Olimpiyat şehrinde bulunmak, dünyanın dört bir yanından gelen sporseverlerle o anları paylaşmak hayatım boyunca unutmayacağım bir deneyimdi.
Her turnuvanın, her maçın, her mücadelenin kendi hikayesi olduğu gibi her Olimpiyatın da kendine öz bir tarzı, bir öyküsü ve sonunda da unutulmayacak anları oluyor. İki haftalık bu serüvende neyi ne zaman takip edeceğinin, hangi maçları ve branşları önceliklendireceğinin planını yapmak gerekebiliyor. Tarihi anlara şahit olabileceğin, rekorlar izleyebileceğin, ikonik pozlar görebileceğin o kadar çok an var ki, kendini adamış bir şekilde, birkaç farklı ekrandan farklı branşları takip ederken buluyorsun. Bu satırları okurken eminim ki sizin de aklınızda bir sürü farklı an canlanıyordur. Belki bazılarınızın aklına Yusuf Dikeç’in ikonik fotoğrafı ve sonrasında sosyal medyada yazılanlarla o pozu vererek sevinen sporcular gelecektir. Bazıları Leon Marchand’ın kırdığı Olimpiyat rekorlarını düşünecektir. Ya da Filenin Sultanları’nın ortaya koyduğu mükemmel mücadele ile, Ersu ve Kuzey’in bizlere yüzme ve sırıkla atlamada yaşattığı ilker gözünüzün önünde canlanacaktır.
Paris’te olmak
Yazılacak, konuşulacak, hatırlanacak çok an var. Fakat ben Paris’te Olimpiyatları canlı olarak takip ederken yaşadığım deneyimi, gururu ve atmosferi anlatmak isterim. Olimpiyat şehrinde bulunmak, dünyanın dört bir yanından gelen sporseverlerle o anları paylaşmak hayatım boyunca unutmayacağım bir deneyimdi. Ve şimdiden bu deneyimi tekrar yaşamak için planlar yapmaya başladım…
Geçtiğimiz yaz arkadaşlarımla sohbet ederken sorduğum “Seneye Paris’te Olimpiyatları izlesek nasıl olur acaba?” sorusunun bir soru olmaktan çıkmasıyla başladı aslında her şey. Önceliğimiz voleybol maçlarını izlemekti. İkinci hafta gittiğimiz için voleybolda çeyrek ve yarı final maçlarını izleyebildik. Çeyrek final maçını izlerken maçın heyecanını, salondaki atmosferi, mutluluğu ve yaşadığımız yüksek duyguları keşke tarif edebilsem... 3-2 kazandığımız Çin maçı, hayatım boyunca unutamayacağım bir maç olacak. Yarı finalde İtalya ile oynadığımız maçta da salondaydık. Tarihimizde ilk kez çıktığımız yarı final sahnesinde Filenin Sultanları’nın yanında olmak, onları desteklemek inanılmaz bir deneyimdi. Belki istediğimiz sonucu alamadık, fakat sahada gösterdikleri mücadele ile gözlerimiz (gururdan) yaşlı bir şekilde onların yolculuğuna ortak olarak, destekleme şansına eriştik. İyi ki varsınız Filenin Sultanları.
Stade de France
Voleybol dışında izlemek istediğimiz çok fazla branş vardı. Fakat biz bilet bulabildiklerimize ve çok izlemek istediklerimize yoğunlaştık. Atletizmi ve stat ortamını çok merak ettiğimiz için de bir sabah seansına bilet aldık. Elemeleri izlediğimiz için hem heyecan çok yüksekti hem de çok sayıda yarış izlemiş olduk. Atletizmi televizyondan izlediğiniz zaman o an statta olan çoğu şeye hakim olabiliyorsunuz. Fakat canlı izlediğiniz zaman aynı anda bir sürü şey gerçekleştiği için hangisine yoğunlaşacağınızı anlamanız biraz zaman alabiliyor. Çünkü hiçbir şey kaçırmak istemiyorsunuz. Bizim gittiğimiz seans üç saatlik bir seanstı. Cirit atma, yüksek atlama ve 5000 metre koşuları izledik. Tamamen dolu olan Stade de France’da her bir yarışta seyircinin de devreye girmesiyle heyecan biraz daha arttı. Özellikle o gün izlediğim her şeyin hayatım boyunca televizyondan izlemeye alıştığım spor branşları olduğunu düşünürsek, düzenli aralıklarla kendimi “Burada olduğuma inanamıyorum” derken buldum.
Şehirde Türkiye forması ve Türk bayrağı ile dolaşmak, maç öncesi tezahüratlara eşlik etmek çok büyük bir gururdu. Farklı ülkelerden gelen sporseverlerle maç analizleri yapıp birbirimize şans da diliyorduk. Şehrin her köşesinde farklı ülkelerin formalarıyla gezen insanlar, şanslıysanız karşınıza çıkan sporcular, Olimpiyatlar için özel olarak yapılmış alanlar ve Olimpiyat Halkaları’nı görebiliyordunuz. Paris’e gitmeden önce, özellikle orada yaşayan ya da daha önce yaşamış arkadaşlarım toplu taşımanın çok büyük bir problem olacağını, bir yerden bir yere giderken zorlanabileceğimizi ve karışık bir ortama gitmeye hazır olmamız gerektiğini söylemişti. Fakat biz tam tersini deneyimledik. Her metroda, durakların altında o duraktan yürüyebileceğiniz sahaların/stadyumların görselleriyle birlikte adı yazıyordu. Şehrin her yerinde gönüllüler ve polisler sizlere yolunuzu bulmanızda yardımcı olup, özellikle maç çıkışlarında kalabalık olmaması adına doğru yönlendirmeleri yapıyorlardı. Bu deneyimin herkes için pozitif bir deneyim olması adına çok büyük çalışmalar yapıldığını söyleyebilirim.
Hedef LA2028
Şimdi geri dönüp baktığımda “iyi ki” diyorum. Olimpiyat şehrinde bir hafta geçirmek, Paris’in muazzam enerjisinin bir parçası olmak ve spor aşkıyla uzun yollar yapmış insanlarla beraber müsabakaları canlı izlemek bir sporsever için cennetin tanımı olabilir. Bu iki hafta boyunca bütün gün televizyon başında ya da canlı bir şekilde maçları/yarışları izlemeye o kadar alıştık ki, şimdi hayatımızda çok büyük bir boşluk oluşmuş gibi bir his var içimizde. “Olimpiyatlardan önce ben ne yapıyormuşum?” sorusunu sorduruyor insana. 28 Ağustos’ta Paralimpik Oyunları’nın başlamasıyla tekrar ekran başında olacağız, bazılarımız da tekrardan Paris’teki yerlerini alacak. Daha sonrasında ise tamamen Los Angeles 2028’e odaklanacağız. Şimdiden LA’de izleyeceğimiz açılış seromonisi ve şahit olacağımız her şey için çok heyecanlıyım. Ben de geri sayıma başladım! Umarım Los Angeles 2028’den sonra da burada deneyimlerimi anlatma fırsatı bulurum. Olimpiyat macerasına Paris’te ya da ekranlardan şahit olan herkes umarım keyif almıştır. Benim tekrar izlemek istediğim çok mücadele, aklımdan çıkmayacak çok an var… Her şey için teşekkürler Paris!