Uzun zamandır takip ettiğim Gatestone Institute sitesinde Bassam Tawil imzasıyla çıkan bir yazı, geçtiğimiz hafta sonu dikkatimi çekti. Tawil, yazısında Hamas´ın tüm dünyada ve özellikle Ortadoğu´da beklenmedik bir şekilde gerçekleştirdiği 7 Ekim saldırısıyla ilgili olarak Hamas tarafından dolaşıma sokulan bir bildiriyi ele alıyor.
Bildiride, Hamas, gerçekleştirdiği katliamın nedenlerini sıralıyor. ‘Our Narrative: Operation El-Aqsa Flood /Anlatımız: El Aksa Tufanı Harekatı’ başlıklı belgede, birçok komplo teorisine dayanarak yapılan vahşeti meşrulaştırmaya çalışılıyor, tarihi gerçekler saptırılıyor ve hedef şaşırtılıyor.
Hamas, saldırıyı, İsrail’in “Mübarek El Aksa Camii’ni Yahudileştirme planlarına, onu zamansal ve mekânsal olarak bölme girişimlerine, ayrıca İsrailli yerleşimcilerin kutsal camiye yönelik saldırılarının yoğunlaşmasına” yanıt olarak başlattığını iddia ediyor.
Tawil'e göre, “İsrail'in Mescid-i Aksa'nın bulunduğu Tapınak Tepesini Yahudi ve Müslüman olarak tanımlanacak iki kesime bölme veya orayı bir Yahudi bölgesine dönüştürme yönünde bir planı” kesinlikle hiçbir zaman olmamıştır.
İsrail, 1967'den bu yana, hem Müslümanlar hem de Yahudiler için kutsal olan, Tapınak Tepesi’nin İslam Vakfı tarafından yönetilmesini sağlayarak Mescid-i Aksa’daki statükonun bozulmasına izin vermiyor. Dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’ın formüle ettiği ‘statükoya’ göre, Yahudilerin Tapınak Tepesi'nde ibadet etmelerine izin verilmeyecekti. Bölgeyi ziyaret etmeleri ise serbest olacaktı. İsrail o günden bu yana Müslüman olmayanların bölgedeki kutsal yerlere girmesine izin vermiyor, bu girişimde bulunanları ise güvenlik tedbirleri ile buradan uzaklaştırıyor. Tapınak Tepesi'nin, son olarak Roma İmparatoru Titus’un ordusu tarafından MS 70’lerde yıkılan Beyt Hamigdaş’ı barındırdığını, dolayısıyla Yahudiler için önemli olduğunu belirtmek gerek.
İsrail statükoya saygı gösterirken, Araplar kutsal mekandaki hakimiyetlerini derinleştirme çabasıyla bunu sürekli olarak ihlal etti ve 1967’den bu yana Tapınak Tepesi'nde dört yeni cami açıldı: Kubbet-üs-Sahra, Süleyman'ın Ahırlarının altında bulunan El-Mervani Camii, 1988 yılında yukarı caminin altında kurulan Eski Mescid-i Aksa ve 2019 yılında kurularak camiye dönüştürülen Rahmet Kapısı (Altın Kapı) ibadet alanı.
Belgede, Hamas, 7 Ekim saldırısını İsrailli yerleşimcilerin kutsal camilere yönelik saldırılarına da bağlıyor. İddianın dayanağı Yahudilerin Tapınak Dağı'nın açık alanlarını barış içinde ve ‘statükoya’ uygun olarak ziyaret etmeleri ile ilgili. Gelin görün ki bu turlar hiçbir zaman yasaklanmadı; 1967'den bu yana düzenli olarak yapılıyor. Turların ‘saldırı’ ile yakından uzaktan ilgisi olmadığı gibi, İsrail Polisi ve İslam Vakfı yetkilileriyle koordine ediliyor. Yahudi ziyaretçilerin herhangi bir camiye girmediklerini, sadece camilerin dışındaki açık havada gezdiklerini de belirtmekte fayda var.
Ayrıca, Hamas’ın ve pek çok Filistinlinin, Tel Aviv'de, Batı Şeria'daki bir yerleşim yerinde veya New York'ta yaşamalarına bakmaksızın tüm Yahudileri ‘yerleşimciler’ olarak gördüklerinin altını da çizmek lazım. 7 Ekim’den bu yana Yahudilerin kolonyalist olarak yaftalanmasının temelinde bu görüş var.
Hamas belgesinde, saldırıyı İsrail'in "pratik olarak tüm Batı Şeria ve Kudüs'ü ilhak etmeye yönelik adımlar atması" nedeniyle başlattığını iddia ediyor. Ancak 2020 yılında hükümet, İsrail, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasındaki İbrahim Anlaşması ile başlayan normalleşme sürecini kolaylaştırmak amacıyla Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerini genişletme planlarını askıya aldı. Anlaşmalara imza koyan dönemin Başbakanı Netanyahu siyasi rakipleri tarafından fazlaca eleştirilmişti.
Sonuçta BAE ve Bahreyn ile normalleşme lehine yeni yerleşim planlarını rafa kaldıran İsrail hükümeti oldu. Bu anlaşma 7 Ekim zulmünden dört yıl önce yapılmıştı. Hamas önderliğindeki saldırının arifesinde İsrail'de ilhaktan söz edilmediğini söylemeye ise, gerek yok.
Öte yandan, Hamas’ın Gazze’de halkı adeta esir aldığı, yerleşim yerlerinde, okullarda, hastanelerde konuşlandığı, hatta Birleşmiş Milletler'e bağlı kuruluşları neredeyse ele geçirdiği, İsrail’in bölgede giriştiği kent savaşları esnasında açığa çıktı. Bu anlamda hem Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi hem de Gazze Şeridi'ndeki Hamas yöneticileri, insan hakları örgütleri tarafından gözaltında tuttukları “muhaliflere sistematik olarak işkence yapmakla” suçlanıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 2022'de yayınladığı bir raporda şöyle deniyordu: “Filistin Yönetimi ve Hamas güvenlik güçleri, tutuklularını cezalandırmak ve korkutmak için onları rutin olarak aşağılıyor, tehdit ediyor, uzun süreli hücre hapsi uyguluyor ve falaka da dahil olmak üzere dayak ile cezalandırıyor, böylece muhaliflerinin dirençlerini kırıyor, onları gerçek olmayan suçlamaları itirafa zorluyor…”
2007’den bugüne
Hamas yayınladığı belgede, 7 Ekim saldırısının ‘Gazze Şeridi'ne uygulanan haksız hava, deniz ve kara ablukasına’ yanıt olarak gerçekleştiğini iddia ediliyor. İşin aslı 2007'ye dayanıyor. Bu tarihte seçimle işbaşına getirilen Hamas bir darbe düzenledi ve Filistin Yönetimini şiddet yoluyla Gazze’den kovdu. Kaçakçılığı ve teröristlerin sızmasını önlemek için İsrail ve Mısır, Gazze ile olan sınır geçişlerini sıkılaştırdı ve nakliyeye kısıtlamalar getirdi. İsrail ve Mısır, Gazze Şeridi'ne sebepsiz yere ‘abluka’ uygulamadı. Nitekim, tüm önlemlere rağmen yerleşimlerin altından sınırın öte tarafına uzanan tünellerden Gazze’ye soktukları malzemelerle imal ettikleri roketleri, havan toplarını İsrail’e yollamaktan hiç vazgeçmediler. Oysa İsrail 2005 yılında Gazze Şeridini askeri, sivil fark etmeksizin boşaltmıştı. Umulan refah içinde yaşayacak Gazze halkının geleceğini oluşturulmasına olanak tanımaktı.
İsrail, son yıllarda Hamas ve diğer terör gruplarının devam eden terör saldırılarına rağmen Gazze Şeridi'ne yönelik kısıtlamaları hafifletmek için bir dizi adım attı. Bu tedbirler arasında Gazze Şeridi'ndeki binlerce Filistinliye İsrail'de çalışma izni verilmesi de vardı. 7 Ekim 2023 itibarıyla, Gazze Şeridi'nde tahminen 18.000 ila 18.500 kişi, İsrail yetkilileri tarafından - maaşlarının Gazze'dekinin beş katı olduğu - İsrail'de çalışabilmelerini sağlamak için verilen çalışma izinlerine sahipti.
Son olarak Hamas, uluslararası toplum ve dünya devletlerinin "Filistin devletinin kurulmasını engelleme" çabaları nedeniyle saldırısını başlattığını iddia ediyor. Oysa İsrail-Filistin görüşmelerinin neredeyse tamamında, bir Filistin Devletinin kurulmasına atıf vardır. Nitekim, ABD, AB, Rusya ve Çin de dahil olmak üzere uluslararası toplumun çoğu uzun zamandır Filistin devletinin kurulması için çabalıyor, bunu elzem olduğunu dile getiriyorlar. Hatta, son demlerde, Belçika, İspanya başta olmak üzere, bazı devletlerin kurulmamış olmasına rağmen, Filistin’i bir devlet olarak tanıdıklarına tanık olduk.
Gerçekte, bugüne dek, ‘İki devletli çözümün’ hayata geçememiş olmasının nedenini Hamas ve Filistin Yönetiminde aramak gerekir. Geçmişte, Filistin’in liderlerine kendi devletlerini kurmaları için birden fazla fırsat sunuldu, ancak, Oslo süreci dahil, her seferinde İsrail'in barış teklifini karşı bir teklif bile sunmadan reddettiler. Filistin liderleri Yaser Arafat ve Mahmud Abbas, halkları için bir devlet kurmak yerine, otorite konumlarını korumak ve kendilerine ve yandaşlarına fayda sağlamakla daha fazla ilgilenmişlerdir.
Hamas ise, İsrail yerine İslamcı bir terör devleti kurmayı amaçladığı için iki devletli çözüme karşı çıktı. Bu nedenle, Hamas'ın iki devletli çözümün başarısızlığına hayıflandığını duymak gerçekçi değildir. Hamas Tüzüğü’nün 2017 tarihli geliştirilmiş versiyonunun 23. maddesine göre, "Filistin'in kurtuluşu için direniş ve cihat, halkımızın ve ümmetimizin tüm oğulları ve kızları için meşru bir hak, bir görev ve bir onur olmaya devam edecektir."
Not: Hamas’ın söz konusu belgesine aşağıdaki linkten ulaşılabilir:
https://www.palestinechronicle.com/wp-content/uploads/2024/01/PDF.pdf