Toplumsal bir borderline ve Türkiye'nin köpek problemi

Sarp KASTON Duymayan Kalmasın
26 Temmuz 2024 Cuma

Sınırda veya bilinen adı ile Borderline kişilik bozukluğu, ruh halinin çok hızla değişmesi, davranışlar ve ilişkilerde kararsız ruh haliyle karakterize, günlük yaşantıda işlevsellik sorunlarına neden olan bir kişilik örgütlenmesi olarak bilinmektedir. Borderline kişilik kavramı,1938 yılında Adolf Stern tarafından ortaya atılmıştır. Borderline kişilik bozukluğu kavramı ise 1975 yılında Otto Kernberg adlı Avusturyalı bir psikiyatrist tarafından tanımlanmıştır ve geliştirilmiştir.

Borderline kişilik örgütlenmesine sahip kişilerin kullandığı temel savunma mekanizması bölme savunma mekanizmasıdır. Bölme mekanizması, aynı obje tarafından bireye ulaştırılan, pozitif ve negatif davranış ve duygu yükünün, bebekte birbirinden ayrı tutularak, bunun tek bir birey tarafından değil, iki farklı birey tarafından yapıldığı kanaatinin oluşmasıdır. Artık bebek için iki ayrı anne vardır. İyi anne ve kötü anne. Aynı nesneye karşı iki farklı duygu ve fikir oluşmuştur, bu iki fikir birleştirilemez. Birey, dışsal etkenlere göre iyiyi ve kötüyü belirlemektedir. Örneği annesiyle kavga ettiği zaman “kötü” olarak tanımlanan anne, şefkatli bir şekilde geldiğinde “iyiye” geçecektir. Kişi, bu iki duyguyu da çok şiddetli ve gerçekçi yaşar. Yani anne “iyi” olduğunda iyi, “kötü” olduğunda gerçekten kötüdür. Kişi bu iyiyi ve kötüyü birleştirerek tutarlı bir anne figürü çizememektedir. Temel olarak Borderline kişiliklerin temeli bu mekanizmaya dayanır. Borderline kişiliklerde görülen dalgalanmalar, kararsızlıklar bu mekanizmaya dayanır. İyinin ve kötünün bir arada olması bireye kaygı yaratacağı için birey bunu birbirinden ayırarak hayatını sürdürmektedir.

Borderline örgütlenme elbette ki sadece bireyler için kullanılabilmektedir ve toplumsal bir karşılığı yoktur. Yine de burada Türkiye’yi bir kişilik olarak ele almaya çalışarak benzetmeler üzerinden ilerleyeceğim.

Türkiye, son yıllarda temelinde yatan ayrışmanın iyice ortaya çıktığı, Doğu-Batı sentezi ve çatışmalarının belirginleştiği, kutuplaşmanın haddinden çok arttığı bir ülke haline gelmiştir.

Yılda bir kez gerçekleşen bazı milli faaliyetler, ülkenin üst kimliğinin önemli bir parçası olan milliyetçi hislerin ortaya çıkmasına sebep olur ve bu durum ülkenin birleşmiş gibi algılanmasını sağlayabilir. Çünkü majörite bu üst kimliği benimsemiştir. “İşte biz böyle bir ülkeyiz” gibi söylemlerle kısa süreli bir illüzyon içine girilmektedir. Hâlbuki bu ülkede çoğunluğun bile ayrıldığı bir yer elbette ki vardır ancak bu kesinlikle milliyetçi hisler değildir. Hatta bu ülkede deprem zamanında bile kutuplaşabilecek bir seviyeye gelmiştir.

Aslında buradaki meseleler tam olarak ayrışmak değil. Bir ülkenin içinde yaşayan bireylerin tamamıyla aynı fikirde olmasını beklemek hiç gerçekçi olmayacaktır. Buradaki mesele – her iki kutup için de geçerli olmak üzere- insanların sahip olduğu düşüncelerin doğruluğuna ve mutlaklığına kesin bir şekilde inanılmasıdır. Bahsettiğim inanç, değerleri sahiplenici bir inançtan çok ötekilerin değerlerini yok sayan bir inançtır. Problem, tıpkı Borderline bir kişilik gibi toplumsal olarak iyiyi ve kötüyü bir araya getiremiyor oluşumuzdur.

Bahsettiğim bu noktalar, bütün toplumların temelini oluşturan ayrışmaları içeriyor olsa da Türkiye’de var olan ayrışmanın boyutu spordan, sanata her alanda kendini göstermektedir. Sosyal medyada sıklıkla karşılaştığımız linçler de tam olarak bu yapı ile ilgilidir.

Birey, kendi içindeki kötüyü, yanlışı, ahlaksızlığı bir başkasında da aynı şekilde görmek ister. Borderline bireylerin iyi ve kötüyü birleştirememesi gibi toplumda kutuplarını birleştiremez. Birey kendi “kötüsünü” bir başkasının “iyisinde” görmeye tahammül edemez. Bu onda kaygı yaratacaktır.

Bunlarla birlikte Türkiye’nin tıpkı bir birey gibi Borderline örgütlenmeye sahip olduğunu düşündürten başka benzerlikler de vardır: Ülkenin bir kimlik bütünlüğünün olmaması (multikültürellikten ziyade toplumsal bir tutarlı yapıdan söz ediyorum)

Dürtüsel bir ülke olması (çok kolay gaza gelip çok çabuk düşebildiği/ayrışabildiği için)

Dışsal faktörler ile şekillenebilen bir yapısının olması ve güçlü bir temelinin (egosunun) olmaması.

Bütün bunlar, Borderline kişilik örgütlenmesine sahip bir bireyin göstereceği ve Türkiye’nin de toplumsal olarak fazlasıyla sahip olduğu temellerdir.

KUTUPLAŞMANIN SON DURAĞI: TÜRKİYE’NİN KÖPEK PROBLEMİ

Bahsettiğim kutuplaşmanın ve ötekilerin iyisiyle kendi kötüsünü birleştiremeyen toplum yapısının son ve en canlı örneği şu günlerde Türkiye’de yaşanmaktadır.

Türkiye, köpeklerin derhal ve başka çözüm aramaksızın hemen uyutulmasını isteyen kişilerin gaddarlığıyla, oturdukları evlerden besledikleri Golden cinsi köpeklerle ortada bir problem olmadığını düşünenlerin romantikliği arasında sıkışmıştır. 

Ortada buluşabilmenin bir yolu varsa da bu yol iki ucun, iyisini ve kötüsünü birleştirebilmektir.

İlk olarak ortada bir köpek problemi olduğunu kabul etmek zorundayız. Ortada bir problem olmadığını dile getirmek, sizler köpeklere nasıl yaklaşırsanız onların da sizlere nasıl yaklaşacağını söylemek/iddia etmek, çocuklarının ölüm sebebi olarak ailelerin onlara verdikleri eğitim olduğunu söylemek gerçekçi olmadığı gibi saçmalık ve hatta kötü niyettir. Problemi çözmediği gibi daha da büyütmektedir. Bunları iddia edenlerin beslediği, karnı aç olmayan sokak köpekleri ile başıboş bir şekilde ormanlarda, boş arazilerde yemek arayan köpek bir değildir!

Ortada, insan hayatını tehlikeye atan bir durum vardır. Bu yeterli bir sebep değilse – ki anladığım kadarıyla bir problem olmadığını düşünenler, insanların yaşam hakkının pek de değerli olmadığına inanıyor-  başka hayvanların da hayatı tehlikededir.  Raporlara göre, başıboş sokak köpekleri memeli, kuş, sürüngen ve amfibi türleri üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve bu türlerin nesillerini tükenme riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Ayrıca, başıboş köpeklerin birçok çiftlik hayvanına saldırdığı ve onları öldürdüğü de belirtilmektedir. Örneğin, Adıyaman’da bir çiftlikte başıboş köpekler 280 tavuğu telef etmiştir. 2021 yılı verilerine göre, 1053 kümes hayvanı, 3 büyükbaş hayvan ve 3 at, başıboş köpekler tarafından öldürülmüştür. Bu, hayati tehlikeyle birlikte insanlar için ekonomik ve sosyal bir tehlike de yaratmaktadır.

Toplum sağlığı ciddi bir şekilde tehdit altındadır. Toplum sağlığı açısından, köpek ısırmaları kuduz, capnocytophaga, pasteurella, MRSA ve tetanos gibi hastalıklara yol açabilmektedir. Ayrıca, yanlış beslenme sonucu köpek dışkıları üzerinden insanlara bulaşan zoonotik hastalıklar da önemli bir sorundur. Örneğin, kist hidatik vakaları 2008’de 408 iken 2017’de 1728’e yükselmiştir.

Başıboş sokak köpekleri çocuklar için de büyük bir tehdit oluşturmakta, park ve bahçelerde oyun oynayan çocuklar saldırı riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, Birleşmiş Milletler’in Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’ne aykırıdır.

Engelliler de başıboş sokak köpekleri nedeniyle güvenlik riski yaşamakta, özellikle görme ve yürüme engelli bireyler sokaklarda ciddi zorluklarla karşılaşmaktadır. Metro girişlerinde uyuyan köpekler, görme engelliler için yapılmış yollarda uyuyan köpekler engelliler için büyük zorluklar çıkarmaktadır. Bu durum, Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’ye de ters düşmektedir.

Yaşlılar da benzer şekilde tehlike altındadır. İnternet haberlerinde sıkça rastlanan yaşlıların köpek saldırısına uğradığı ve yaralandığı olaylar, bu sorunun boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Köpek problemini görmek istemeyen kesimlerce yılda 182 insanın ölümüne sebep olduğu söylenerek küçümsenmekte ve bu durum normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Ortadaki sosyal problem bir yana, bir kişinin hayatını bile tehdit eden bir olgu, toplumsal açıdan problem olarak nitelendirilmelidir.

Bunlar yeterli bir sebep değilse – ki anladığım kadarıyla bir problem olmadığını düşünenler, insanların yaşam hakkının pek de değerli olmadığına inanıyor-  başka hayvanların da hayatı tehlikededir.  Raporlara göre, başıboş sokak köpekleri memeli, kuş, sürüngen ve amfibi türleri üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve bu türlerin nesillerini tükenme riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Ayrıca, başıboş köpeklerin birçok çiftlik hayvanına saldırdığı ve onları öldürdüğü de belirtilmektedir. Örneğin, Adıyaman’da bir çiftlikte başıboş köpekler 280 tavuğu telef etmiştir. 2021 yılı verilerine göre, 1053 kümes hayvanı, 3 büyükbaş hayvan ve 3 at, başıboş köpekler tarafından öldürülmüştür. Bu, hayati tehlikeyle birlikte insanlar için ekonomik ve sosyal bir tehlike de yaratmaktadır.

Bütün bunlar anayasa’nın ‘herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir’ (madde 17) ve ‘herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir’ (madde 56) ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ‘herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır’ (madde 3) hükümleri gereğince, bu sorun ciddiyetle ele alınmalıdır.

Bütün bunlar, Türkiye’nin çözülmesi gereken bir köpek problemi olduğunun kanıtıdır. Köpeklerin toplatılmasını zihninde “kötü” olarak algılayan toplumun bireyleri, köpeklerin toplatıldığı senaryoda başkalarının yaşamlarına “iyi” yansımaları olacağını kabul etmeli ve zihinlerinde bu ikisini birleştirilmelidir. Sırf toplumsal bir meseleye gerçekçi çözüm öneriyor diye kimse kötü, vicdansız veya katil olarak adlandırılmamalıdır.

Öte yandan, haklı olarak problemlin bir an önce çözüme kavuşturulmasını isteyen belli bir kesim, ötekilerin kendilerince haklı sorgularını görmezden gelmektedir. Örneğin, ortada bir problem olduğuna inanan, yıllardır mahallesinde beslediği köpeklerin dışında başıboş köpeklerin gerçekten tehdit olduğuna inanan kişiler, mahallelerindeki zararsız köpeklerin toplatılmasını anlamlandıramamaktadır. İnsanın, kendi türü dışında, başka türleri koruması doğal bir insan içgüdüsüdür. Özellikle yıllardır bağ kurulan “sokak köpekleri”nin toplatılması vicdanı açıdan birçoğu insana yanlış gelebilir. Bu noktada, ötekilerin vicdanını görmeyen insanların – haklı davalarında- yanlış bir tutum ile mücadele etmektedir. Evet, ortada bir problem vardır ve evet, aşağıda bahsedeceğim üzere bu problemin tek ve uzun vadedeki gerçekçi çözüm yolu itlafdır. Ancak, tıpkı diğer uçtaki problemi yok sayma davranışı gibi, bu uçta da gaddar bir yaklaşım ve sadece bu çözümü uygulamanın ötesinde, diğer canlıları öldürmekten zevk alır gibi bir hissiyatla yaklaşım mevcuttur. Halbuki bir işin tek çözümünün itlaf olması, bu işin zevkle yapılacağı/dile getirileceği anlamına gelmez, gelmemelidir! Bununla birlikte, uzun vadede tek çözüm yolu itlaf olsa dahi, bu takım köpeklere farklı alternatifler sunulmalıdır. (Sahiplendirilme, Bakım vs.)

Bahsettiğim bu iki kutup, toplumsal borderline’ın en büyük kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye bir birey olarak düşünüldüğünde bir tarafı gaddar, bir tarafı fazla duygusal ve bu iki tarafını birleştiremeyen bir Borderline kişilik olarak gözükmektedir.

Tabii ki bu iki kutup içine de girmeden haklı mücadelelerini sürdüren kişiler de vardır. Ancak bugün bu meselenin bu noktaya gelmesini sağlayan, ortaklaşa hareket etmemizi engelleyen, ötekileri görmezden gelen bu iki kutubun içinde olan bireylerdir!

Ortada bir problem olduğunu anladıktan ve kabul ettikten sonra yapılması gereken çözüm yolları aramaktır. Potansiyel çözüm yollarına bakacak olursak;

i) insanlardan uzak tutma, ii) sahiplenme ve bakım, iii) uyutma, iv) kısırlaştırma ve v) itlaf.

Bu beş yöntem, Anayasa ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin yaşam hakkı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına dair hükümlerine uygun olarak ele alınabilir.

 

İnsanlardan Uzak Tutma: Köpekleri ıssız alanlara nakletmek, Osmanlı döneminde de uygulanan bir yöntemdir. Örneğin, 1910'da Sivriada'ya nakledilen köpekler, 1912'de itlaf edilmiştir. Günümüzde benzer stratejiler, köpeklerin insanlardan uzak tutulmasını amaçlar. Ancak, bu yöntemin gerçekçi olup olmadığı, köpeklerin yeni ortamda nasıl uyum sağlayacağı ve toplumsal kabul görüp görmeyeceği gibi sorunlar içerebilir.

Sahiplenme ve Bakım: Köpeklerin sahiplenilmesi ve bakımı, bazı köpek cinsleri için uygun olabilir. Ancak, bu süreç maliyetli ve sorumluluk gerektirir. Almanya gibi ülkelerde, sahiplenme ve bakım konusundaki yasaklar, bu yöntemin uygulanabilirliğini etkileyebilir. Örneğin, hayvanları terk etmek Almanya’da ağır cezalara neden olabilir. Bu yöntem teorik olarak makul görünse de, pratikte herkes için uygulanabilir olmayabilir çünkü sahiplenme, özel ilgi ve maliyet gerektirir.

Uyutma: Köpeklerin bir barınağa alındıktan sonra uyutulması, toplum sağlığını koruma adına bazı ülkelerde uygulanmaktadır. Almanya ve Kanada’da bu yöntem kullanılırken, ABD’de eyaletler bazında başıboş köpekler uyutulmaktadır. Ancak uyutma sonrası köpeklerin nerede tutulacağı gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Uyutma yönteminin gerçekçiliği, uyutulan köpeklerin nasıl ve ne kadar süreyle saklanacağı, toplumsal ve etik sorumluluklar açısından değerlendirilmelidir.

Kısırlaştırma: Yakala-kısırlaştır-sal (TNR) yöntemi, köpeklerin yakalanıp kısırlaştırıldıktan sonra tekrar sokağa salınmasını içerir. Bu yöntem, popülasyonu kontrol altına almak için kullanılır ancak yüksek popülasyonlu bölgelerde (örneğin Türkiye) etkili olmayabilir. Singapur’da sonuç alınmışken, Hong Kong ve Hindistan’da sorun devam etmiştir. Kısırlaştırma yöntemi, düşük popülasyonlu bölgelerde etkili olabilir ancak yüksek popülasyonlu bölgelerde kısırlaştırma sonrası köpeklerin "yönetimi" (örneğin beslenme ve sağlık durumları) sorun oluşturabilir.

İtlaf: Köpeklerin öldürülmesi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde uygulanan bir yöntemdir. 1927'de kuduzla mücadele kapsamında başıboş köpeklerin itlafı gerçekleştirilmiştir. İtlaf yöntemi, köpek sayısının net olarak belirlenmesini ve minimum acı ile gerçekleştirilmesini gerektirir. 1960'lardan 1996'ya kadar çeşitli dönemlerde itlaf uygulamaları yapılmıştır. İtlaf, son çare olarak düşünülmelidir ve gerçekçi olup olmadığı, başıboş köpek sayısının net olarak belirlenmesi ve itlafın insancıl bir şekilde gerçekleştirilmesi açısından titizlikle değerlendirilmelidir.

Tam sayısı bilinmemekle birlikte 6.5 milyon köpek nüfusu olduğu tahmin edilmektedir. Bu durum, bahsedilen çözüm yollarının çoğunu engelleyecek bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Ancak yine de belli bir yöntemi salt olarak uygulamaktansa bütün bu yöntemlerin birlikte yapıldığı alternatif yöntemli bir çözüm daha makul olacaktır.

İlk olarak sahiplendirme ve barınaklara alınma seçenekleri ele alınmalıdır. Kısırlaştırma ve uyutma gibi çözümlerin de yeterli olmadığı noktada İtlaf yöntemine başvurulmalıdır. Örneğin Avrupa’da bu yöntemler alternatifli olarak kullanılmaktadır. Yıllardır çözüme kavuşturulmayan bu problem meseleyi daha da zor bir hale sokmuştur ve köpek nüfusu bu alternatif yöntemlerin de uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki; çözüm bugün alınmazsa yarın daha da büyük toplumsal tehditler bizi bekliyor olacaktır!

Son olarak; her iki taraf içinde…

Bir kez olsun içinizdeki iyinin ve kötünün ötekiyle birleşmesine izin verin. Dinleyin, konuşun, anlatın. Her şeyi bildiğinizi sanmayın. Sırf yanınızdakiler öyle söylüyor diye veya sizin çoğunluğunuz öyle söylüyor diye bir şeyleri doğru sanmayın.

Vicdanınız da hep sizinle olsun!

Kaynak:

https://kriterdergi.com/siyaset/sosyal-sorun-halini-alan-basibos-kopekler-icin-cozum-adimlari

Veriler bu yazıdan alınmıştır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün