Altmışlı yılların başlarından bu yana farklı caz türlerinde üretken, önde gelen önemli besteci, grup lideri ve caz piyanistlerinden biri Herbie Hancock’tur. Bir dönemin sembolü olmuş Bill Evans sonrası caz piyanistleri kuşağının kanımca en yaratıcı ve müziğe sayısız eser armağan etmiş üçlüsünden biridir. Bu üçlünün diğeri daha önce kaleme aldığım Chick Corea’dır. Doğaçlama ustası üçüncüsünün ismi de şimdilik bende kalsın, bir başka yazının konusu oluncaya kadar!
Hemen hemen eşzamanlı ve aynı kulvarda caz sahnesine çıkan bu iki parlak müzisyen, Hancock ve Corea’nın, yolları kariyerleri süresince sıkça kesişti. Rekabet içinde olmaları beklenirken, onlar rekabeti birbirlerinden ilham almaya ve sıkı bir dostluğa dönüştürdüler.
Chicago’da dünyaya gelen Hancock yedi yaşında piyanoyla tanıştı, üstün yetenekleri derhal fark edildi. 11 yaşına geldiğinde Chicago Senfoni Orkestrası eşliğinde Mozart’ın piyano konçertosunu çaldı. Lise yıllarında caz eğitimi almadı, dönemin ünlülerini dinleyerek kulağını ve duyularını geliştirdi. Üniversite eğitimini hem elektrik mühendisliği hem de müzik dallarında tamamladı. Hancock cazın farklı türlerinde müzik üretti, yeni tanındığı altmışlı yıllarda ana akım caza bağlı kaldı, artık caz standartları haline gelmiş ünlü eserlerinin çoğunu bu dönemde besteledi, yetmişli yıllarda rock ve fusion müzikle ilgilendi, çeşitli elektrikli klavyeleri albümlerinde kullandı, müziğin evrilmesinde günümüze dek hep öncü oldu.
Hancock, üne kavuşmasını sağlayan belki de en tanınmış eseri olan ‘Watermelon Man’ adlı parçayı bestelediğinde ve ‘Takin’ Off’ adlı ilk albümü 1962 yılında yayınladığında, henüz 22 yaşındaydı. Hafızaya kolay kazınan, akılda sürekli tekrarlanabilecek tempo ve melodisi olan parçanın funky ritmi, biraz blues ve gospel ile birleşince bu denli tutulan bir eser ortaya çıkmış. Bestenin kökleri Hancock’un Chicago’daki çocukluğuna uzanıyor. Ara sokaklardan geçen karpuzcunun arabasının parke taşlarda çıkardığı seslerin çağrışımı davulun ritmine ilham olmuş. Sanatçı bu genç yaşında trompette Freddy Hubbard ve saksafonda Dexter Gordon gibi dönemin tecrübeli ve usta sanatçılarını gruba dahil edebilmiş ki, onların berrak sololarının parçanın bu denli başarılı olmasına önemli katkısı var. Önceleri caz çevrelerinde büyük sükse yapan ‘Karpuzcu’ ilginç bir tesadüfle tüm müzik dünyasında popüler olarak çarpıcı bir sıçrama yaptı. Bir afro-cuban caz topluluğunun lideri, vurmalı çalgılar sanatçısı Mongo Santamaria, grubunda klavye çalan Chick Corea’nın nedense olmadığı bir gün, Hancock’tan bir defalığına onun yerini doldurmasını rica etti. Konserin sonlarına doğru bestesi ‘Watermelon Man’i çalması istendi. Afro-cuba caz grubu kongalar ve diğer ritmik çalgılarla eşlik edince, parça daha neşeli ve hareketli hale geldi, tüm izleyiciler coşkuyla dans etmeye başladı. Aldığı olumlu tepkiyle Santamaria parçayı kendi ritimleriyle tekrar düzenledi ve bir sonraki albümüne dahil etti. Sonuçta parça uzun süre listelerde üst sıralara yerleşti, Hancock’un en az 5-6 yıl boyunca iyi bir gelire kavuşmasını sağladı. Bu caz standardı hala müzisyenler için çok cazip ve sıklıkla yorumlanıyor, farklı tarzlardaki yorumların sayısının 200’ü aştığı söyleniyor.
İzleyen yıllarda Hancock yoğun bir dönem geçirdi. Kendi topluluğuyla bestelerini düzenlerken, aynı zamanda Miles Davis’in ünlü beşlisinde dönemin en önemli müzisyenine eşlik ederek onun okulundan geçmiş oldu. Bu dönemde caz standartları haline gelen diğer öne çıkan bazı besteleri arasında ‘Blind Man, Blind Man’, ‘Cantaloupe Island’ ve ‘Maiden Voyage’ sayabiliriz.
Müziğin yanı sıra mühendislik eğitimi de alan Hancock’un mekanik sistemler kurmaya yatkınlığı, saatlere ve özellikle arabalara özel merakı olduğu biliniyor. Henüz 23 yaşındayken biraz para kazanmaya başlayınca 6 bin dolara 1963 model AC Shelby Cobra marka özel imalat bir araba satın aldı. ‘King Cobra’ adlı bestesiyle arabasına tutkusunu gösterdi. İlginç olan, Hancock altmış yıl sonra halen bu arabanın sahibi; şimdiki değerinin iki milyon dolar üzerinde olduğu tahmin ediliyor ve arabasını artık torununa vereceğini söylüyor.
Hancock ve Corea’nın yollarının kesişmesinin en çarpıcı örneği Miles Davis üzerinden oldu, her ikisinin yolu da farklı zamanlarda Davis’in caz topluluğundan geçti. Yıllar sonra Hancock’un anlattıklarına göre, 1963-1968 arasında Miles Davis’in beşlisinde piyano çalan Hancock, 1968 yılında evlendiğinde balayı için eşiyle Brezilya’ya gitti, ancak orada yemekten zehirlendi. Birkaç gün sonra New York’a geri dönüp sürmekte olan kayıtların provalarına gecikmeyle katılmak istediğinde, Miles Davis ona kovulduğunu bildirdi. Anlaşılan bu mazerete inanmamıştı, bir yandan da Hancock’un kısa süre sonra ondan ayrılarak kendi grubuna odaklanacağını seziyordu. Hancock bu durumla ilgili grubun yöneticisini aradığında, Corea’nın kendisinin yerine gruba dahil edildiğini öğrendi. Böylelikle Davis’in 1969’da kaydettiği ve geleneksel cazdan rock etkili doğaçlamalı deneysel caza kayan imza eseri ‘Bitches Brew’da yer alamamış oldu. Ancak buna karşılık kendi liderliğinde Headhunters grubunu oluşturup bestelerini yayınlama imkanına kavuştu. Davis’in etkisiyle funk ve jazz fusion tarzlarına yöneldi.
1978’e gelindiğinde, iki değerli sanatçı bir araya gelip birlikte konserler verdi ve kayıtlar iki LP’lik bir albüm olarak yayınlandı. O dönem her ikisi de fusion tarzının etkisiyle elektrikli klavyelere yönelmiş olmalarına rağmen, bu albümde pek alışık olunmayan bir şekilde sadece iki akustik piyanoyla enfes yorumlar ortaya çıkardılar. Bunların içinde en beğendiğim Hancock bestesi ‘Maiden Voyage’ yorumunu seçkide dinleyebilirsiniz. Rivayet o ki, bu proje için ikisi ilk olarak Corea’nın evinde buluştular, karşılıklı piyano çalmaya başladılar, birbirlerinin stiline karışmamak için önce temkinli ve saygılı oldular. Ancak, kısa süre sonra birbirlerine öylesine uyum sağladılar ve birlikte çalmaktan öylesine mutlu oldular ki, doğaçlama yaparken gülmekten çalamaz hale geldiler. Bu deneyimden sonra, birlikte albüm yapmak ve konser vermek için yoğun prova yapmalarına gerek olmayacağını kavradılar.
İki sanatçı sonraki yıllarda da birçok kez bir araya geldi; birbirlerinin kayıtlarında ve konserlerinde yer aldılar, son olarak 2015 yılında birlikte turneye çıktılar.
Corea’nın 2021 yılında yaşama veda etmesi sonrasında Hancock’un röportajında aktardıkları aralarındaki dostluğu ve birlikte müzik yaptıklarında birbirlerini bu denli iyi anlamalarını çarpıcı bir şekilde şöyle vurguluyor: “Birbirimizin stilini ve ruh halini çok iyi biliyorduk. Chick tuşlara basmaya başladığı andan itibaren içimde ışıklar yanmaya başlıyordu, sanırım o da aynı şekilde hissediyordu. Birlikte çaldığımız zaman, iki mutlu küçük çocuk gibiydik, sürekli birbirimize ilham veriyor ve cesaretlendiriyorduk. Böylelikle iki ilham kaynağım oluyordu, kendi ruhum ve onunki. Adeta beynimin içini okuyabiliyordu, müzikte bir sonraki adımımı sezebiliyor, ona göre uyumlu bir müzikal cevabı hazır ediyordu. O, bildiklerini sürekli paylaşmak isteyen kocaman kalbe sahip bir sanatçıydı, etrafındaki herkesin bu paylaşımlardan yararlanarak ilerleme fırsatı olması gerektiğini düşünüyordu. Günümüzde, hepimizin ihtiyacı olan düşünce tarzı da budur.”
KAYNAKÇA:
HERBIE HANCOCK
https://open.spotify.com/playlist/3DYl0M5mlR2prhnwThyETO
Link’e ulaşmak için:
Spotify / Sami Asa, Playlist adı: MY_19_Watermelon Man_240731
Hancock ve Corea gençlik yıllarında piyanonun başında neşe içinden birlikte çalarken
Hancock 60’lı yılların ve kariyerinin başında