Psikolog Sindy Şulam Irgaz ile Ters Yüz 2´ye derin dalış

Selin KANDİYOTİ Kültür
17 Temmuz 2024 Çarşamba

Sinema dünyasında geçen yaza Barbieheimer damgasını vurduysa bu yaza da kesinlikle 20 Haziran’da vizyona giren Ters Yüz 2 (Inside Out 2) vurdu. 1,25 milyar dolar ile 2024’ün en çok gişe hasılatına sahip film olması yanında, Ters Yüz 2 tüm zamanların en çok izlenen 5. animasyon filmi oldu. Sinema salonunu dolduran çocukların kahkaha atarken aynı anda yetişkinlerin göz yaşlarını silmesinden de anlaşılacağı gibi Ters Yüz 2 çocuklardan ziyade yetişkinlere özel bir film. Ters Yüz 2’de, 2015’te çıkan ilk filmde olduğu gibi, baş karakter Riley’nin ergen yaşlarına adım atmasıyla zihninin içindeki duyguların Riley’i nasıl yönettiğini izliyoruz. Devam filminde ‘Neşe’, ‘Üzüntü’, ‘Tiksinti’, ‘Korku’ ve ‘Öfke’ karakterlerine ‘Kaygı’, ‘Gıpta’, ‘Bıkkınlık’ ve ‘Utanç’ ekleniyor. Uzman Klinik Psikolog Sindy Şulam Irgaz ile birlikte filmi analiz ettik.

 

Biz yetişkin izleyiciler Ters Yüz 2 filminin ergenliği resmedişi karşısında büyülendik. Bir uzman olarak filmi nasıl değerlendirirsin?

İlk filmi izlediğimden beri ikincisi ne zaman gelecek diye heyecanla bekliyordum! Son bir kaç ay geri sayım ile geçti resmen. Devamı olan filmlerde ikinciler genelde ilklerini aratırlar ama Ters Yüz 2 üzerine koyarak, derinleşerek başlı başına bir yapıt olmuş. Ergenlik dönemi ve getirdiklerini yalın bir şekilde gözlere sunmuş.

Seanslarında hiç Ters Yüz filmlerinden yararlandığın oluyor mu ya da danışanlarına filmleri izlemeleri için öneriyor musun?

Tabi ki! Terapi odasında ağırlıklı olarak ergen bireyler, yetişkin bireyler ve çiftlerle çalışıyorum. Odada kim olursa olsun duygular, deneyimler karşısında anlamlandırılmakta zorlanılan hisler, adı konulamamış bedensel tepkiler etrafında dolanıyoruz, kapalı kapıları birlikte aralıyoruz. Bu süreçlerde duyguları anlamlandırmak için zaman zaman animasyonun kendisinden referanslar veriyor, izlemelerini öneriyorum, sonrasında benzerlikler üzerine konuşuyoruz.  Ofiste duyguların minyatürleri de var. Ters Yüz 2’yi izlediğimden beri özellikle kaygı odağında çalıştığımız her danışanımla ya film üzerine konuştuk ya da sonraki seanslarda izleyip gelmeleri üzerine anlaştık.

İkinci filmde zihnindeki Kontrol Merkezi’nde kaygının kontrolü ele geçirdiği bir Riley görüyoruz. Genelde bu böyle midir? Kaygı ergenlikte ortaya çıkan, utanç, gıpta ve bıkkınlık duygularından daha ön planda mı olur her zaman?

Ergenlik hem bedensel hem zihinsel hem de duygusal olarak pek çok değişimin aynı anda geliştiği, hareketli ve hatta çalkantılı bir dönem. Bilinmezlik çoğu insanı kaygılandırır, ergenliğin temelinde de bir çok bilinmezlik var, bir sonraki adımın ne olacağını bilemeden kontrolsüzce değişen çok fazla şey var. Dolayısıyla kaygı bu süreçte görünür oluyor.

Bu dönemde birey olarak var olma, görülme, anlaşılmaya ve ait hissetmeye dair de pek çok ihtiyaç daha yoğun bir şekilde hissediliyor. Animasyonun içerisinde büyüyen ‘Arkadaşlık Adası’na da tam bu sebeple yer verilmiş, artık aile tarafından değil akranları tarafından nasıl algılandığı birincil planda.

Dolayısıyla da çok fazla soru oluşuyor zihinde; ben kimim, nasıl biriyim, kimlere benziyorum, hangi gruba aidim, kimler tarafından ne sebeple taktir görüyorum ve seviliyorum, hangi özelliklerimle öne çıkıyorum…

Bu sorular ve aidiyet arayışı da yanında kaygıyı getiriyor tabi. Gıpta, bıkkınlık,utanç animasyonda gördüğümüz diğer yeni duygular ve bunlar da her zaman olmak zorunda değil veya çocuğun kendiyle ve sosyal çevresiyle kurduğu ilişkilere bağlı olarak hissedilme yoğunluğu değişebilir. Ailesi tarafından sürekli yaşıtlarıyla kıyaslanan bir çocuk gıptayı daha yoğun yaşarken, kendini ifade etmesine izin verilmeden büyüyen bir çocuk utancı bu dönemde daha yoğun deneyimleyebilir. Bir yandan da ergenlikle gelen coşkulu ve yeni ama taşıması daha kolay ve keyifli duygular da var diyebiliriz: özgüven, güven, heyecan, arzu gibi.

Bu duyguların hepsi bizde en başından beri var, kimin konsolu yöneteceğine biz karar verebilsek -öyle bir şey mümkün değildir ya- doğru duygu neşe mi olmalı? Belki de bir iş birliği mi lazım?

 

Haklısın, iş birliği var olmayı kolaylaştırır, aslında baştan sona Neşe yönetmiyor, diğer duyguların da fikirlerini alıyor, onların da desteğini istiyor, onların uzmanlıklarından her iki filmde de faydalanıyor ve kendilerindeki becerilerini de görünür kılmaya çalışıyor. Bir taraftan bizim için zorlayıcı bir duygu olan öfke yeri geldiğinde işlevsel olabiliyor, bizi harekete geçirebiliyor ya da benzer bir şekilde tiksinti ve korku bizi koruyabiliyor...

Bir gün içerisinde sinir sistemimiz tek bir fazda kalmıyor, bir anda bir şeyden korkabiliyoruz, endişelenebiliyoruz, bizi üzen bir deneyim yaşayabiliyor ve tehlike hissedebiliyoruz. O zamanlarda ‘savaş ya da kaç’a girebiliyoruz ama burada önemli olan oralara girmemek değil, önemli olan oralardan nasıl esneklik ve kolaylıkla tekrardan ‘güvendeyim, tehlike bitti’ haline geçebiliyoruz. Neşe'nin yaptığı da biraz bu aslında… Geçişleri kolaylaştırıyor, parasempatik sinir sisteminin yeniden devreye girmesine destek oluyor. Bizler de bir deneyimde çok zorlandığımız zaman dışardan destek alma ihtiyacı duyuyoruz, meditasyon yapıyoruz, nefes alıyoruz, doğadan destek alıyoruz, suyun sesini dinliyoruz, kimileri dinlenmeye daha fazla ihtiyaç duyuyor ya da bir sevdiğimizden, arkadaşımızdan, ailemizden destek alıyoruz.  Neşe'nin buradaki görevi bence tüm bu zorlayıcı duyguların içinde tekrardan o rahat faza geçebilme halini sağlamak.

Bir taraftan da Neşe'nin özellikle ilk filmde ‘çocuksu merak’ın da temsili olduğunu düşünüyorum, yani filmin içine merak duygusu eklenebilirdi bence. Çocuksu merak ile yaşamak, her şeyi yeni bir gözle görmek çocukların temel var oluş şekillerinden. Ancak muhtemelen 7 temel duygu (Neşe, umut, tiksinti, öfke, korku, şaşkınlık, üzüntü) içerisinde olmadığı için koymamayı tercih ettiler.

Dolayısıyla ergenlikle birlikte o çocuksu merakın yanına gıpta, kaygı gibi duyguların eklenmesiyle birlikte Neşe, hem bir tür yaşama sevinci hem de bir yandan ‘şimdi ne olacak, ben eskisi kadar görülecek miyim, sevilecek miyim, gerçekten ailemin beni söylediği kadar iyi miyim, güzel miyim, güçlü müyüm, becerikli miyim?’ sorularıyla bir arada var olmaya başlıyor.

Aslında tam da dediğin gibi yani tek bir duygunun yönetmesi makul değil.  Benim gözlemim en azından Neşe ana komuta merkezinin başında bile olsa diğerlerinin ihtiyaçlarını, düşüncelerini ve desteklerini çoğunlukla kabul ediyor. Yine de bazı konularda net ve son kararı o veriyor. Ama Riley büyüdükçe Neşe de büyüyor ve gelişiyor ve anıların depolama sisteminde büyük bir hata yaptığını kabul ediyor. Bizler büyüdükçe bizimle birlikte duygularımız da dönüşüyor, o meraklı ve “Her zaman mutlu olabiliriz ve hatta olmalıyız” diye düşünen neşe duygusu, zamanla öz şefkate, kabule, kendini sevmeye, kendini yeni haliyle fark etmeye ve bununla birlikte sevdiği şeyleri sürdürmeye, buralarda iyi olmaya çabalamaya evriliyor.

Bir yandan da Kaygı’nın komutayı tek başına devralmaya çabaladığı yerde ne kadar büyük bir zorlanma yaşadığını ve hata üstüne hata yaptığını gördük. Bunun temel sebebi de diğer duyguların güçlü yanlarından beslenmek yerine onun tek doğru olduğunu kabul ettirme çabasıydı.

Üzüntü, tiksinti, korku, öfke ve yeni gelen duygular hepsi negatif. Neşe nasıl tek başına hepsine baskın çıksın? Özellikle de yetişkin yaşlara doğru?

İnsan yedi temel duygu ile doğuyor. Diğer tüm duyguların da bu yedi duygunun bir araya gelmesinden ve/veya evrilmesinden oluştuğu düşünülüyor. Dolayısıyla aslında yedi temel duygunun beşi ‘zorlayıcı duygular’.  Film, anılarımızın nasıl bir şekilde yaşamı ve kendimizi algılama biçimimizi şekillendirdiğini gözler önüne seriyor. Eğer bir kişinin, özellikle 0-6 yaş arasında, daha fazla olumlu anı biriktirebildiği bir yaşamı varsa, dünyaya daha güvenli bir yer olarak bakabiliyor, kendi içinde ‘ben güvendeyim’, ‘ben değerliyim’, ‘ben iyi bir insanım’ gibi inançları geliştiriyor. Tüm bu algı geliştikten sonra ise zorlayıcı bir deneyim içerisindeyken -korkarken, öfkelenirken, üzülürken- kişi umut ve olumlu inançları hatırlamaya, geçmiş anıları, bu anıları pekiştiren kişi, olay ve yerleri kendine kaynak olarak kullanabiliyor. Her birimizin tolerans aralığı birbirinden farklıdır, yani herkesin içinde rahat hissettiği duygulanım yoğunluğu birbirinden farklıdır. Yani kişinin kaynakları ne kadar fazla ve güçlüyse zor durumlar içerisinde kalma toleransları ve oradan daha kolaylıkla çıkabilme kapasiteleri de artar. Neşe  ve Riley’de bu güzel anılar, deneyimler, kaynak anlardan beslenerek devam edebiliyor. Riley’nin arkadaşları, ailesi, yaptığı spor, geçmiş komik anılar, gelecek hayalleri onun bu aralığın içinde kalmasını destekliyor.  

Filmin ana teması olan benlik algısı ve inanç merkezi bu devam filminde yeni tanıtılan kavramlar. Hafızalarımızda yer eden tecrübelerimize bağlı inançlarımız benliğimizi oluşturur diyor. Bu sahneleri gerçekçi buldun mu veya bir yorumun varsa dinlemek isterim.

 

Evet kesinlikle film duygular kadar hafıza, anıların depolanma şekli ve onlarla nasıl ilişki kurduğumuzu ilk filmden beri çok güzel anlatıyor. O içsel mekanizmaları adalar, anıları ise birer küre olarak gösterdiği sahneler, her yaştan izleyicinin aslında bir şeylerin nasıl anlamlandırıldığı ve deneyimlendiğini daha kolay somutlaştırması için vesile oluyor bence.

Aile Adası, Komik Anılar Adası, Arkadaşlık Adası gibi adaların zaman içinde şekil ve boyut değiştirmesi kişinin büyümesini, tüm bu anıların bir arada depolandığını ve buradan inançların doğuşunu göstermesiyse, kişinin kendine dair algısının nasıl oluştuğunu simgeliyor. Bizler terapi odasında bu adalar ve küreler ile ilgili sık sık konuşuyoruz.

Peki bu anı küreleri bir kez yer etti mi inançlar kişide hep sabit mi kalır?

Az önce 0-6 yaşın özellikle çok kıymetli olduğundan bahsetmiştim. Bir bebek henüz sözlü ifadesi gelişmediği dönemde, kendisini ağlayarak, gülerek, bedensel hareketler ile ifade eder. Diyelim ki, bir ihtiyacını ağlayarak dile getirdiği zaman ebeveynleri tarafından ‘Aa üzüldün mü sen, acıktın mı, canın mı yandı?’ gibi sözler duymadığında ‘ifade ettiğim şeyler anlaşılmıyor, karşılık bulmuyor’ diye düşünür. Aynı bebek büyüdüğünde ve konuşmaya başladığında bu kez arkadaşıyla kavga ettiğinde eve üzgün ve kızgın gelip bunu ailesine anlattığı zaman da ‘Arkadaşlarla kavga edilmez, yaşıtlarınla iyi geçin, niye kavga ediyorsun sen kötü bir çocuk musun?’ gibi şeyler duyduğu zaman tüm anılar birbiri üstüne geliyor ve ‘Benim duygularım ailem tarafından kabul edilmiyor, demek ki benim duygularım insanlar tarafından, toplum tarafından da kabul edilmeyecek. Benim duygularım değerli ve önemli değil, ben duygularımı dile getirmemeliyim’ inancını pekiştiriyor.

Bir başka bebek ağladığında ve ebeveyni ona ‘Acıktın mı sen, uykusu gelince ağlar benim oğlum/kızım, bir yerini vurduğunda nasıl da güzel ifade eder benim bebeğim kendini’ diyorsa, aynı bebek büyüdüğünde daha o anlatmadan ‘Bugün biraz keyifsiz gözüküyorsun, ne oldu acaba benim kızıma/oğluma?’ diye sorabiliyorsa ya da işte bir konuyla ilgili merakını utancını dile getirdiğinde onu utandırmadan, susturmadan, bastırmadan  dinleyebiliyor, o duyguları aynalayabiliyorsa, çocuk bu sefer şuna inanıyor ‘Benim bütün duygularım önemli, ben kendimi ifade edebilirim, olduğum halimle kabul görürüm ve kendi duygularımı, ihtiyaçlarımı güvendiğim kişilerle paylaşabilirim.’ Bu öğrenme şekli aklınıza gelen her konu ve temada benzer şekilde işliyor.

Büyüdükçe, ebeveynlerimiz dışındaki kişilerle ilişki kurdukça öğretilerimiz, bir konuya dair deneyimlerimiz ve inançlarımız da değişebilir tabi. Bir öğretmen bir çocuğa hiç bilmediği bir kavramı, inancı katabilir, terapinin içinde kişi kendine yeni repertuarlar katabilir, kendine dair negatif inançları dönüştürebilir, bazen de bir başkasının hayatı yaşama şeklini modelleyerek ‘bunu ben de deneyebilirim’ diye düşünebilir ve dönüşebilir.

Mesleğini göz önünde bulundurarak filmde en çok etkilendiğin sahne ya da söz hangisi?

 

Her düşündüğümde gözlerimin dolduğu bir sahne var ama dikkat edin, yanıtım filmin sonlarında geçtiği için spoiler içerir!

Riley’nin filmde faul yapıp bekleme odasında durduğu ve kaygı atağı yaşadığı sahnede Komuta Merkezinde önce Kaygı’yı görüyoruz ve bir kasırga gibi merkezin etrafında dönüyor, bir yandan da yüz ifadesi dehşet içinde ve ne yapacağını, nasıl yapacağını bilemiyor, paralize olmuş durumda.

Tam da bu sırada Neşe, o çaresizliğin içinde bir şey fark ediyor: Kaygı’nın sıfırdan yarattığı benlik algısının içinde sadece ‘kabul edilmeliyim, beni sevmeleri için onlara benzemeliyim’ inançları yatıyor.  Ama benzer olarak Neşe’nin senelerce emek verdiği benlik algısı içinde de senelerce bastırıp uzaklara, bilinmeze yolladığı zorlayıcı anı ve duygular noksan kalmıştı. Tam bu anda Neşe, Kaygı’nın ve Riley’nin ne kadar zorlandığını ve aslında ’Ben iyi biriyim’ inancının da tek başına Riley’nin deneyimleriyle oluşmadığını, kendi manipülasyonu ile yaratıldığını fark ediyor ve tüm anıların depolama havuzuna düştüğü yerden yeşeren yeni ‘Benlik Algısı’nın yeşermesine izin veriyor. Tam da burada Riley’nin iç seslerini, kendine dair olumlu ve olumsuz inançlarını duymaya başlıyoruz: ‘Ben nazik biriyim’, ‘Ben bencilim’, ‘Yeterince iyi değilim’, ‘Ben iyi biriyim’, ‘Uyum sağlamam gerekiyor’, ’Ama kendim olmak istiyorum’, ‘Ben cesur biriyim’, ‘Bazen korkuyorum’, ‘Bazen yardıma ihtiyaç duyuyorum’. Tüm bu ikircikli duygular Riley’nin tüm deneyimlerini bir arada yansıtıyor. Riley’nin tüm bu inançlarını duyan Neşe, sonunda gerçek Riley’i görüyor ve onun ‘Benlik Algısı’na sarılıyor. Ardından diğer duygular da ona eşlik ediyor ve onlar bu algıyı yani Riley’i tam da olduğu haliyle kabul edince Riley’nin zorlantısı da Kaygı’nın paralize hali de yavaşlıyor, en son Kaygı’nın da kabul ile sarılmasıyla tüm zorlantı sonlanıyor. Animasyonun içinde öz şefkat ve kabulü gördüğümüz an işte o an. Riley bu sahneden sonra gerçek anlamda kendisi olmaya ve kendini yaşamaya izin verebilecek.  

Bu filmden ergen çocuklarıyla baş eden ebeveynlere olumlu mesajlar çıkar mı?

Her yaş çocuk yetiştirmenin farklı sorumlulukları, keyifli yanları ve zorlukları var. Ergen bireylerle yaşamak da pek çok ebeveyn için bir geçiş dönemi oluyor. Fiziksel değişimin yanı sıra çocuğun keninden ve ailesinden beklentileri değişiyor, ihtiyaçları farklılaşıyor, ifadeler netleşebiliyor. Tüm bunlarla birlikte bazen zorlayıcı olabiliyor.

Ters Yüz 2 ebeveynlerin çocuklarının neler yaşadığını zihinlerinde canlandırmaları için iyi bir malzeme. Ebeveynler genelde evdeki çocukların yaşlarıyla paralel bir şekilde kendi yaşantılarındaki o döneme dair zorlantıları, anıları, hatıraları anmaya başlarlar. Animasyon aracılığıyla kendi çocuklarının yanı sıra kendi çocukluklarına dönüp bakmak, hatırlamak ve anlamlandırmak için de yardımcı olacağını düşünüyorum.

Ergen bireyler sosyal baskı, bir gruba ait hissetmek, kimlik keşfi gibi konularda zorlanırken animasyon aracılığıyla ‘Kendini olduğun gibi kabul et ve göstermekten çekinme’ mesajını alabilirler.

Ters Yüz 3 çekileceğini umarak o filmde hangi yeni duyguların öne çıktığını görmeyi beklersin?

Riley’nin yaşının biraz daha büyüyeceğini belki de genç bir kadın olacağını tahmin ediyorum üçüncü filmde, üniversite hayatı veya mezuniyet sonrası ilk iş ile birlikte yetişkinliğe geçişi işleyebilirler. O dönemde bitişler, başlangıçlar, belirsizlikler, yeni kararlar, aşık olmak, evden ayrılık gibi temalar işlenebilir. Bu bağlamda; özgüven, özşefkat, heyecan, aşk, tutku, kıskançlık, yetersizlikten bazıları filme eklenebilir.

Ters Yüz’ün öğretici ve açıklayıcı yanı çok güçlü dolayısıyla Riley’nin yaşayacağı bir kayıp teması işlenirse; yas, özlem, keder, yalnız hissetme, umutsuzluk, umut, güven gibi duygular da işlenebilir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün