Geçen mevsimin en iyi oyunları – VI

Erdoğan MİTRANİ Sanat
31 Temmuz 2024 Çarşamba

‘Mikado’nun Çöpleri’

Yazıldığından bu yana yarım yüzyıldan çok olmasına karşın, Melih Cevdet Anday’ın hâlâ çağının ötesinde taptaze kalmış metnine, 12 ahşap çubukla çevrelenmiş penceresiz odadan oluşan çok başarılı dekorunu da tasarlayan Engin Hepileri sağlam bir çağcıl yorum getirmişti. Yalın ve çok başarılı sahnelemesinde, oyun boyunca iki karakterine o vidalanmış iki katlı çubukları çözdürerek en başından beri ‘Mikado’ oynadıklarını hissettirmesi parlak bir buluştu. Oyuncu yönetimiyse müthişti; Musa Can Pekcan ile Merve Güran ikilisinin yorumları olağanüstüydü. TiyatroİN yapımı ‘Mikado’nun Çöpleri’, gerçek bir klasiğin zamansız olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu.

 

‘Küçük Prens’

Saflığını ve masumiyetini kaybetmemiş çocuklar anında duyumsasa da Antoine de Saint Exupéry’nin ‘Küçük Prens’i, bir çocuk kitabı değil, her yaşa hitap eden benzersiz bir masaldır.

Dünya genelinde kutsal kitapların ardından en çok okunan metni, yönetmen Kayhan Berkin ve dramaturg Ferdi Çetin radikal bir karar vererek teatral karşılığını birebir yansıtarak sahnelemişlerdi. ‘Küçük Prens’in müthiş başarısında Merve Yörük’ün Exupéry’nin büyülü dünyasını yansıtan dekorunun, Nihal Kaplangı’nın olağanüstü kostümlerinin ve Cem Yılmazer & Yasin Gültepe’nin usta işi ışık tasarımının payı büyüktü. Oyunculuklarsa dört dörtlüktü. Pilotu ve gezegenlerdeki karakterleri üstlenen Doruk Şengün ile Kenan Ece çok iyiydiler. Deniz Işın hem harika bir gül, hem ürkünç bir yılan olmuştu. Taha Tegin Özdemir’in prensi, saçları sapsarı olmasa da sevimli, sevilesi ve çok inandırıcıydı.

 

‘Dıkşın / Big Shoot’

Fildişi Sahilinde doğan Fransız oyuncu, yönetmen, romancı, oyun yazarı Koffi Kwahulé’nin 2000’de yazdığı ‘Big Shoot’ uydurma öykülerin kendini sanatçı ilan eden cellatlar eliyle kurbanlara zorla söyletildiği ölümcül bir ‘reality show’ üzerinden, günümüzde ölümün artık bir tüketici deneyimi olduğunu yansıtır. Yazarın Moda Sahnesinde birçok oyununu yönetmiş olan Kemal Aydoğan, bu müthiş sert metni ‘DIKŞIN: Büyük Şans’ adıyla çılgın bir sirk gösterisi, hınzır ve müthiş komik bir kapkaranlık güldürü olarak yorumlamıştı. Onur Ünsal dur durak bilmeyen, uçuk kaçık, hınzır ve müthiş komik işkencecisiyle Kwahulé’nin hayranı olduğu cazdan esinlenen, devamlı hem gerçeküstüyle hem absürtle flört eden, doğaçlamaya yatkın metinlerinin ideal yorumcusu olduğunu ‘Bira Fabrikası’nın ardından bir kez daha kanıtlıyordu. Ünsal’ın çılgın hem komik hem ürkünç çok boyutlu performansını Mehmet Tekatlı serinkanlı eşlikçiliğiyle ustaca dengeliyordu.

‘Othello’    

Moda Sahnesi’nde Kemal Aydoğan, Othello’nun öyküsünü, karakterlerini ve motivasyonlarını ustalıkla güncelleştirerek anlatıyordu. Öncelikle oyuna, kimi olayları özetleyen, kimini kendince yorumlayan sağduyulu bir anlatıcı katmıştı. Yılmaz Sütçü’nün, fuayedeki ön oyunla başlayan etkileyici performansı, hem oyuna interaktif bir boyut katıyor, hem öykünün karanlığını bir nebze hafifletiyordu. Othello’nun çılgınlığını ten renginin ve ötekileştirilmenin yarattığı aşağılık duygusuna bağlayan Aydoğan, özellikle onun ‘çok sevdiği için’, kayıp bir mendilden bile daha aptalca sebeplerle eşini katledebilen sayısız ‘maço’ Türk erkeğiyle yakın akraba olduğunun da altını çiziyordu. Oyunun baş kişisi artık kişisel özgüvensizliğiyle sevilebilir olduğunu kabullenemediğinden karısının sadakatsizliğine inanan, çektiği acıyı arabesk bir tonlamayla haykıran çığırından çıkmış Caner Cindoruk’un ilkel ve vahşi Othello’su değil, müthiş sevimliliği, yumuşaklığı, karizmasıyla etkileyici bir yorum getiren Ahmed Saka’nın, haset ya da kıskançlıktan değil, gerekli olduğuna inandığı ve yapabileceği için, Othello’yu mahvetmek için ağını becerikli bir örümcek gibi titizlikle ören, manipülatif, akıllı ve kurnaz İago’suydu. Kadın cinayetlerinin neredeyse sıradanlaştığı günümüz dünyası, artık Othello’ların ya da Cassio’ların değil, sadece İago’ların kazanabildiği bir dünya olduğundan Aydoğan oyunu, Othello Desdemona’yı öldürdüğü an sonlandırıyordu.

‘La Leçon / Ders’

Ionesco’nunkomik dram’ olarak adlandırdığı ikinci oyunu, kumbaracı50’de müthiş bir gösteriye dönüşen La leçon / Ders’, hizmetçisiyle yaşayan bir öğretmenin evine yeni bir kız öğrencinin özel ders için gelmesiyle başlar. Başlarda bilgi alışverişi yöntemini, bilginin içselleştirilmemiş, sadece ezberlenmiş oluşunu hınzırca hicvederek eğitim sistemini eleştiren, öğretmenin giderek sertleşen gülünç tutumu üzerinden baskıcılığın, totalitarizmin erkek egemen kadın düşmanlığının yergisine dönüşen Ders’ giderek daha sert bir tonlamayla gelişir. Değerlerini yitirmiş, ötekine yabancılaşmış, mantığı boş vermiş bir toplumda, iletişimsizliğin kendini anlatma ve karşısındakini anlamayı engellediği, konuşulanların hiçbir şey anlatmadığı, tavır ve tutumların dilin önüne geçtiği açığa çıkar.

Sezonun keyifli sürprizlerinden ‘Ders’ kendi küçük, değeri büyük bir mücevherdi.

‘Öteki Venedik Taciri’

Shakespeare’in ‘Venedik Taciri’, yakın arkadaşının sevdiği kadına kavuşmasına yardım etmek için Yahudi tefeci Shylock’a borçlanan Venedikli tacirin trajikomik serüvenidir.

kumbaracı50’de oyunu ‘Öteki Venedik Taciri’ olarak uyarlayan ve yöneten İsmail Sağır, Shylock’un Yahudiliğini geriye çekip onu sadece ‘yabancı’ olarak gösteriyor, ötekileştirmenin, yabancı korkusu ve düşmanlığının simgesi olarak ele aldığı Shylock’un davranışlarına evrensel bir boyut kazandırarak önyargıların ve ayrımcılığın, adaletsizlikle nefreti nasıl büyüttüğünün altını çiziyordu. Sağır’ın zeki, etkileyici, izlenmesi şart güncelleştirmesinin son adımıysa, özgün metnin kendi dönemi için normal sayılabilecek finalinin iticiliğini yok eden etkileyici prologdu.

İsmail Sağır yönetmen olarak sahnelemenin tüm yükünü, kusursuz bir toplu yorum elde ettiği, boş ve iki tabure dışında aksesuarsız oyun alanında çağcıl kostümler giyen kendisinin de aralarında olduğu oyuncularına taşıtıyordu.

‘Sivrisinekler’

İBBŞT Gazhane’de Ali Gökmen Altuğ’un yönettiği, bilimsel olayların dolaylı olarak yansıdığı, çoğu karakterin fizikçi olduğu derinlikli ve çok katmanlı ‘Sivrisinekler’, video ve görsel tasarımı üstlenen Enes Altuğ Avşar’ın desteğiyle, Meydan Sahnesinde, makro kozmosla mikro kozmosu harmanlayan olağanüstü görsellikle sahnelenmişti. 1983 doğumlu İngiliz oyun yazarı, senarist Lucy Kirkwood’un oyunu, Büyük Hadron Çarpıştırıcısında protonları çarpıştırıp Higgs Bozonu’nun varlığını kanıtlamaya çalışırken, hayatındaki diğer parçacıklarla; bilim insanı annesi Karen, baş belası kız kardeşi Jenny ve oğlu Luke’la çarpışan Alice’in ikilemini ustalıkla yansıtıyordu. Başta Jenny’ye müthiş bir yorum getiren Senan Kara olmak üzere, Ayşin Atav, Yeliz Gerçek, Özgür Dereli, Ahhan Şener, Pınar Demiral, Volkan Öztürk, Ümran İnceoğlu ve Pınar Pamuk’tan oluşan kadronun ekip oyunculuğu çok başarılıydı.

‘Savaş ve Barış’

İBBŞT sezonu Lev Tolstoy'un dev eseri ‘Savaş ve Barış’ın görkemli bir uyarlamasıyla açmıştı. Napolyon’un 1812’de Rusya’yı işgalinin öncesinde hayatları tümüyle değişen Rus aristokrasisini konu edinen, bir tarih anlatısının özelliklerini taşırken, yaşama, inançlara, insanın yaşama amacına dair felsefi düşünceleri de barındıran, siyasi ve toplumsal çıkarımların yer aldığı destansı bir romanı Makedon yönetmen Aleksandar Popovski, dramaturgu Başak Erzi’yle birlikte en önemli gördüğü bölümlerden oluşturmuştu. Anekdotik yapısına karşın kesinlikle bölük pörçük durmayan, devamlılığı hiç aksamayan akıcı bir metin çıkmıştı, Popovski, tempolu yönetimiyle 200 dakikalık süresine karşın sarkmayan, ilgiyle, sıkılmadan izlenen gösteriyi çağcılla klasiği ustalıkla iç içe geçirerek geçmişten günümüze bakarak sahnelemişti. Ekibin, sahnede, Anna Pavlovna’yı canlandıran ‘anlatıcı’, Ayşegül İşsever’le Lev Tolstoy’u ve romanda yaşananları tartıştığı ‘epik’ ön oyunla başlayan ‘Savaş ve Barış’ta, anlatıcının sürekli seyirciyle birebir iletişimde kalması, kumaş panolardan oluşan, inandırıcı kar efektiyle Rusya’nın uçsuz bucaksız kışını simgeleyen yalın dekorun değişikliklerinin izleyicinin gözü önünde yapılması, hele hele savaşın başlamasının tüfeklerin gitara dönüştüğü bir rock konseri olarak verilmesi bu Brechtyen yabancılaştırmayı perçinliyordu. Dünya edebiyatının bilinen ve sevilen bir klasiğini başarıyla sahneye aktararak daha geniş izleyici kitlelerine açan, bunu da edebi tadını korurken salt tiyatro olmayı başaran bir biçemde yapan önemli bir çalışmaydı.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün