peki söylediklerimize nasıl anlam yükleyeceğiz? Söylediklerimize anlam yüklememiz gerekecek ama aynı zamanda anlamın anlamsız olmaması gerekecek. Bir şey dememiz gerekiyor ve o şeyin anlamlı olması veya bilimsel olması gerekiyor.

Nasıl bunu önerebiliyorum? Çünkü, kendi içimdeki düşüncelere ancak ben ulaşabilirim. Sen, benim kendi içimdeki düşüncelerime ulaşamazsın. Çünkü başka birine kapalıyım. Ben, benim ve sen, bana ulaşamazsın. Ben istersem sen bana ulaşırsın. Çünkü ben biriciğim. Çünkü insan biriciktir, “her şey insan içindir (!)”. Ne demek bu; bütün yaratılış insan içindir. Her şey, bütün yaratılış insan içinse, insan her şeyin merkeziyse, ben de insanın merkeziyim. Ne diyor Freud; “küçük ayrıntıların narsisizmindedir insan”. Tabii hiçbir narsist ispat edemez kendisinin tek olduğunu. O kendi kurduğu dünyada kendini öyle varsaydı. O da ona yeter. Kendi anlamlandırdığı anlamda, o anlam içinde kendisini bulmak, kendisi için yeterli.

Eğer ben başkasına karşı kapalıysam ve bunda başarılıysam o zaman hayvan da bana kapalıdır. Öyleyse ben onu bilememe, ne düşündüğünü bilememe durumunda olabilirim.

Benim onun düşüncesini anlayamama durumunda olmam, o düşüncenin var olmadığı anlamına gelmez. 

Tıp bilimi, benim içimde ilk elde görülemeyecek şeylerin, yani ruhsal dediğimiz hastalıkların olduğunu söyleyebiliyor ama ispat edemiyor, ancak varsayabiliyor. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, köpeğimin zihnine de ulaşamamam mümkün. Doktora gidiyorsunuz, doktor fiziksel bir neden bulamayınca “son zamanlarda bir üzüntü geçirdiniz mi?” diye soruyor. O zaman “sebebi budur,” diyor. Somut bir şey yakalayamıyor ancak imgesel bir bağlantı kurabiliyor. İstatistiksel bir veri de değil bu ama ileri sürebiliyor. Yani olgusal dünyayla, içsel dünya arasında metafizik bir ilişki kuruluyor. Olgularla anlamlar arasındaki ilişki fiziksel olamıyor, tamamen metafizik oluyor. Böyle bir ilişkinin varlığını kimse inkar edemez ama var olduğuna dair önermelere göre ilaç bile verilir. Öyleyse bu konuşmayan, kendini dile getiremeyen varlığın arkasında da -Claude Lévi-Strauss’un dediği gibi- bizim anlamadığımız dili ile kendisini dile getiren arasında da ilişki olabilir. Dili ile dile getiremeyenin, bunu dile getirememesi böyle bir şeyin olmadığını ispat etmez. Hangi hekim, iç dünya denilen şeyi bize ispat edebilir? Bir varsayımdır bu. Fiziğe ait değildir iç dünya, metafiziğe aittir. Öyleyse, metafizikle fizik arasındaki ilişkiyi nasıl kurduysak, hayvan ile benim aramda da böyle bir ilişki kurulabilir mi? Eğer kurulabilirse, hayvanın ıstırap çektiğini ileri sürebiliriz. Öyleyse Wittgenstein’ın dediği gibi, büyük bir dil bilgisi problemiyle karşı karşıyayız: Köpeğimin ıstırap çektiğini söyleyemem çünkü ispat edemem.

                                                                        ***

Hayvan Acısını Görmek

Yeni Kıta keşfedildiğinde, yerliler, insan olarak görülmemişlerdi çünkü toprağın mülkiyetini ele geçirmemişler ve batılı anlamda bir uygarlık yaratmamışlardı. Öyleyse “bizim” onları insan olarak değil “şey” olarak kullanmamız doğaldır. Mesela, o zaman zenci ıstırap çekmeyendir. Kızılderililer de ıstırap çekmeyendir. Günümüze gelirsek eğer, 2. Dünya savaşında öldürülen 6-7 milyon Yahudi de ıstırap çekmeyendir.

Dünyayı algılamamızda kullandığımız zihinsel kavramlar aslında derin ve kompleks bir belirsizliğe denk düşüyor. Hayvanlara da böyle yaklaşıyoruz. Hayvanlar ıstırap çekiyor çünkü biz ıstırap çektiğini söylüyoruz. Yani “hayvanları öldürelim” diyene, diyebileceğimiz en makul şey; hayır, ıstırap çekiyorlar. “Nereden biliyorsun?” “Ben bildiğim için, biliyorum.” Antroposantrizmi tersine döndürerek bizim için işe yarar hale getirdik. “Ben ağladığım için hayvan ağlıyor.  Ben ağladığım için gergedan boynuzunu kaybetmenin ıstırabını yaşıyor.”

Hayvanın içine kim bakacak? İşte biz, kendi gözümüzün içine bakacağız.

 Anlam vermeye soyunacağız. Sözcükler eylemlere yön verebilir mi? Galiba verir. “Anlamdan yoksun sözcüklere anlam vermek olacak filozofun işi,” diyor Wittgenstein.

*** 

Peki rasyonalite nedir? Anlamdan önce midir, sonra mıdır? Rasyonel bilgi nedir? İçerisiyle dışarısını nasıl bütünleştiririz? Wittgenstein’da olan bu sorun Spinoza’da yok. Bilinç, sadece kompleks bir sinir sistemine sahip olanda mı var? Yoksa bilinç yok mu? Ama bunun hayvan acısına karşı duyduğumuz tavırla ilgisi var. İlgisi çok büyük. Hayvan acısı, acısını benden saklayanla benim aramdaki metafizik ilişkinin gözler önüne serilmesidir.

 

Son olarak, bir Wittgenstein örneği ile bitireceğim. Köpeğe araba çarpıyor. Köpek çığlık atıyor, çığlık bitiyor ama ben diyorum ki, köpeğin acı çektiğini ben görür görmez anlarım. Yani, onun bedenindeki ıstırabı anlarım. Sözcüklerimle ifade ederim. Karşı taraftan gelen bir sözcük yoktur bana. Ben kendi sözcüklerimle, ben kendi acımla bunun acısını anlarım. İşte, hayvan türü ile insan türü arasında bir devamlılık sağlayan bu sözcükleridir. Hayvan türü ile insan türü arasında, “ben” ve “o” gibi aşılmaz duvarlar inşa etmeyen sözcükler, bu sözcüklerdir.  Hayvan türü ile insan türü arasında devamlılığı sağlayacak olan sadece sözcüklerdir. Başka türlü, nihayet anlamsız olanı anlamlandıran sözcüklerin bizzat kendisidir.

Hayvanın ıstırap çekip çekmediğini bilmemek anlamsız bir önermedir, rasyonel görünse bile. Çünkü ben, arabanın çarptığını, hayvanın acı çektiğini “ben biliyorum”, “ben görüyorum.” 

12.01.2022

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün