Can kırıkları…

Hayal kırıklıkları... Zihnimizde canlandırdığımız ve gerçekleşmesini arzuladığımız şeylerin gerçekleşmemesi durumunda yaşadığımız o olumsuz his, üzüntü, hüsran hali... Her birimizin aşina olduğu bir his... Mutlaka bir yerlerde birileriyle ve hatta kendimizle yaşadığımız bir durum.

Aylin GERON Yaşam
7 Ağustos 2024 Çarşamba

Zihnimiz bir sinema perdesi. Her an yayında. Olan ve olmayanla ilgili algımızın yazdığı senaryoları izliyoruz gün boyunca aslında. Sadece dram ve korku filmleri oynuyorsa vay halimize. Dengede kalmak bu zorlayıcı durum ve duygular arasında hayli güç. Araştırmalar düşündüklerimizin özellikle kaygılarımızın yüzde 85’inin asla gerçekleşmediğini ortaya koyuyor. Kalan yüzde 15 de gerçekleşiyor diyemeyiz çünkü bu kalanın yüzde 79’unun sanıldığı kadar ‘zorlayıcı’ olmadığını keşfediyor insan sürecin içinde. Topu topu yüzde 3… Zorlayıcı düşünce, duygu ve kaygılarımızdan sadece yüzde üçü gerçek oluyor ve hayatımıza olumsuz etki ediyor.  

Madem hayatımızı zihinde yaşıyoruz bari orayı hoş tutalım. Umut dolu yüreklendiren senaryolara da ihtiyacımız var. Onları da ‘hayal’ kontenjanında tutuyoruz. Yolda kalmaya, devam etmeye, yaşam enerjisine buradan ulaşıyoruz. Ya onlar da tutmazsa?...

Bu yazımda hayal kırıklıklarımızın üzerinde durmak istiyorum. Yukarıdaki senaryoların aksine zihnimizde canlandırdığımız ve gerçekleşmesini arzuladığımız şeylerin gerçekleşmemesi durumunda yaşadığımız o olumsuz his, üzüntü, hüsran hali. Her birimizin aşina olduğu bir his bu. Mutlaka bir yerlerde birileriyle ve hatta kendimizle yaşadığımız bir durum.

İnsan en kolay kendini hayal kırıklığına uğratıyor. Olan her şey içeride olduğundan belki.

Sözü veren ben, tutmayan yine ben… Kime ne?

Hayal benim. Ben kurdum. Olmayacaksa yenisini kurarım. Ya da hiç kurmam zaten olmuyor…

Bir de dışardan yaşadıklarımız var. Kontrol bizde değil ama yine de bekliyoruz:

Partnerinin daha romantik, bonkör, eğlenceli, sakin, seksi olmasını,

İş ortamının daha dürüst, serbest, samimi, stresten uzak olmasını,

Arkadaşlarının daha candan, içten, özenli, rekabetten uzak olmasını,

Yaşadığın ülkenin refahta, özgür olmasını,

Ekonominin daha dengede olmasını,

Dünyanın daha barışçıl, sevgi dolu, huzurlu olmasını istiyoruz.

Oluyor mu?

Al sana hayal kırıklıkları…

Bir de tabii ebeveynlik mevzuu var.

Ebeveynlik beklentileri ve hayal kırıklıkları

Ebeveyn olmanın en zorlayıcı tarafıdır hayal kırıklıkları. Beklentisiz olmuyor ebeveynlik. Doğmadan önce başlıyor liste. Kimi kız çocuğu olsun istiyor kimi erkek. Tabii ki “sağlıklı olsun en önemlisi o ama …” Kime benzediği, huyu suyu, becerileri, ilgi alanları, akademik hayatı, sosyalleşmeleri, sportif etkinlikleri hepsi ile ilgili her iki ebeveynin bazen ortak bazen ayrı ayrı beklenti listeleri var.

İlk tanışma anında listeden elenenler olmaya başlıyor. Ve hayatı boyunca çocuk belki de ben sizin beklentilerinizi karşılamaya gelmedim savını ispat etmek üzere yol alıyor.

Sayısız örneğe şahit oluyorum:

Çok nazik ve sakin bir annenin ulu orta küfreden, bağıran, azarlayan gergin kızı,

Akademisyen ailenin lisans eğitimi almak istemeyen para odaklı oğlu,

Sporcu babanın bir bardak su içmek için oturduğu koltuktan kalkıp mutfağa gitmeye üşenen patates çuvalı kızı,

Sosyal kelebek annenin içine dönük seçici sosyal oğlu…

Kendini bildi bileli çalışmış, parasını kazanmış başarı odaklı annenin hayatı ağırdan alan ehli keyif kızı…

(Kızı - oğlu fark etmez seksist bir yaklaşımla değil rasgele yazılmış ifadeler kızlar oğlanlar lütfen oraya takılmayalım J)

***

Buraya yazmadığım kendi beklentilerinizi de koyun listeye.

Siz ne hayal ettiniz de olmadı?

Can kırıklıkları diyorum ben bunlara. Biraz daha derin yaralıyor insanın evladıyla yaşadığı hayal kırıklığı canından, can parçasından bir şeyler kırılıyor sanki. Kanıyor. Acıtıyor. Onarılması çok zor. Kabulü öylesine kolay değil.

“N’apalım o da bunu seçti. Kendi öğrenecek” demek ve olana teslim olmak o kadar kolay değil konu evlat olunca.

Kendi yapamadıklarını, hayallerini, özlemlerini, kaçırdıklarını ya da geç aydıklarını yüklüyor insan evladına. Kendisinin ‘updated’ versiyonu sanki. Son sürüm bu. En iyisi olmalı. Tüm buglar temizlenmeli!

Doğal olarak tüm imkanlarını seferber etmek istiyor. İstiyor da karşı tarafı unutuyor. Benim sınırım bir başkasının başladığı yerde bitiyor. Bu sınırları görmek, bilmek bile zaman alıyor.

Bebekken sınır yok; hele anne ile her şey içiçe. “Terrible two” ya da “threenager” dediğimiz 2-3 yaşlarında başlayan aksilenme dönemi ergenliğin habercisi. İlk bireyleşme çığlıkları. Ama hala kontrol bizde!

Dediğini yaptırma, başa çıkma, güç savaşları özgür, birey olmayı başarmış, ne istediğini bilen gençler yetiştirmek için doğru bir yöntem mi acaba? Sorumluluğunu alabileceği kararlarda ona söz hakkı vererek başlamak ve benim istemediğim, onun için uygun olmadığını düşündüğüm seçeneği seçse bile yanında durabilmek…

Üşümüşsündür, acıkmışsındırla başlayan ben seni iyi bilirim sen bunu sevmezsinlerle devam eden alan ihlalleri…

Annelik alan ihlalidir zaten! Doğasında var… İç içe büyümüş iki canlı doğumda ayrılıyor diye öyle kolayına ayrışmıyor.

Can kırıklıklarının açtığı yaralarla uğraşmaktansa şu ‘bireyleşme’ sürecine ebeveyn olarak özen göstermek gerekiyor ki her ne seçerse seçsin sığınacağı yerin yine sizin şefkatli kollarınız olduğunu bilsin.

Deneyim dediğimiz şey yapılan hatalardan aldığımız dersler ve yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz. Kimse bir başkasının deneyiminden öğrenmiyor. Görüyor, ama kendi başına gelmesi gibi değil.

Ebeveyn ne ister?

Ben hata yaptım o yapmasın; ben düştüm o düşmesin; ben üzüldüm o üzülmesin; ben zorlandım o zorlanmasın… Ayağına taş değmesin!

Mümkün mü?

Gerçekten ayağına taş değmeden yürünen yoldan ne öğrenir insan? Engelleri aşamadıkça, zorlandığı yerden çıkmayı deneyimlemedikçe nasıl bir yaşam olur?

Öncelikler karışmaz mı?

Şimdi birçok ebeveynin şikayet ettiği gibi dürtüsel, haz odaklı, keyfine ve eğlenceye düşkün, hayatta bir amaca tutunamamış, birbirinin aynı varlıklara dönüşmelerinde yatan sebebin ayrışmanın sağlıklı yönetilemediği olduğunu düşünüyorum.

Çok erken kendine bırakan da var bırakamayan da…

Bırakamadıkça gençlerin kendi ayakları üstünde durabilmeyi öğrenmelerini de geciktiriyoruz.

Otuzlarında ama hala hayatını kuramamış, ne istediğini bilmeyen, araştırmayan, yolda kalamayanların sayısı gün geçtikçe artıyor.

Buna “failure to launch” deniyor: Başlama Başarısızlığı (çok kötü bir çeviri oldu!) Bu sarmala yakalanınca yüksek kaygı bozuklukları, depresyon, DEHB gibi eşlik eden zorluklarda olabiliyor tabii bu gençlerde.

Kendi hayal kırıklıklarımızı onlara yüklemeden, onların bizim olduğunu ve seçimlerine saygı duymamız gerektiğini hatırlayıp ilişkilerimizi bu açıdan yeniden yapılandırmamız gerekiyor.

Ne çok sıkacağız ki ellerimiz acısın ne çok serbest ki kayıp gitsin…

Hassas terazi gibi.

***

Geçtiğimiz hafta sonu Netflix’te tam bir yaz filmi diyebileceğimiz hafiflikte bir film izledim:

‘Failure to Launch’. Bu vasat filmi Sarah Jessica Parker, Matthew McConaughey, Bradley Cooper gibi oyuncular izlenir kılıyor. Bir tarafta Sex and the City’nin efsanesi diğer tarafta son dönemin en hoş aktörleri… İlginç olan filmin başlığı. Konumuza paralel günümüzde sıkça karşılaştığımız bir duruma dikkat çekiyor. Olgunlaşmasına, yaşı ve hayat becerileri el vermesine rağmen sorumluluktan kaçan ve tam yetişkin olamayan gençlere ithafen seyretmenizi öneririm.

Sevgiyle kalın...

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün